Olaylar Ve Görüşler

Kıyafet ve siyaset

29 Mart 2016 Salı

Halkın çoğunluğunun Müslüman olduğu bazı demokratik toplumlarda din eksenli siyasetçinin ısrarla üzerinde durduğu ilk şey genellikle “kıyafetini” siyasete giydirme amacına dönük olmuştur. Uzun vadeli bir gizli amacın ilk adımıdır bu.

Dinsel inancı sadece “şekil” olarak tanımlayan bu yaklaşım, temelde yanıltıcı gibi gözükse de aslında uzun vadeli amaca ulaşmak için yapılacak ilk “deceptive-yanıltma” politikasıdır...
Radikal dincilerin giderek ağırlık kazandığı ülkelerdeki gelişmeleri ele alan tartışmalar bana organizasyon kuramında yıllardır incelediğimiz “strategy versus structure” “strateji mi” yoksa “yapı mı? tartışmasını hatırlatıyor.
Önemli olan stratejidir, yani amaçtır, yapı ve biçim buna göre şekillenir diyenlere karşı önemli olan “yapıdır, yapının biçimi ve içeriğidir” çünkü stratejiyi ve hedefi yapının niteliği belirler diyenler karşı görüş belirtiyorlar.
Bu tartışmaların ortasında uygulamalı çalışmalar şu gerçeği açığa çıkardı: “Structure is Strategy- Yapı Stratejidir”. Yani yapı değiştirilerek stratejik avantaj kazanılır. Demek ki, yapının değişmesi tüm stratejinin ana temelidir.

Yapının değişmesi
Din eksenli çıkarcı politikacı ilk olarak uzun vadeli stratejisini çizer. Yani amaç uzun vadede “yapıyı değiştirmektir”. Çünkü yapı değişince bu strateji amacına ulaşacaktır.
Yani siyasete kıyafet giydirilecektir. Bu yapıldığı zaman artık geriye dönüş olmayacak, ülkede siyasetin kıyafeti bu siyasilerin kendi çizdikleri biçimde olacaktır. Yani, devletin laikliğin olmadığı, demokrasinin tek partili bir otoriter teokratik cumhuriyet haline dönüştürülmesidir.
Bu stratejiyi uygulamaya koymak için atılacak ilk adım ise “kıyafetin siyasetini” yapmak ve bunu giderek doğal hale getirecek ve kabul ettirecek girişimlerde bulunmaktır.

Uzun soluklu...
Bu uzun soluklu bir işlemdir. Yavaş yavaş, ince ince, bazen iki adım ileri, gerekince bir adım geri atma politikaları, isim değiştirmeleri, siyasi ortaklıklar, siyasi ve toplumsal etkileşim ağları ve algı yaratma politikaları ile “kıyafetin siyaseti” yapılır. Taraftar kazanmak ve demokrat gözükmek için insan hakları, inancı yaşamak gibi değerler ve diğer kabul edilmiş görüşler ön plana çıkarılır.
Siyaset tarihinin sunduğu amaca ulaşmak için her yolun mubah olduğu çeşitli uygulamalardan dersler alınır.
Kendi kıyafetinin siyasetini yapar siyasetinin temelinde dinci siyaset erbabı. Bu ülkelerde yıllardır yapılan tüm çalışmalar bu konuya yöneliktir. Kıyafetin, özellikle siyasi iktidarın uygun bulduğu üniformalaşmış kıyafetin önemi vurgulanarak kıyafetin çıkar kapıları açacağını kanıtlayan eylemler ortaya konur.
Bunun için belirli bir kıyafet ve örtünme biçimi liyakatin, bilginin, becerinin ve ehliyetin yerini alır. Gösteriş ve kıyafete özenti yaratmak her şeyin üstündedir bu politikada.

Giderek otokratikleşme
Bazı dincilerin yönettigi ülkelerde Türk edebiyatının ünlü ismi Cenap Şahabettin’in “İyi bir kıyafet iyi bir tavsiye mektubudur” sözünü uygularcasına ve özü saptırılarak “belirli bir kıyafet iyi bir tavsiye mektubudur” haline getirilmiştir..
Kısaca söylemek gerekirse “kurumsal yapı” değiştirilerek “siyasetin üzerine kendi çizdikleri kıyafeti giydirmek “planları bazı ülkelerde giderek radikalleşen dinciliğin etkisiyle daha da öncelikli hale getirilmiştir.
Amaca ulaşmak için her yolu deneyen, işlerine gelmediği zaman kıvıran ve kendilerini yalanlayan, ilkesiz dinci siyasetçilerin tutumları yardımıyla demokrasi ile yönetilen ve halk çoğunluğu Müslüman olan ülkeler giderek otokratik düzenlere dönüştürülmüştür.
Başörtüsünden başlayan bu zoraki değişiklik hamile kadınların sokağa çıkmasını yasaklama çabalarına, aile içi cinsi ilişkilere ayar vermeye, çocuk yaşta evlenmeleri teşvike, ilkokul kitaplarında çokeşliliği savunmaya kadar gelmiştir ve tepki görmedikçe daha vahimleri bunlara eklenecektir.

 

Prof. Dr. TEVFİK DALGIÇ
Teksas Üniversitesi

 -

 

Alman ceza hukuku

 

Ceza hukuku anlamında kültürün dikkate alınabilmesi için, kişisel kimlik ve gündelik yaşam boyutunda kurucu bir unsur işlevi görmesi gerekir.

Geçen aylarda gazetelerde yer alan bir haberden, Alman kız arkadaşını yakarak öldüren Türk failin babasının, hamile olan maktule için “Bizim kültürümüzde kız ölmeli” demiş olduğunu öğrendik.
Bu sözler, bir miktar da olsa tepkiye neden oldu. Kültürel kökenin suç işlemeye etkisi bağlamlı tartışmalar, Almanya yargı pratiğinde, Türkiye kökenli suç işleyenler boyutunda dikkat çekicidir.

Farklı kültür ve sorunlar
Farklı kültür ve geleneklerin bir arada yaşamasının ceza hukuku boyutunda sorunlar ortaya çıkarması kaçınılmazdır.
Bir davranış, göçmenin geldiği ülkede suç olarak değerlendirilmemekte, hoş görülmekte ve hatta desteklenmekte veya teşvik edilmekteyken, göçmen kişiye ev sahipliği yapmakta olan ülkede suç kapsamında değerlendirilmektedir.
“Fail tarafından gerçekleştirilen hukuka aykırı davranış, kültürel miras veya gelenek nedeniyle ve ona sadık kalmak üzere gerçekleştirilmiştir.”
Kültürel norm, davranışı hoş görür veya teşvik ederken ceza normu aynı davranışı yasaklamakta ve cezalandırmaktadır.
Ceza hukuku anlamında kültürün dikkate alınabilmesi için, kişisel kimlik ve gündelik yaşam boyutunda kurucu bir unsur işlevi görmesi gerekir.

Kültürel köken
Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli faillerin bazıları, işledikleri suçu köken kültüre ait normlara uymak nedeniyle işlediklerini iddia etmişler ve yahut muhakemenin diğer süjeleri “kültürel köken” tartışması yapmıştır. “Sanık Türkiye’de kırsal, arkaik değer ve geleneklerin hâkim olduğu bir bölgedendir. Sanık, Almanya’da yaşamakta olmakla birlikte, köken kültürel normlara bağlılığı azalmamıştır.
Onun nezdinde evli bir kadının, bir başka erkekle yakınlaşması; onursuzluk, toplum içinde alay konusu edilme ve arkadaşlar gözünde de değersizleşme sonucunu doğurur” (1981). Alman Yüksek Mahkemesi, “Gerek mağdur gerekse sanık Alman kültürüne yabancı bir kültürden gelmektedirler.
Almanya’da uzun süredir yaşıyor olmalarına rağmen geleneklerine bağlıdırlar. Söz konusu kültürde koca, karısından koşulsuz itaat bekler.
Örneğin bu kültürde kadınlar akraba veya tanıdık ziyaretlerinde eşlerinden izin almak zorundadır” (2001) derken, son örnek olarak ilk derece mahkemesi, karısını öldüren Türk failin cezasına dair gerekçeyi oluştururken “Köken kültürde evli kadın kocasının malıdır.” (2004) demiştir.
Eşe, kız evlat veya kız kardeşe karşı, Türkler tarafından işlenen kimi suçlarda, suçun nedeni olarak, evli kadının izinsiz dışarı çıkması, kocasından izin almadan konuşması, kız evladın babasının istediği ile evlenmemesi, evlilik dahilinde cinsel ilişkiye karşı çıkılması gösterilmektedir. Örneklerin çoğaltılması pekâlâ mümkündür.

Ceza hukuku
Ceza hukukunda, köken kültür nedeniyle savunma; eşitlik, özgürlük, çoğulculuk ve demokrasi perspektifinden bakıldığında adaletin sağlanması araçlarından biridir. Cezanın uygulanmasında kişiler arası şekli/mutlak eşitlik tercihi terk edilmelidir.
O halde soyut eşitlik kavramından beslenen ceza siyaseti, esasa ilişkin bütünleştirici engellerin kalkması noktasında yetersizdir. Ceza hukuku belirli ölçülerde ırk, milliyet, dil, dinsel aidiyeti dikkate almazsa, farklılığın reddi ile eşitsizliğe yol açar.

Suça karşı kalkan
Buna karşın “bizim kültürümüzde kız ölmeli” yaklaşımını işlediği suça kalkan edenler noktasında, kültürel savunmadan söz edilemez.
Kültürel saikle işlenen suçlarda genellikle fail, ailenin “güç sahibi” mensubudur. Kültürün cezanın tayininde dikkate alınması ancak evrensel insan hakları ilkeleriyle çelişmemesi halinde mümkün olabilir.
Bu ana tespit, kültür-ceza hukuku ilişkisi üzerine çalışanların az çok ortaklaştığı nokta olmasına rağmen, Alman ceza mahkemeleri bazı kararlarında, bir anlamda oryantalist zihin dünyasının yansıması olarak Türkiye kökenli fail söz konusu olduğunda “köken kültür” referansıyla cezada indirim yapmakta veya en azından bu hususu tartışmaktadırlar; failler de “köken kültürümüz böyle”, “bizim hukukumuzda suç değil” diyerek kendilerini savunmaya devam etmektedirler.

Yard. Doç. Dr. OZAN ERCAN TAŞKIN
Anadolu Üniv. Hukuk Fakültesi

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları