Bizim ölülerimiz... onların ölüleri...

27 Şubat 2022 Pazar

“Kendi ölülerimize saygımızı sunup yas tutarken, öldürdüklerimize karşı garip bir şekilde duyarsız kalırız. Böylece adımıza işlenen cinayetler bizi pek ilgilendirmezken, bizim insanlarımızı öldürenler, sahip olduğumuz insaniyet ve erdemden yoksun, en aşağılık insanlar olarak görülür. Bizim ölülerimiz... Onların ölüleri... Onlar aynı değildir. Bizimkiler önemlidir, onlarınki değil. Birçok Filistinli, İsrailli çocukların bombalarla öldürülmesini alkışlarken, birçok İsrailli de, tek suçları zırhlı askeri devriyelere taş atmak olan Filistinli çocukların öldürülmesini savunur.” 

Orta Amerika’da pusuya düşürülen, Sudan’da hapse atılan, Suudi Arabistan’daki askerler tarafından dövülen, El Salvador ve Kosova’da insan türünün en zalim yönlerine tanık olan eski savaş muhabiri Chris Hedges’in imzasını taşıyor bu satırlar. Paloma Kitabevi tarafından yayımlanan “Savaş: Bizi Anlamlandıran Güç” adlı kitabından bir alıntı... 

Gezi Direnişi sırasında çevirisini ben yaptığım için zihnimde o dönemle özdeşleşen bu kitabı, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş patlayınca yeniden okumaya başladım.

Sosyal medyada hemen herkesin kendisini bir tarafa daha yakın hissettiği, kendince haklı olanı belirleyip meseleye o gözlükle baktığı, insanların birbirlerini karşı tarafta oldukları için “savaş yanlısı” ilan ettiği, olayların farklı yönleri de olduğunu anlatmaya çalışanlara hakaret ettiği bir ortamda belki de yapılacak en iyi şeydi bu. 

Savaşın insanların rasyonel düşünme yeteneğini nasıl yok edip duygularını uyuşturduğu, yıllarca en kanlı savaşlarda gazetecilik yapan Hedges’in gözlemleri aracılığıyla çok net anlaşılıyor. 

İNSANLIK NE ZAMAN ÖLDÜ?

Bizim ölülerimiz... Onların ölüleri... Onlar aynı değildir. Bizimkiler önemlidir, onlarınki değil.” Tüm kötülüklerin kaynağı bu ifadede gizli.

Savaş meydanlarından görüntüler paylaşılıp “insanlık öldü” deniyor. Oysa insan türünün yüzyıllardır yaptıklarını düşününce, acaba o “erdemli insanlığın” dünyaya hâkim olduğu bir dönem yaşandı mı diye sormamak elde değil... Uygarlık tarihi kabile, etnik köken, milliyet, mezhep, din, para ve iktidar için işlenen katliamlarla dolu. Güç ve iktidar savaşları, 21. yüzyılda da farklı teknolojileri kullanarak devam ediyor. 

Çünkü koskoca gezegende doğanın verdikleriyle yetinmeyen, sürekli daha fazlasını isteyen, bunun için diğerlerini sömürenlerin borusu ötüyor...

Bu öylesine zalim bir dünya ki insanın insana, diğer hayvanlara ve doğaya yönelik katliamları her gün katlanarak artıyor. Ne var ki insanlar, savaşta olduklarını ancak ülkeler arası çatışma yaşanınca fark ediyor; oysa her gün kendilerinin de katkıda bulunduğu yıkıcı savaşı görmezden geliyorlar.

Ölüleri ancak insan olduğunda “bizim ölülerimiz” ve “onların ölüleri” diye ayrıştırıyorlar. Tam o anda ben de sormak istiyorum: Her gün mezbahalarda katledilen masum hayvanlar kimin ölüleri?

BARIŞ İÇİN SÖMÜRÜSÜZ BİR DÜNYA ÖZLEMİ…

Bunun konuyla ne ilgisi var?!” diyerek öfkelenen varsa, Leo Tolstoy’un bir sözü ile karşılık vermek isterim: “Mezbahalar var oldukça, savaşlar sürecektir.”

Çünkü bu dünyadaki tüm kötülükler, başkalarının canının daha değersiz ya da acılarının daha önemsiz olduğunu düşünmekten kaynaklanıyor. Bazı canları katletmek öylesine normalleştirilmiş ki bir şekilde herkes gücünün yettiğini yok etmek için gerekçe buluyor. Herkes kendi zulmünü aklama yarışına giriyor. 

Ancak bu böyle gitmez. İnsan, kendi türünün de aralarında olduğu hayvanların yaşam hakkına saygı duyarak ve doğanın bize bahşettiklerini koruyarak yaşamayı öğrenmek zorundadır. Herkes, ilk olarak, başkalarının (insan ve insan dışı hayvan) yaşam hakkına saygı duymayı kabul etmek zorundadır. 

Barış hayali kuran herkes bilmelidir ki bunun tek yolu sömürüsüz bir dünya kurmaktır. O nedenle de işe en temelden yani yasallaştırılmış en yaygın zulümden başlamak ve mezbaha kavramını ortadan kaldırmak şarttır. Aksi halde insanın içindeki zalimlik, zincirleme bir şekilde tüm toplumları şekillendirir. Tolstoy’un söylediği budur. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları