Öner Yağcı

Dile gelen yaşama da gelir

05 Ağustos 2023 Cumartesi

Bir toplumun kimliğidir dil.

Dille ilgili her şey, örneğin dilin kirlenmesi, yaralanması, önemsenmemesi yaşama biçimimizle, geleceğimizle ilgilidir.

Çünkü dili ve geleceğini belirleyen de politikalardır.

Dille ilgili politikalar, yaşam biçimi için seçilen, uygulanan politikalardan ayrı düşünülemez.

Ulusalcı, bağımsızlıkçı, politikalar aynı zamanda ulusal dilin özgürce gelişmesinin de yolunu açar.

DİLİN VE TOPLUMUN TARİHİ

Bir dilin tarihi aynı zamanda o dili kullanan insanların da tarihidir.

Türkçemizin dünkü konumuna baktığımızda gördüğümüz yaşam biçimimizdir.

13. yüzyılda Oğuzcanın bir kolu olarak ortaya çıkan Türkiye Türkçesinin ilk dönemi Karamanoğlu Mehmet Bey’in 1277’deki, “Bundan böyle divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste, meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacak” buyruğunda anlamını bulan, Selçukluların resmi dil olarak Farsçayı, öğretim dili olarak Arapçayı benimseyen anlayışına karşı çıkan Anadolu beyliklerinin dili ve Yunus Emre gibi temsilcisi olan “Eski Türkiye (Anadolu) Türkçesi” dönemidir.

İkinci dönem, 15-19. yüzyıllar arasında kırsal kesimde, asker ocaklarında halk kendi dilini, Türkçesini konuşup halk edebiyatını oluştururken Osmanlı yöneticilerinin, saray çevresinin Türkçe, Arapça, Farsçadan oluşan karma, yapay bir dil olarak kullandığı ve yüksek zümre edebiyatı denilen divan edebiyatını oluşturduğu Osmanlı Türkçesi dönemidir.

Çağdaş Türkiye Türkçesi döneminde ise Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem, Ziya Gökalp’in Genç Kalemler dergisi, Yeni Lisan akımı, ulusal dil ve edebiyat arayışının da öncüsü oldu.

Cumhuriyetle birlikte Dil Devrimi’nin ateşlemesiyle çağdaş bir Türkçenin yaratılması gerçekleştirilmeye, dinin dili gerekçesiyle kutsallaştırılan Arapça ile Farsçanın egemenliği altındaki dil olan Türkçe özgürlüğüne kavuşmaya, Türkçenin ustaları, yapıtları ortaya çıkmaya başladı: Yakup Kadri, Reşat Nuri, Nâzım Hikmet...

DİLİN EGEMENLİĞİ

Osmanlı’nın, Osmanlı Türkçesinin egemenliği, Türkçe konuşup yazanların egemenliklerinin gasp edilmiş olması demektir.

Atatürk, Cumhuriyeti ilan ederken “Osmanoğulları, zorla Türk milletinin egemenliğine ve saltanatına el koymuşlardı. Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk milleti bu saldırganlıklara ‘Artık yeter’ diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini ve saltanatını kendi eline fiilen almış bulunuyor” demişti.

“Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet kuruluşlarımızın, özenli, ilgili olmasını isteriz” (1 Kasım 1932) düşüncesinin yaşama geçirilmesi, Osmanlı’dan zorla el konulmuş olan egemenliğini alan Türk ulusunun yapay bir dil olan Osmanlı Türkçesinin el koyduğu Türkçesini de özgürleştirmesi, Cumhuriyetin doğal sonucuydu.

*

Cumhuriyetle başka dillere boyun eğme onursuzluğunu aşmış olan Türkçenin küreselleşen dünyadaki iktidarlar ve onların işbirlikçisi tarikatlar egemenliğiyle köreltilmeye çalışılan dil bilincini yeniden yükseltmesi vazgeçilmez görevi ve sorumluluğudur.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Savaş ve insan 14 Aralık 2024
Zaman, savaş ve insan 7 Aralık 2024
Tüketilmek 30 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları