Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
En büyük zihinsel engel
Dün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’ydü, bugün 4 Aralık Dünya Madenciler Günü. İkisi arasında ortak bir payda var.
Bedensel ve zihinsel engelli olmak, zaman zaman zorlansalar da ailelerin ve toplumların üstesinden gelebilecekleri bir sorundur; engellilerin toplumla kaynaşmalarını, eşit haklar kazanmalarını, uğraşa uğraşa da olsa bir ölçüde sağlayabiliriz. Ancak giderilmesi çok zor olan büyük bir engel vardır, bu da bireylerin ve toplumların önyargılarıdır. Einstein’ın “Bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha zordur” dediği söylenir.
Önyargıların körüklediği ırk, cinsiyet, din, mezhep ve benzeri ayrımlar, insanlığın aynaya bakarken utandığı türden ayıplardır. Bir de bazı ülkelerde açıkça görülen, birçok ülkede ise üstü kapalı şekilde sergilenen zengin-fakir ayrımı var. Bazı zengin maden sahipleri, madenlerde hayati önlemlerin alınmaması konusunda meclislere baskı yaparak önlem önerilerinin oyçokluğuyla reddedilmesini sağlarlar. Bu tavır da parayı merkez alan önyargılı dünya görüşünün ürünüdür. Muhtemelen kasıtlı olmadan ancak çok güzel bir tesadüfle Dünya Engelliler Günü ve Dünya Madencilik Günü peş peşe gelmiştir.
En büyük engelimiz olan önyargılarımızla baş etmeden bedensel ve zihinsel engellilere bakış tarzımızı geliştiremeyiz, madenlerin güvenliğiyle, eşitsizliklerle ve çatışmalarla baş edemeyiz.
Önyargılar
İnsanlara, nesnelere, fikirlere ilişkin olarak veriye dayanmayan, doğruluğu ispatlanmamış birtakım olumlu veya olumsuz tutumlara, peşin hükümlere “önyargı” diyoruz. Kişiler önyargılarının doğruluğuna ezbere inanırlar, onları test etme zahmetine girmezler. “Şu ırka mensup kişiler kötüdür, bu ırka mensup olanlar iyidir, kediler pistir” türünden genellemeler, kalıplaşmış yargılar, toplumlara, doğaya zarar verir; savaşların çıkmasına, en azından insanların ve hayvanların acı çekmesine yol açar. Araştırmalara göre Afrika kökenli Amerikalılar, beyazlara oranla daha yüksek düzeyde tansiyon sorununa sahiptirler. Bu durum muhtemelen ayrımcılığa uğramanın getirdiği stresten kaynaklanmaktadır.
Önyargılar, başkalarını model alarak öğrenme yoluyla ortaya çıkar ve muhtemelen yön değiştirmiş saldırganlıkla beslenir. Önyargıların mantığı yoktur, önyargılı kişiler, “Dedem söyledi, abim söyledi, kimden duyduğumu hatırlamıyorum ama eminim” derler, kalıp yargılarından ötürü çelişkiye düşseler bile rahatsızlık duymazlar.
Araştırmalara göre beyaz ırka mensup çocuklar da siyahi olanlar da kendilerine beyaz ve siyahi bebekler verildiğinde beyaz olanlarla oynamayı tercih etmektedirler. Çünkü yaygın kanı beyazın iyi olduğu yolundadır. İyi de onca savaşı beyazlar çıkarmadı mı, onca kitle imha silahını beyazlar kullanmadı mı, beyazlar çalmıyor mu?
Gençken gördüğüm bir karikatür çok hüzünlü gelmişti. Yaşlı bir siyahi adam bir siyahi çocuğa, “Büyüdüğünde ne olmak istiyorsun” diye soruyordu, çocuk ise “beyaz adam” diye cevap veriyordu. Toplum çocuğa beyaz adamın iyi olduğunu söylemişti; ancak aynı toplum albinoların iyi olmadıklarını söylüyordu. Bazı siyahilerin ülkesinde albinolar tecrit ediliyor. Bu durum size bir çelişki gibi görünebilir; ancak önyargıların mantığı yoktur.
Önyargılar, kıt kaynakları paylaşma telaşından, tarihteki bitmemiş işlerden, süregelmiş ekonomik sıkıntılardan ve bastırılmış saldırganlığın yön değiştirmesinden ötürü ortaya çıkar. Önyargılar farklı nedenlere dayanan kötü miraslardır. Önyargıların nasıl ortaya çıktığı araştırılabilir; ancak bir de önyargıların ne işe yaradığı konusu vardır; sevsek de sevmesek de önyargıların birtakım işlevleri vardır. Bu işlevler olmasaydı önyargılar evrim sürecinde varlıklarını sürdüremezdi. Bu noktada önyargıları besleyen, bireysel ve toplumsal iyileşmeyi geciktiren “hastalık severliğe” değinmemiz gerekiyor.
Bireysel Hastalıkları Sevmek
Bazen bir kişinin bir ruhsal veya bedensel sorunu vardır, bir ruh sağlığı uzmanına veya bir hekime gitmesi gerektiğini hisseder, bilir ancak türlü bahanelerle gitmez. Örneğin, “Psikiyatristler benden daha deli” der. Kişinin tedaviye direnç göstermesinin iki temel nedeni olabilir: Birincisi, görünenden daha büyük bir sorunla yüzleşmekten korkuyordur, ikinci olarak da hastalığının kendisine sağladığı ikincil kazançlar vardır, bu kazançlar hastalığı kişi için cazip kılmaktadır. Örneğin kişi hastalığından ötürü korunmaktadır, “O hasta, yapamaz” denilerek birtakım işlerden muaf tutulmaktadır. Bu türden ikincil kazançların hastaya getirisi, hastalığın verdiği zarardan daha fazla olursa, bir anlamda hasta olmak kişi için kârlıysa hasta ikincil kazançları terk etmemek için tedaviye direnir. Hasta bunu bilinçli olarak yapmaz, yaşamın birçok alanında geçerli olan kâr-zarar hesabı bazen tedavi olup olmama konusunda da geçerlidir.
Toplumsal Hastalıkları Sevmek
İnsanlar nasıl ki bireysel hastalıkları konusunda bazen ikincil kazançlarını kaybetmemek için tedaviye direniyorlar, toplumlar da bazen önyargılarının getirdiği ikincil kazançlardan ötürü onlara yapışırlar, belli grupları ötekileştirmeye devam ederler. Ötekileştirmek “öteki” için kötüdür; ancak ne yazık ki bazı kişiler ve gruplar ötekileştirmekten nemalanırlar. Örneğin Hitler benzeri diktatörler, grupların önyargıdan kaynaklanan öfkelerini körüklerler, toplumu bölerek yönetmeye çalışırlar.
Önyargılar bireylerin de işine gelir, belirli önyargı şemsiyeleri altında toplananlar bir gruba ait olduklarını, korunduklarını hissederler. Eğer mafya mensubuysanız mafya size dokunmaz.
İnsanlar bazı liderler tarafından kullanıldıklarını fark ederlerse ve önyargılarının kendilerine sadece küçük bireysel kazançlar getirdiğini anlayabilirlerse yıkıcı önyargılarından uzaklaşabilirler.
Einstein Öteki mi?
Göreli olarak evet. Rivayete göre Einstein, “Eğer görelilikle ilgili görüşlerim geçerlik kazanırsa Almanlar Alman olduğumu, Fransızlar ise dünya vatandaşı olduğumu söyleyeceklerdir. Eğer görüşlerim geçerlik kazanmazsa, Fransızlar Alman olduğumu, Almanlar ise Yahudi olduğumu söylerler” demiştir.
Dünya acımasız ve suçlayıcı olabilir. Ancak Gandhi’nin “Onurunuzu siz vermedikçe kimse elinizden alamaz” sözünü hatırlamalıyız. Bu konuda Rosa Parks benzeri insan hakları savunucularını unutmamalıyız.
1955’te Alabama’da beyazlar ve siyahiler otobüslere ayrı kapılardan biniyor, ayrı bölümlere oturuyorlardı. Bir gün otobüste beyazlara ayrılan yer dolu olduğu için bir beyaz erkek, siyahi bir kadın olan Rosa Parks’ın yanına gelip kendisine yer vermesini istedi. Şoför de Parks’ı uyardı ancak Parks kalkmadı, bu saygısız (!) davranışından ötürü de hapse atıldı. Siyahiler bir yıl boyunca otobüslere binmediler, yürüdüler. Sonunda federal mahkeme otobüslerdeki bu ayrımcılığı yasakladı.
Engelli yakınlarıyla ilgili konuyu ileride ele alacağız.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi