R. C. Lewontin’den “İdeoloji Olarak Biyoloji”

“İdeoloji Olarak Biyoloji”de R. C. Lewontin, bilim insanlarının on dokuzuncu yüzyılla birlikte saf bilimden uzaklaşıp indirgemeciliğe yöneldiğini söylüyor. Yazar, biyologları ve sosyobiyologları eleştirirken birey-toplum bağını ters yüz eden görüşlerle hesaplaşıyor.

Yayınlanma: 28.07.2015 - 15:15
Abone Ol google-news

R. C. Lewontin’den “İdeoloji Olarak Biyoloji”

Konu yalnızca DNA değil

Siyaset, belli yönlendirmeler yapmak, kitleleri manipüle etmek ve kışkırtmak amacıyla el atıp politize ederek kullandığı bir alanı, disiplini ya da bilim kolunu köreltiyor. “Toplumun ihtiyacı” veya “halkın isteği” savı, gerçeklerin önüne geçirilip “bilimsel” diye sunulunca mesele kanılara, varsayımlara ve ortada duran hakikatin üstünün örtülmesine dek uzanıyor. Dolayısıyla indirgemecilik başlıyor, hataların birbirini izlediği veya en hafif deyişle var olan zenginliğin göz ardı edildiği bir yola sapılıyor. Burada ince bir ayrıntıyı gözden kaçırmamalıyız: Amaç, bilimi kötülemek değil, onu hatalı ve eksik yönleriyle yüzleştirmek.

1961’den bu yana Toronto Üniversitesi’nin ve CBS Radyosu’nun işbirliğiyle gerçekleştirilen Massey Konferansları'nda, güncel konular üzerine alanında uzman kişilerin katılımıyla etkinlikler düzenleniyor. Konferans dizileri, özgün araştırmaların sonuçlarını meraklılarına ulaştırırken bizi, eksik ve hatalı bilimsel çalışmaların varlığından haberdar ediyor.
1990’da R. C. Lewontin, bu konferanslardan birinde konuşmacıydı ve “İdeoloji Olarak Biyoloji” başlıklı bir sunum yaptı. 1991’de kitaplaşan konuşma metni, çok uzun bir zaman sonra Cengiz Adanur tarafından çevrilip Türkiyeli okurlarla buluştu.

FAYDADAN ÖTE MEŞRUİYET

Lewontin, Harvard Üniversitesi’nde biyoloji öğrenimi gördükten sonra zooloji doktorası yapmış bir isim. Darwinciliğe getirdiği eleştirilerle ve genetik uzmanlığıyla da tanınıyor. Yeni teknoloji, popülasyon ve deneysel genetik konularında da bolca yayına sahip.
Lewontin, insan doğasının pas geçilip toplumun ve bilimsel otoritelerin baskın görüşlerinin “kural” şeklinde algılanması ve dayatılmasına şüpheyle bakanlardan. Belki de bu nedenle kitabının alt başlığı “DNA Doktrini.” Yazar, kitabıyla bir anlamda uzmanlığının üzerine eğiliyor ve biyolojinin felsefesini yapıyor.

Lewontin, birkaç yüzyıl öncesine kadar Batı kültürünü biçimlendiren en önemli unsurun Hıristiyan Kilisesi olduğunu, şimdilerde ise bayrağın profesyonel entelektüellere geçtiğini söylüyor. Onlar, toplum bilincine yön verme gücünü keşfettiğinden beri hem kendi fikirlerini halka duyurmak hem de bazen salt ünlü olabilmek adına hareket ediyor. Son derece basit ve duyurulması kolay bir fikir, Lewontin’e göre hemen ortalığa saçılırken insan varlığının karmaşıklığına vurgu yapan görüşlerin aktarılacağı kanallar kolayca tıkanabiliyor. Yazar, gösteri dünyasıyla gerçekler arasındaki bu farkın ne olduğunu, hangisinin ne gibi sonuçlar doğuracağını bilenlerden.

Toplumun bir üyesi olduğunu kabul ettiği bilim insanlarının hemen hepsinin, ihtiyacı olan şeylerin (para, zaman vb.) yönetenlerce denetlendiğini söyleyen Lewontin, toplumda söz sahibi baskın ekonomik güçlerin, bilimin neyi nasıl yapması gerektiğini belirlediğini de savunuyor.

Politikacılar ve hâkim güçler, bilim insanlarını “kendilerini hoş tutup destekleyecek” kişiler olarak gördükçe bilim de dünyadan en iyi şekilde faydalanmayı amaçlayan bir kimliğe büründürülüyor. Lewontin de buraya itiraz edip “Bilim insanları, faydadan öte meşruiyet ilkesine önem vermeli” diyor.

Yazar, bu noktadan hareketle uzmanı olduğu biyolojinin modern yapısına eleştirel bir gözle bakıyor. Günümüz bilim ideolojisi, öğeleri veya bireyleri, büyük yığınların nedenine dönüştürüyor. Dolayısıyla biyoloji de bireyleri parçalayıp genlere uzanıyor.
Lewontin’in aktardığı bu görüş, genlerin bireyleri, bireylerin de toplumu oluşturduğunu ve gen farklarının da toplumları ayrıştırdığını iddia ediyor. Peki, bu açıklama ya da görüş, insanın ne olduğunu ortaya koymak için yeterli mi? Lewontin’in kritik sorusu bu. Mekanikleştirilen insan, makine metaforunu, kendisinin ne olduğunu sorgulamayı unutacak kadar sahiplenmiş. Yazarın karşı çıktığı şey, insanın ve dünyanın parçalara ayrılması. Bütüncül ve parçacı yaklaşımlara uzak duran Lewontin, bize sadece uzmanların denetiminde olmayan ve herkesin paylaşabileceği bir bilim anlayışı öneriyor.

BİLİM İNSANLARI NEDEN GEN HARİTASI ÇIKARMAK İSTİYOR?

Lewontin’in savunduğu bilim anlayışı, genetik ve DNA konusuna bakışını göstermesi nedeniyle de önemli. On dokuzuncu yüzyılla beraber fırsat eşitliğinden söz edilir oldu ve hayat bir yarış şeklinde görüldü. Herkes başlama çizgisindeydi ve zafere ulaşma imkânına sahipti. Bu görüş, statü sahipleriyle diğerlerini eşitlerken “güçlü olmayanların” doğal eksikliklerine yani biyolojik engellere gönderme yapıyordu. Söz konusu görüş toplumsal ve iktisadi miras kavramını, biyolojik mirasa dönüştürüyordu. Ancak Lewontin, eşitsizliği açıklamada bu kabullerin yeterli olmadığına inanıyor. Yetenek, başarı ve girişkenliğin genlerle açıklanması; genetik determinizm ya da indirgemecilik “kanun” gibi görülünce insan doğası veya dünyanın zenginliği öteleniyor.

Lewontin, insanın toplumsal konumunun sabitliği ve adilliğini vurgulamak için “kalıtsalla değişmez olan arasındaki daimi kafa karışıklığının” bir biyolojik silah gibi kullanıldığını söyler ve evlatlıklar üzerinde yapılan araştırmaları masaya yatırır.
Biyolojik determinizm savunucuları, bireyler arasındaki yetenek farklarının toplumsal güç ve başarıdaki ırksal ayrımları açıkladığını belirtiyor. Fakat Lewontin, ırklar arasında genetik başkalıklar olduğunu düşündürecek baskın herhangi bir neden bulmanın zorluğuna dikkat çekip genetik ayrıştırmacılığa da kuşkuyla bakıyor. Ona göre kalıtsallıkla sabitliği bilinçli şekilde birbirine karıştırmak, eşitsiz toplumu meşru göstermenin aracından başka bir şey değil. Oysa Lewontin, biyolojinin toplumsal olanı dışlamasıyla çevresel faktörlerin varlığının güdükleştirildiği görüşünde. Kanser, tüberküloz veya başka hastalıkların “genine” yoğunlaşan biyologlar, (bugün bu anlayış epey kırılmış olsa da) çevrenin etkisini geri planda bırakabiliyor. Genlerin, insanda ortaya çıkan pek çok sorundan sorumlu tutulması, Lewontin’in eleştirdiği indirgemeciliğin bir sonucu. “Ünlü, başarılı ve son derece zeki pek çok bilim insanı neden gen haritası çıkarmak istiyor?” sorusu burada önem kazanıyor. Yazarın buna iki yanıtı var: Birincisi, o bilim insanlarının kendisini tek neden ideolojisine adaması. İkincisi, binlerce kişinin her gün çalışmasını gerektirecek, 30 ya da 50 yıl sürecek milyonlarca dolarlık projelerin cazibesi. Meslekte ünlenme, Nobel Ödülü, onursal dereceler, genom projesinden doğan yan sanayiler ve oralardan alınacak danışmanlıklar da cabası.

“HANTAL BİR ROBOT”

Lewontin, her türlü indirgemeciliğe ve tahakküme karşı dururken DNA’nın tek başına insan varlığını belirlediği fikrine de şüpheyle yaklaşıyor. İnsan doğasına ilişkin görüşün, DNA’ya kilitlenmesi de bu nedenle ona eksik bir bakış açısı gibi geliyor. Lewontin’in bahsettiği insan doğası kuramının merkezinde girişimci, rekabetçi ve hiyerarşik toplum ideolojisine bağlılık yer alıyor. Kısacası “birey topluluktan önce gelir” anlayışı pompalanıyor. İnsanı kendine zincirleyip sadece DNA’yla çevreleyen bir görüş bu. Yani Lewontin, modern biyolojinin ideolojik önyargısıyla; “insanı insan yapan her şeyi ve toplum yapısını DNA kodlar” minvalindeki görüşle ilgili bir tartışma açıyor. Bunun doğruluğunu peşinen evetleyeceksek benliğimizin, yalnızca DNA tarafından belirlenen hantal bir robot olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor.

Bilimsellik başlığı altında bireyi körü körüne yüceltmek, tek yönlü beslenmeye benziyor. Lewontin’in kuşkularını arttıran mekanik insan görüşünün gelişmiş biçimi bu işte. Tabii bir de şu var: “Mesele, bütünün onu oluşturan parçaların toplamından üstün oluşu değil, parçaların özelliklerinin bütün içindeki bağlamları dışında anlaşılamaması. İzole parçaların tekil özellikleri yoktur, bu özellikler ancak tabi oldukları bağlam içinde mevcuttur.”

Lewontin, DNA’yı öne çıkarıp bilinci öteleyerek çevreyi, geçmişi ve geleceği kavramanın mümkün olamayacağını söylüyor. Sonuçta bilinci işin içine katmak, hem doğanın zenginliğini hem de kişinin toplumla bağını geniş bir bakış açısıyla ele almak demek. Lewontin, kitap boyunca bunu, bilerek ya da bilmeyerek göz ardı eden meslektaşlarını ve ideolojileri eleştiriyor.
[email protected]

İdeoloji Olarak Biyoloji/ R. C. Lewontin/ Çeviren: Cengiz Adanur/ Kolektif Kitap/ 108 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler