Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Necati Cemaloğlu: “Toplumsal uzlaşma, eğitim sisteminin belkemiğini oluşturur.”
Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Necati Cemaloğlu ile eğitimin güncel ve teorik sorunlarını ve çözüm önerilerini konuştuk…
“Toplumsal uzlaşmanın sağlanmadığı ülkelerde ise, eğitim sistemleri bölünmenin, çatışmanın ve hizipçiliğin yoğun yaşandığı eğitim sistemleri ortaya çıkarmakta, iktidar erkini eline geçirenlerin tercihlerine göre yamalı bohça haline dönüştürülmektedir. %99’u Müslüman olan bir ülkede Kur’an-Kerim’in Türkçesini okuyan, Atatürk’ün Nutuk adlı eserini okuyan kaç kişi vardır?”
“Genç ve deneyimsiz okul müdürü, başöğretmen statüsü verdiğiniz kişiye nasıl müdürlük yapacak? Müdürler başöğretmenlerden mi seçilecek? Uzman ve başöğretmenlerin tanımı, yeterlikleri, görev, yetki ve sorumluluk alanları neler? Bu soruların cevabı yok. Eğitim içinde oluştuğu toplumun kalitesinin üzerine kolay kolay çıkamaz. Evinde kitap olan çocukların okul başarısı daha yüksektir. Bir Japon yılda ortalama 36 kitap okurken bu oran Türkiye’de %1 düzeyindedir.”
“Yaşadığı toplumun değerlerini içselleştirmeyen öğretmen, öğrenciyi iyi insan, iyi vatandaş olarak yetiştiremez. Toplumun değerleriyle çatışmak, topluma savaş açmak; eğitimde başarının değil, kaosun ve yozlaşmanın adresi olur. Bir ülkede eğitim konusunda toplumsal uzlaşma sağlanamamışsa, eğitim ekosistemi yaratılamamışsa, üst düzey amaçlar saptanmamışsa, öğretmen ve okul yöneticisi seçimi bilimsel usul ve esaslara göre yapılmıyorsa, eğitimdeki yenileşme hareketlerinin somut sonuçları kolay kolay ortaya çıkmayacaktır.”
Hocam biz sizi tanıyoruz. Yüksek lisansta sizden ders almış, öğrenciniz olmuştum. Okurlarımıza kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Memnuniyetle. 1965 yılında Kastamonu’da doğdum. 1983–1984 eğitim – öğretim yılında Gazi Üniversitesi, Kastamonu Eğitim Yüksekokulu’ndan mezun oldum. Trabzon ve Ankara’da öğretmenlik ve okul müdürlüğü yaptım. Öğretmenlik yaptığım dönemlerde, Hacettepe Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi anabilim dalından 1992-1993 eğitim-öğretim yılında mezun oldum. MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı'nda, matematik komisyonu üyeliği ve maarif müfettişliği görevlerinde bulundum. Ankara ve Gazi Üniversitesi’nde "Eğitim Yönetimi" alanında yüksek lisans yaptım. Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak göreve başladım. Doktora eğitiminden sonra 2004 yılında yardımcı doçent oldum. 2008 yılında doçent ve 2014 yılında profesör olarak atandım.
2005 yılında Amerika Birleşik Devleti'nde "Michigan State University" altı ay daha sonra University of Florida’da misafir öğretim üyeliği yaptım. MEB - Dünya Bankası - Kurumsal Performans Yönetimi Ulusal Danışmanı, Gazi Üniversitesi Okulları Bilim Kurulu Üyeliği ve değişik bakanlıklarda ve üniversitelerde stratejik plan danışmanlığı yaptım. Yılda 150’nin üzerinde eğitim, yönetim ve denetim üzerine konferans verdim.
Yayımlanmış 23 kitabım, kitaplarda bölümüm, 500’ün üzerinde ulusal gazete makalesi, SSCI ve diğer indexlerde taranan 104 makalem, katıldığım ulusal ve uluslar arası kongre - sempozyum bulunmaktadır. Evliyim ve iki çocuk babasıyım. İngilizce biliyorum ve halen Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi'nde, Eğitim Yönetimi anabilim dalında görev yapmaktayım 2019 yılında “Başöğretmen Onur ödülü”, “2020 Yılında “Bilge Tonyukuk Eğitime Hizmet Ödülü” aldım.
Hocam eğitimin her kademesinde çalışmışsınız. Kısaca işin mutfağından geliyorsunuz. Eğitimde olmazsa olmaz, önce bu olmalıdır? Dediğiniz konular nelerdir?
Toplumsal uzlaşma, eğitim sisteminin belkemiğini oluşturur. Eğitim sisteminde yapılacak yenileşme hareketlerinin özünde toplumsal uzlaşma önemli bir yer tutar. Toplumlar farklı etnik kimliklerden, farklı din, mezhep ve siyasi tercihlere sahip bireylerden oluşur. Her grup varlığını sürdürmek, değerlerini ve yaşam tercihlerini gelecek kuşaklara aktarmak için eğitim sistemini etkili bir araç olarak görür. Eğitim üzerine toplumsal uzlaşma sağlanmadan yapılan yenileşme hareketlerinin başarılı olma olasılığı oldukça düşüktür. PISA’da başarılı olan Singapur’un toplumsal yapısını Hindistan’dan gelen ve ineğe tapan Hintliler, Çin’den gelen ve ateist olan Çinliler ve Singapur’da yaşayan Müslümanlardan oluştuğu görülür. Ayrıca bu toplumlar kendi dillerini çocuklarına öğretirler. Singapur’da Hintliler, Müslümanları, Müslümanlar da Hintlileri katletmeye kalkışmaz. Toplumsal bir uzlaşma ve güçlü bir vatandaşlık öğretisi vardır. Okulun amaçları üzerinde uzlaşma sağlandığı için de eğitim sistemleri akademik başarıyı sağlama üzerine yoğunlaşır. Toplumsal uzlaşmanın sağlanmadığı ülkelerde ise, eğitim sistemleri bölünmenin, çatışmanın ve hizipçiliğin yoğun yaşandığı eğitim sistemleri ortaya çıkarmakta, iktidar erkini eline geçirenlerin tercihlerine göre yamalı bohça haline dönüştürülmektedir. Japonya, Finlandiya, Güney Kore gibi ülkelerde homojen bir yapı olduğu için eğitim alanında uzlaşma daha kolay sağlanabilmektedir.
Eğitimde yaşadığımız başarısızlığın sosyolojik, kültürel temelleri nelerdir?
Eğitim sistemimizin en önemli handikaplarından birisi Besim Dellaloğlu’nun da haklı olarak belirttiği gibi önce maarif sistemi oluşturulmuş, daha sonra da müfredat hazırlanmış olmasıdır. Gelişmiş toplumlarda önce kanon oluşur. Kanon, bir toplumun tüm katmanlarına sirayet etmiş, okunan, bilinen, içselleştirilen bilgi ve deneyimlerdir. İngilizlerin William Shakespeare’i ve eserleri kanondur. Ülkemizde beş kuşağın okuduğu ve anladığı eserler yoktur. %99’u Müslüman olan bir ülkede Kur’an-Kerim’in Türkçesini okuyan, Atatürk’ün Nutuk adlı eserini okuyan kaç kişi vardır? Kanon olmayınca müfredat oluşmaz, müfredat olmayınca protez özelliği olan maarif kurulur. Bu maarif derinliği olan, değerleri olan bir kimliğe kavuşamaz. Eğitim sistemleri kurulmadan önce kanonlar oluşmalı, kanonlara dayalı müfredat ve akabinde de maarif tasarlanmalıdır.
Hocam gündemde olan “Uzman” ve Başöğretmenlik” ile ilgili sosyal medya hesaplarınızdan pek çok tartışma yarattınız. Genel olarak “Uzman ve Başöğretmenliğe” bakış açınız nedir?
Ben eğitim çalışanlarının kariyer sistemine karşı değilim. Karşı olduğum Öğretmenlik Meslek Kanunu ve bu kanuna dayalı olarak uygulanan uzman ve başöğretmenlik süreçleridir. 2005 yılında uzman öğretmenlik sınavı yapıldı ve 17 yıl boyunca bir daha gündeme gelmedi. 2022 yılında uzman ve başöğretmenlik ile ilgili yapılan uygulama kariyer yönetim sistemine uygun değil. Ordu ve üniversitelerde kariyer sistemi var. Bireyler sisteme girmeden önce koşulları biliyor ve ona göre girip kariyerini yönetiyor. MEB ani, bilimsel verilerden uzak, 180-240 saatlik video ve PDF ders notları ile 100 soruluk çoktan seçmeli sorularla 70 alanı uzman ve başöğretmen yapacağını ifade ediyor. Muhtemelen mahkeme bu sistemi iptal edecek. Başarılı olanlar uzman-başöğretmen unvanı alacak ve kazanılmış hak olduğu için mağdur olmayacaklar. Kazanamayan ya da sınava giremeyenler mağdur olacak. Kariyer yönetim sistemi, adı üzerinde bir sistemdir ve periyodik bir süreci içerir. Yüksek lisans yapanların uzman, doktora yapanların başöğretmen olması yıla bağlı olmaksızın yapılması, 10 yılını dolduranların uzman, 20 yılını dolduranların başöğretmen olarak atamasının yapılması ve düzenli bir takvime bağlanması, sınavın dışında nesnel ölçütler belirlenip uygulanması gerekir. Bu uygulama kanunda belirtildiği şekilde hayata geçirilmesi halinde pek çok mağdur yaratacak ve okullardaki örgütsel barışı tehdit edecek, çatışma ve kaos ortamına zemin hazırlayacaktır. Ayrıca diğer uygulamalarla ilişkilendirilmemiş ve taksonomi oluşturulmamış olması da uygulamanın ise diğer bir handikabını oluşturmaktadır. Genç ve deneyimsiz okul müdürü, başöğretmen statüsü verdiğiniz kişiye nasıl müdürlük yapacak? Müdürler başöğretmenlerden mi seçilecek? Uzman ve başöğretmenlerin tanımı, yeterlikleri, görev, yetki ve sorumluluk alanları neler? Bu soruların cevabı yok. Emekli olunca uzman ve başöğretmenliğin hiçbir katkısı yok. Böyle bir kariyer sistemi olur mu?
Konferanslarınızda ve makalelerinizde sıklıkla eğitim ekosistemi, habitat kavramlarından bahsediyorsunuz. Bu kavramları kısaca açar mısınız?
Eğitim içinde oluştuğu toplumun kalitesinin üzerine kolay kolay çıkamaz. Okullar ile toplum birleşik kaplara benzer. Toplumun eğitim ve kültür düzeyini artırmadan yenilik yapmaya kalkışmak kısmen başarıyı sağlasa da, istenen düzeyde başarı ortaya çıkmayacağı gibi, toplumun yeniden eski dezavantajlı haline dönme riski ile karşı karşıya kalma sorunu vardır. 2015 PIACC verileri, PISA’da başarılı olan ülkelerin yetişkinlerinin de başarılı olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde PISA’da başarısız olan ülkelerin yetişkinleri; okuma, anlama, sayılar arası ilişkiler ve problem çözmede de, başarısızdırlar. Bu başarısızlığın altında yatan sebep, anne-babanın eğitim, sosyo- ekonomik ve sosyok-kültürel düzeyin düşük olmasıdır. Anne-babanın eğitim, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel düzeyi arttıkça, çocukların da eğitim düzeyi aynı oranda artmaktadır. Evinde kitap olan çocukların okul başarısı daha yüksektir. Bir Japon yılda ortalama 36 kitap okurken bu oran Türkiye’de %1 düzeyindedir. Pasi Sahlberg: “Okuryazarlık, Finlandiya kültürünün belkemiğidir ve keyif için kitap okumak, tüm Finlandiya halkının kültürel DNA’sının ayrılmaz bir parçasıdır.” İfadesini kullanmaktadır. Eğitimde yenilik yapmak isteyen hükümetler yetişkin eğitimine ayrı bir önem vermeli, eğitime karşı duyarlılığı artırmalı, eğitimin başarısı için uygun habitatı yaratmalıdır. Aksi taktirde eğitimde değişme uygulamaları sınırlı düzeyde kalmakta ve beklenen fayda ortaya çıkamamaktadır.
Eğitimde üst düzey amaçlara odaklaştığınızı, sürekli vurgu yaptığınızı biliyorum. Üst düzey amaçlardan kastınız nedir?
Toplumlar üst düzey amaçlara sahip olur, bu üst düzey amaçları benimser ve bu üst düzey amaçlar için çaba sarf eder, üst düzey amaçlar için yürekler toplu atmaya başlarsa, eğitimde aşama kaydedilebilir, başarı yakalanabilir. Aşırı politize olmuş toplumlarda çatışma kültürü hakim olduğu için ortak bir amaçtan söz edilemez. Üst düzey amaçlar konusunda toplumsal uzlaşma sağlanan toplumlarda, üst düzey amaçlar hem vatandaşları, hem öğretmenleri hem de okul yöneticilerini güdüler. Öğrenciler büyük bir davaya inanmış, yüce bir sevdaya gönül vermiş halde okula gelirler, öğrenmeye odaklanırlar. Bu üst düzey amaçlar, bireyler için bir motivasyon kaynağı olur. Herkes aynı dili konuşur, aynı duyguyu yaşar, aynı kaygıyı hisseder. Atatürk’ün cumhuriyeti kurduğu zaman ortaya koyduğu “Muasır medeniyet seviyesine çıkma.” önemli bir ülküdür. Bu ülküyü kitlelerin ülküsü haline getirmek gerekir. Bu ülkü ya da benzeri ülküler kitlelerin benimsediği ve içselleştirdiği bir ülkü haline dönüşmediğinde, sadece bir slogan olarak kalır. Türk milletinin, ülküsü var mı? Bu ülkü her Türk vatandaşının yüreğinde bir kor ateş gibi yanıyor mu? Uluslararası istatistikler onları üzüyor mu? Bu sorulara verdiğiniz cevaplar, eğitimdeki motive edici faktörlerin oluşumuna katkı sağlayacaktır.
Ülkemizde öğretmen ve okul yöneticisi seçme ve yetiştirme konusunda uzun süreden beri tartışma yapılmaktadır. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
Öğretmen yetiştirme konusunda dünyada pek çok şehir efsanesi vardır. Etkili ve başarılı öğretmen yetiştirmenin en basit yolu öncelikle toplumsal uzlaşmaya inanmış, milli ve yerli öğretmen seçmekle, eğitmekle ve istihdam etmekle mümkündür. Yaşadığı toplumun değerlerini içselleştirmeyen öğretmen, öğrenciyi iyi insan, iyi vatandaş olarak yetiştiremez. Toplumun değerleriyle çatışmak, topluma savaş açmak; eğitimde başarının değil, kaosun ve yozlaşmanın adresi olur. Öğretmen adayları öncelikle en başarılı %3’lük dilimden seçilmesi gerekir. Her %3’lük dilime girenler değil, içinde çocuk sevgisi olan, öğretmenliği seven, merhametli ve adanmış bir ruha sahip olanlar arasından seçilmelidir. Puan üstünlüğüne göre yapılacak bir sıralamadan sonra kişilik testleri uygulanabilir. Seçilen adaylar 2 yıl alan bilgisi, 1 yıl kuram-uygulama ilişkisi, 1 yıl da uygulama, dönüt-düzeltme uygulamalarıyla yetiştirilmelidir. Örneğin, ortaöğretim matematik öğretmen adayı; 2 yıl boyunca alan bilgisi eğitimi almalıdır. Lise 1, lise 2, lise 3 ve lise 4 matematik konularını her dönem görmeli ve 100 not ortalamasına ulaşamadığı sürece başarılı sayılmamalıdır. İlk 2 yıl alan bilgisi, 3. sınıfta pedagojik formasyon-uygulama ilişkisi verilmelidir. 4. sınıfta ise staj uygulamaları yaptırılmalı, uygulama sonuçları ile ilgili dönüt ve düzeltme sağlanmalıdır. Eğitim fakültelerinin sayısı azaltılmalı, formasyon kaldırılmalı, fen-edebiyat fakültelerinin sayısı 10 ile sınırlandırılmalıdır. Eğitim fakültesi dışından öğretmen alımına son verilmelidir. Okullar öğrenen örgüt olmalı, iş birliğine dayalı öğrenme, akran öğrenmesi üst düzeye çıkarılmalıdır. Okul yöneticileri öğretmen kökenli olmalı, öğretim liderliği rolünü etkin oynamalı, liyakate göre seçilmeli, eğitilmeli ve istihdam edilmelidir. Öğretmen performansına göre ödeme, terfi ve taltif sistemi getirilmelidir. Öğretmenlik mesleği saygın bir meslek olmalıdır. Öğretmenlik mesleğinin saygınlığını sağlayacak ana kurum Milli Eğitim Bakanlığı ve bizzat öğretmenlerin kendileridir. Ayrıca her öğretmen ve okul yöneticisi yüksek lisans ve doktora derecesi almaya teşvik edilmelidir.
Eğitim sistemi ve kademeler arası geçiş nasıl olmalıdır?
Eğitim sistemi 1 yaşından 6 yaşına kadar “Erken Çocukluk Eğitimi” ile başlamalıdır. Erken Çocukluk Eğitimi için yerel yönetimler ve yerinden yönetimler aktif hale getirilmelidir. Her çocuğa 6 yaşına kadar okul öncesi eğitimi verilmeli ve devlet okullarında bu eğitimler zorunlu ve parasız olmalıdır. Zorunlu eğitim dar gelirli ve dezavantajlı bölgelerde okullaşma oranı yüzde yüz seviyesine çıkana kadar ısrarla takip edilmelidir. Her çocuk 7 yaşında ilkokul eğitimine alınmalı, ilkokulda notla değerlendirme yapılmamalıdır. İlkokul 5 yıla çıkarılmalıdır. Bu eğitimde; hayat bilgisi, Türkçe, matematiğin temel kavramları, değerler eğitimi, sanat ve sportif çalışmalara ağırlık verilmeli, çocukların beden, zihin ve sosyal gelişimi sağlanmalıdır. Ortaokul 3 yıla indirilmeli, ortaokulda Türkçe, vatandaşlık eğitimi, tarih eğitimi, matematiğin temel kavramları ve problem çözme, fen okuryazarlığı, sanat ve sportif alanlar üzerine yoğunlaşma sağlanmalıdır. Öğrenciler sadece sayıları sınırlı olan fen liseleri için sınava alınmalı, diğer liselere giriş, isteğe ve adrese dayalı olarak belirlenmelidir. Öğrenciler ilgi duydukları alanlarda farklı okullardan mesleki ve teknik eğitimle ilgili dersler alabilecekleri gibi kademeler arası geçişe de olanak sağlanmalıdır. İlkokul eğitiminden sonra herhangi mesleğe, spora ya da sanat alanına yönelmek isteyenler için ortaokul düzeyinde eğitim kurumları açılmalıdır. Kademeler arası geçişte not üstünlüğü gibi ölçütler aranmamalıdır. Liseden üniversiteye geçişte belirli alanlarda sınavla geçiş kaldırılmalı, alternatif ölçme ve değerlendirme yöntemleri tercih edilmelidir. Ayrıca Akademik liseler bu aşamada işe koşulabilir.
Mesleki ve teknik eğitim konusundaki görüşleriniz nelerdir?
Mesleki ve teknik eğitimin gelecekte biteceği yönündeki yaklaşımlara katılmadığımı özellikle belirtmek isterim. Her devirde mesleki ve teknik eğitime ihtiyaç olacaktır. Sadece sayısı ve niteliği farklılaşacaktır. Mesleki ve teknik eğitim kurumları diploma vermek için değil, mesleki ve teknik beceriyi kazandırmak amacıyla oluşturulmalıdır. Aynı zamanda yan alanlara transfer edilebilecek şekilde beceri kazandırılmalıdır. Öğrenciler mesleki ve teknik eğitim kurumlarına geldiklerinde ilk 2 yıl tüm alanların ortak derslerini almalı, 3. sınıftan itibaren meslek seçimine yönelmelidir. Uygulama dersleri okulda değil, fabrika ya da iş yerlerinde usta-çırak ilişkisi ile öğretilmelidir. Bu durum üniversite için de geçerlidir. Üniversiteye gidemeyen öğrenciler için meslek edindirme kursları düzenlenmeli, kurslardan verilen belgeler, öğrencilerin istihdam sürecinde etkili olmalıdır. Mesleki ve teknik eğitimin finansmanının %30’u özel sektör tarafından karşılanmalıdır. Bu amaçla sanayi bölgelerine mesleki ve teknik eğitim kurumu açma ya da finansmanını sağlama mecburiyeti getirilmelidir. Ortaokul eğitiminden sonra, isteğe bağlı olarak öğrencilere çıraklık eğitimi olanağı sağlanmalı, çıraklık eğitimi alanlara açık liseden seçmeli olarak, fark dersleri alıp başarılı olduklarında liseden mezun olma olanağı verilmelidir. Liseler zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır.
Öğrenmede “Bireyselleştirilmiş öğrenme programı” görüşünü ısrarla savunuyorsunuz? Konuyu biraz açar mısınız?
PISA’da başarılı olan ülkelerin standart eğitim programları yoktur. Her okul kendi programını kendisi yapar ve uygular. Program konusunda öğretmenler özerktir. Her öğrencinin ilgi ve yetenekleri farklıdır. Bu farklılık öğrencilerin akademik başarılarında etkilidir. Bu sebeple alternatif eğitim seçenekleri olmalı, her öğrenci bu alternatiflerden kendisine uygun olanı seçmeli ve eğitimine devam etmelidir. Standartlandırılmış eğitimde, standartlara uymayanların defolu kabul edildiği bir sistem yerine, her bireyin kendi eğitim programını yaptığı bir eğitim sistemine geçiş yapılmalıdır. Örneğin, matematiğin temel kavramları ve günlük yaşamla ilgili becerileri ilkokul ve ortaokulda verildikten sonra, lise matematiği seçmeli olmalı ve öğrenci ihtiyaç duyduğu, gelecekte seçmek istediği meslekte işine yarayacağına inandığı dersleri seçip öğrenmelidir. Türk dili ve edebiyatı öğretmeni olmak isteyen bir öğrenci, türev, limit, integral öğrenmek zorunda bırakılmamalıdır. Bu süreçte belirli kredi ölçüt alınmalı, öğrenci bu dersleri alıp, kredisi oranında mezuniyet hakkını elde edebilmelidir. Açık lise müfredatı zenginleştirilmeli, seçenekler artırılmalıdır. Öğretim ilke ve yöntemleri çeşitlendirilmeli, kuram-uygulama ve transfer etme becerisi kazandırılmalıdır. STEM eğitimlerine ağırlık verilmelidir. Öğrenme sınıfla, zille, zamanla sabitlenmemeli, her öğrencinin öğrenme süresini ve biçimini seçmesine olanak sağlanmalıdır. Örgün eğitime devam eden öğrencilere açık liseden ders alma hakkı verilmelidir. Okullarda tam gün eğitimi verilmeli, öğrencilerin beslenme sorunları çözülmeli, kantinlerden meyve ve doğal beslenme malzemelerinin dışında endüstriyel ürünlerin satışı engellenmelidir.
Öğrenci başarısını “Ölçme ve değerlendirme” konusunda da farklı görüşlerinizin olduğunu biliyorum. Bizimle paylaşır mısınız?
Tek tip ve herkese aynı biçimde uygulanan ölçme ve değerlendirme sistemleri hem adil değil hem de gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Öğrencilerin akademik başarısını belirleyen üç faktörden ikisi okul dışı faktörlere bağlıdır. Okul sadece üç faktörden birisini kontrol edebilmektedir. Bu sebeple bu üç faktörden birisini de iyi ölçmeli, iyi değerlendirmeli ve iyi bir yöneltme ve yönlendirme yapmalıdır. Gelişmiş rubrik, portfolyo, etkinlik dosyası, proje gibi ölçme teknikleri işe koşulmalı, öğrencilerin tam öğrenmesi sağlanmalı ve kazandıkları beceri düzeyleri ölçülüp değerlendirilmelidir. Her okul kademesi aynı biçimde ölçülmemeli, ilgi ve yetenek, öğrenmenin içeriği göz önüne alınmalıdır. Problem çözme, eleştirel düşünme, inovatif düşünme, transfer etme becerileri geliştirilmelidir. Ölçme ve değerlendirme konusunda öğretmenlere güvenilmelidir.
Genel olarak söylemek istediğiniz başka şeyler var mı?
Bir ülkede eğitim konusunda toplumsal uzlaşma sağlanamamışsa, eğitim ekosistemi yaratılamamışsa, üst düzey amaçlar saptanmamışsa, öğretmen ve okul yöneticisi seçimi bilimsel usul ve esaslara göre yapılmıyorsa, eğitimdeki yenileşme hareketlerinin somut sonuçları kolay kolay ortaya çıkmayacaktır. Uluslararası sınav sonuçlarındaki başarısızlığı gördüğünde yenileşme hareketlerine yönelen pek çok ülkenin başarısız olmasının sebepleri bunlardır. Eğitimdeki başarıyı belirleyen onlarca faktör vardır ve bu faktörlerin büyük bir kısmı görünmez, fark edilmez, fakat etkisi toplamda çok fazla ortaya çıkar. Öğrenme ekosistemini, habitatını oluşturmadan okullarda uygulanan en iyi yenileşme faaliyetleri, öğretim yöntem ve teknikleri bile sınırlı bir etkiye sahip olacaktır. Anne-babaların eğitilmediği, anne-babanın eğitime karşı duyarlı olmadığı, anne-babanın kitap okumadığı ve evde öğrenme uygulamalarının yapılmadığı toplumlarda; eğitimde yapılan yeniliklerin başarıya ulaşma olasılığı bulunmamaktadır. Bu sebeple eğitimdeki yenileşme hareketleri topyekûn, sistemli ve planlı bir şekilde yapılması gerekmektedir. Sadece müfredatı, sadece materyali ya da sadece öğrenme yöntem-tekniğini değiştirerek başarı ortaya çıkmamaktadır. Başarı için gerekli olan parametreler vardır. Bu parametreler; siyasi istikrar, ekonomik istikrar, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve sürdürülebilir liderliktir. Bir ülkede liyakat yoksa eğitimde başarı beklemek anlamsızdır. Çünkü liyakatin olduğu yerde eğitim, öğrenme, yeterlik ve yetkinlik anlam kazanır. Ayakların baş, başın ayak olduğu toplumlarda eğitilmiş olmanın pratik karşılığı olmadığı için eğitime olan talep artmaz, doğal olarak başarı da ortaya çıkmaz. Eğitim bilimsel, laik, demokratik ve özgür bir kimliğe sahip olmalı, eğitimde fırsat ve imkân eşitliği, fırsat adaleti sağlanmalıdır. 4+4+4 eğitim modelinden ayrılıp, erken çocukluk eğitimini kapsayan 1+5+3+4 modeli getirilmeli, lise zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır.
Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev