Üstün Dökmen

Ailede ve ülkede iletişim atmosferleri

04 Eylül 2022 Pazar

Kişiler arası iletişim konusunda farklı ölçütlere dayanan sınıflamalar var. Bu yazıda yeni bir söylemle ifade ettiğim bir sınıflamayı sunmaya çalışacağım. Bu sınıflamaya göre ailede, iş ortamında ve toplumda üç tür iletişim atmosferinden söz edebiliriz; bunlar, söyleme, söylenme ve dinleme atmosferleridir. Aslında tüm iletişim ortamlarında bu üç tür iletişim atmosferi, büyük olasılıkla birlikte görülür. Ancak bazı ortamlarda “söyleme”, bazılarında “söylenme”, bazılarında ise “dinleme” daha başattır.

SÖYLEME ATMOSFERİ

İnsanların günlük yaşamlarını sürdürebilmek için kurdukları iletişimlerin büyük çoğunluğu söyleme atmosferini oluşturur. Bu atmosferdeki cümleler daha çok bir durumu betimleme, soru sorma veya emir verme şeklinde ortaya çıkar. “Sofrayı hazırladım”, “İşlem tamam”, “Cevap geldi mi?”, “Ne zaman gideceksin?”, “Evrakı gönder” ve benzeri ifadeler söyleme atmosferinin cümleleridir. Bu ifadeler, başlangıçtaki halleriyle çatışmaya yol açmaz, bir rutinin parçası niteliğindedir.

SÖYLENME ATMOSFERİ

Suçlayıcı, öfkeli, çatışmaya davetiye çıkaran türden bağırıp çağırmaların, en azından sızlanma kıvamındaki şikâyetlerin sergilendiği atmosferlere, “Söylenme atmosferi” adını vermek istedim. “Ne biçim insansın!” türünden başlangıçlar, bir merakı gidermek için değil, suçlamak için kullanılır. Evlerde kadınların eşlerine, “Allah canımı alsın da kurtulayım, ben de insanım, ben de çalışıyorum, hem iş hem ev, bir gün de iki şeyin ucundan da sen tut!” demeleri, erkeklerin ise “Hanım bütün gün pestilim çıkıyor, şunun şurasında haftada beş maç izliyorum televizyonda, onu da çok görüyorsun” diye öfkelenmeleri duyulagelmiş söylenme türlerindedir. İş yerlerinde ota, yoka sinirlenen amirler de yine benzeri bir söylenme atmosferi yaratırlar. Bu atmosfer, bol şimşekli, fırtına habercisi, kasvet yüklü bir ortamdır.

DİNLEME ATMOSFERİ

Bir sorun olduğunu fark eden kişilerin, parlamadan önce oturup konuştukları, birbirlerini dinledikleri iletişim ortamlarına “Dinleme atmosferi” adını vermek istiyorum. Dinleme atmosferinde, karşı taraftan veri isteme, onunla empati kurma çabası söz konusudur. “Evladım niçin ders çalışmıyorsun?” demek söylenme atmosferini ortaya çıkarır; “Canım benim çalışırken ne hissediyorsun?” diye söze girmek ise dinleme atmosferine yönelmektir. Bu türden sorular taraflara, kendileriyle ve birbirleriyle tanışma fırsatı verir.

Evlerde veya işyerlerinde “Niçin dikkat etmiyorsun?” demek, soru gibi gözükse de, aslında kavgaya davetiye çıkaran, işlevsiz bir hesap sorma ifadesidir. Bu şekilde hesap sorulan kişi ne diyebilir ki, “Baba beynimdeki protein sentezinde bir sorun var” mı demelidir, yoksa “Müdürüm seni sinir etmek için dikkat etmedim” mi demelidir? Eğer yapılmış bir hata karşısında bir dinleme atmosferi oluşturmak istiyorsak, “Olan oldu, aynı hatanın tekrarlanmaması için bundan sonra ne tür önlemler almalıyız?” diye söze girmek iyi bir başlangıç olabilir. Öfkelenerek geçmişi değiştiremeyiz, ancak sükûnetle aklımızı kullanarak geleceği yapılandırabiliriz.

TOPLUMDAKİ İLETİŞİM ATMOSFERLERİ

Değerli okurlarım bu noktada iki sorum var sizlere: son bir hafta içinde evinizde ve/veya işyerinizde yukarıda sıralanan üç iletişim atmosferinden hangisini başat olarak sergilediniz? Şüphesiz ki yerine göre söz konusu üç iletişim tarzı da sergilenebilir. Arada tartışmak, kavga etmek de doğal olsa gerek. Doğal olmayan şey sürekli olarak söylenme atmosferi içinde bulunmaktır. Eğer günlük yaşamınızda yoğun olarak çevrenize öfkeleniyorsanız veya başkalarının öfkesine muhatap oluyorsanız, bu durum hem ruh sağlığınızı bozar, hem de yaşam kalitenizi düşürür.

İkinci sorum ise şu: gerek yazılı, gerek görsel basında, gerekse sosyal medyada size daha çok hangi iletişim atmosferi sunuluyor? Siyasetçiler ve ekranlardaki açık oturumlara çıkan konuşmacılar bilgilendirici, irdeleyici konuşmalar mı yapıyorlar, yoksa sıklıkla kavgaya, hakarete mi yöneliyorlar? Doğa, kültür, sanat olayları konusunda mı bilgilendiriliyorsunuz, yoksa size dayatılan kavga ve cinayet haberlerini mi izlemek zorunda kalıyorsunuz?

Açık oturumlara, “Farklı görüşlere yer veriyoruz” diyerek daha önceki programlarda birbirleriyle kavga etmiş olan, şimdi de kavga etme olasılığı yüksek konuşmacılar çıkarılıyor. Elbette ki her konuda, özellikle ülkemizin geleceği söz konusu olduğunda tartışılabilir ancak insanları kavga ettirmeden de olayları irdelemek mümkündür. Örneğin Fatih Altaylı bunu beceriyor, isteyen herkes becerebilir.

Yazılı ve görsel basın üzerinde, kısa süreyi içerecek şekilde yaptığım bir kapsam analizi, söylenme atmosferinin, kavga kültürün bariz bir şekilde diğerlerinden fazla olduğunu gösterdi. Bu konuda daha kapsamlı araştırmalar var.

Bir siyasi isim, Girit’in Türk toprağı olarak gösterildiği bir haritayla ekrana çıktı. Tabi ki biz buradan “Ülkemizin bekası için bizim acil olarak bir Türk-Yunan savaşına ihtiyacımız var” mesajını çıkarıyoruz, ancak Yunanlılar olayı yanlış anlıyorlar, alınganlık gösteriyorlar, ortam geriliyor.

Kavgadan ve hakaretten uzak duran, eleştiri sınırlarını aşmayan siyasetçiler de var, “Bize kindar nesil gerekiyor” diyenler de var. Hani bir fıkra vardır, Doğu Karadenizliye “Hamsinin nesi olur?” diye sorarlar, o da “Hoşafı olur bir…” diye saymaya başlayınca, “Tamam devam etme, yeter” derler ya işte bu fıkra kindar nesilcileri hatırlatıyor insana. Siyasetçinin temel taktiği gerginlik olunca onun izindeki medya zor uzlaşır toplumla.

Not: Gelin uzlaşalım. Büyük Taarruz’un son günlerinde İzmir’e doğru koşan subayların bir hayali vardı, “Ah Kadıfekale’ye ulaşsak da Körfez’e bakarak bir bardak çay içsek” diyorlardı. Ülkede şeker fabrikası olmadığı için o çay da kuru üzümle içilecekti. Çoğunun bu hayali gerçekleşmedi. Birkaç gün sonra 9 Eylül. Ben her 9 Eylül’de nerede olursam olayım kuru üzümle bir bardak çay içerim. Buyurun, hep birlikte içelim.





Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ütopya ve maarifimiz - I 12 Mayıs 2024
Aşil topuklarımız 5 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları