Tarihi çarpıtmak özgür basın eliyle yapılamaz

28 Mayıs 2024 Salı

Dün sabahın köründe, bir kez daha, 27 Mayıs gerçeklerinin çarpıtılması ile özgür basın, gazeteciliğin çatışmacılığı arasında kalakaldım. Çok uzun yılları birlikte paylaştığımız yerel habercilikten haber müdürlüğüne kadar tırnaklarıyla gelmiş, haber peşinde koşturmayı, dahası gerçeklerin, ayrıntıların içinde boğulmayı hep seçmiş, hiç yorulmamış sevgili arkadaşım Yalçın Bayer’in YouTube söyleşi konuğu olması kaçınılmazdı. 

Birileri sabahın köründe 27 Mayıs gerçeklerinin çarpıtılması üzerinden ekran yayınlarına el koymuşken, arkadaşlarım Yalçın Bayer ile yaptığımız söyleşinin, belgeli görsellerinin eklemlenip yayına hazır konumuna getirilmek üzere olduğu bilgisini verdiler. Önce bugünkü köşede hangisine ağırlık vermek zorunda olduğum kararında zorlanır gibi olmuşken her iki gündem üzerinden kopmaz bağlar olduğunun altının çizilebileceğimin de ayırdına vardım. 

Habercilik üzerinden işkoliklikte benim üstüme geçen iki arkadaşımın birden hep, “Sanatçı olabilsem de ellerinden hiç bırakmadıkları daktiloları başında heykellerini yapabilseydim” diye hayıflanmıştım. Cumhuriyet’in 1980’li yıllarda haber müdürü Yalçın Bayer ile istihbarat şefi Reha Öz’den söz ediyorum. Reha Öz ile Yazarlar Sendikası’nın “Ben devletim köleleştiririm” başlıklı yayınlarında da buluşmuştuk. Yalçın Bayer, günümüzde habere koşturmaya dönük hiçbir sorumluluğu yokken bile, duyduğu her haberin ayrıntılarına ulaşmak uğruna gitmesi gereken başka illerdeki söyleşilerine bile geç kalıp günler sonrası gitmeye kalkışan çılgınlığından hiç vazgeçemedi. 

??? 

Yalçın Bayer’in haberciliğin tutkularına geçmeden başlıkta yer verdiğim “Tarihi çarpıtmak” ile özgür basının katledilmesi arasındaki kopmaz bağın son tablosundan öfkemi paylaşmak isterim. 27 Mayıs gerçeklerinin çarpıtılması gerçeğinin bir kez daha altının kalın kalın çizilmesi gerektiğinin üzerinde durmaktan başlamak gerek. Menderes hükümetinin, dört koldan demokrasiye geçiş umudunu yaratmayı başarmış olarak, daha ilk yılının uygulamaları ile başlanarak hakların gasp edilmesi, kullanılamaz hale getirilişinin, çarpıcı sivil otoriter iktidarı örneklerinin başını çektiğini yok sayma lüksümüz yok. Sivil otoriterleşme ile çok daha kolay, etkili, çarpıcı otoriter iktidara geçişin tüm olumsuz uygulamalarında ilk, en başarılı örneklerden birini oluşturmanın mimarı sayılır. 

Emperyal tuzak, sivil otoriterliğin suçlarından yasalar kapsamında yargılanabilmeleri olanağı varken emperyal oyunların da tuzağında, albaylar cuntasının iç çelişkilerinden de yararlanılıyor olarak, Yassıada’da Yüce Divan yerine, cımbız davası ile yargılanıp idama mahkûm edilmeleri üzerindendir. Üç haksız, hukuksuz, acımasız infaz, 12 Mart’ta Deniz Gezmiş’lerin idamlarına da kapı açmıştır. Ülkemiz adım adım önce 12 Eylül, sonrası demokrasinin adım adım çok daha acımasız kesilmeleri ile bugünlerin sivil otoriter, ucube otoriter yönetimlerine geçişinin sağlanabilmesidir. 

Yalçın Bayer, önce 12 Mart, sonrasında 12 Eylül süreci, Cumhuriyet’in çılgın habercilik tutkusu ile gündüzle geceyi ayıramayan, kimin ne zaman nerede olacağının ilişkilerini kuran yöneticisidir. O yılların habercilik koşullarının bugünün teknolojisi ile algılanamayacağının da altını çizmeliyim. Yürüyüşler Beyazıt üniversite meydanından başlamış, Taksim’e uzanıyor değil mi? Telefon yok. Yoldan bir telefonlu bakkal bulup arıyor, olanları, olabilecekleri paylaşıyorsunuz. Sonrasında Taksim’de örneğin kanlı bir çatışma çıkıyor. Kanlı Pazar, 1 Mayıslar. Hangisinin olduğu hiç fark etmez. Hem canınızı koruyacak hem de Yalçın Bayer’e ulaşabilecek bir telefon bulacaksınız. 

Gazetenin birden çok baskısı var. Her biri için ayrı ayrı haberler yetişecek. Sadece sizinkiler de değil ülkenin, dünyanın her yerinden gelenlerle birlikte...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları