Bazen yalnız yürümelisin

Rebecca Solnit, Elvan Kıvılcım’ın Türkçeye çevirdiği “Yol Aşkı-Yürümenin Tarihi”nde başlangıç, ilerleme ve varış omurgasına oturttuğu yürüme eylemini hayatla eşleştiriyor. İnsanın en önemli edimlerinden yürümenin, aynı zamanda bir kültür olduğunu söyleyen Solnit, yaşamın tarihiyle yürümenin tarihi arasındaki paralelliğe dikkat çekiyor.

Yayınlanma: 28.06.2016 - 12:42
Abone Ol google-news

Rebecca Solnit'in yakın zaman önce arka arkaya dilimize çevrilen üç kitabından Kaybolma Kılavuzu (diğer ikisi Yakındaki Uzak ve Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar'dı), yola ve yalnızlığın değerine vurgu yapıyordu. Solnit, orada yola çıkmak için herhangi bir amaca ihtiyaç duyulmaması gerektiğini, hem dünyada kalıp hem de ondan ayrı düşmeyi sağlayan yalnızlığın, kendisine ve insanlara neler katabileceğini anlatmıştı. Yolunu kaybetmenin, kendisi için acıklı bir havadan değerli bir deneyime nasıl dönüştüğünü okura aktarmıştı yazar. Amaçsızca gezinmenin ve bilinmeyene ulaşmanın, aylaklığı ve zamanı boşlukla doldurmayı çekici hale getirdiğini söylüyordu.

Solnit, Yol Aşkı-Yürümenin Tarihi'nde ise bu kez yolla beraber yürüme eylemine odaklanıyor. Yürümenin bazen kişinin içini boşaltma ve düşünme, bazen de tepki koyma anlamına gelebileceğini düşünen yazar, kendisini sadece bunlarla sınırlamıyor. 

SOKAKLAR VE KIRLAR BEKLİYOR”

Solnit, yürümenin içinin doldurulduğu ve anlamsızlaştırıldığı iki kategorileştirme yapıyor hemen lafa girerken: Bunlardan ilki, tüm dünyaya sesini duyurup bir şeyleri değiştirme uğruna harekete geçmek. İkincisi ise yazarın “ara zaman” dediği, kulaklığı takıp ya da cep telefonuyla ilgilenip iş bitirme amacıyla bir yerden diğerine gitmek. Bu, Solnit'e göre “yalnızlığa, sessizliğe ve bilinmeyenle karşılaşmaya karşı tampon görevi görüyor.” Biz bu duruma, hareketsiz hareketlilik veya Solnit gibi “insanın atıllaşması” da diyebiliriz. Edilgen bedenle hareket halinde ve görüp hisseden, daha doğrusu yaşayan beden arasındaki makas günden güne açılıyor. Mobilize olmaktan kendisini araçlara kıstırmayı, hatta onlara bağımlı hale gelmeyi anlayan insanları gördükçe Solnit endişeleniyor. Çünkü duran birey, beden ve zihninin birlikte çalışabileceğini, düşünmenin fiziksel ve ritmik olabileceğini unutuyor. Bu nedenle yazar, “sokaklar ve kırlar bekliyor” deyip adım atmaya başlarken yanına filozofları, şairleri, müzisyenleri, yazarları ve yürümeyi tutkuyla sevenleri alıyor.

Solnit'te göre yürümeyi anlatmak küresel, eylemin kendisi ise evrensel: “İdeal olarak yürüme zihnin, bedenin ve dünyanın, sanki nihayet birbiriyle konuşmaya başlamış üç kişi ya da aniden bir melodi oluşturan üç nota benzeri bir uyum içinde bulunduğu bir durumdur. Yürüme sayesinde bedenimizde ve dünyada var oluruz ancak onlar tarafından meşgul edilmeyiz. Bütünüyle düşüncelerimiz içinde kaybolmadan düşünmemiz mümkün olur.” Bir tür özgürlük, sürprizlerle karşılaşma ve zihin açma durumu... Bir araç veya amaç, yolculuk ve varış noktası... 

YÜRÜYÜNCE HAREKETE GEÇEN METAFOR

Solnit, tarihte önemli yeri olan bir edimden bahsediyor kitap boyunca. Tarihte gezinmenin doğasında ise “yoldan sapma ve saptırma” da mevcut: Niyetle sonun farklı olabilme ihtimali, yürümenin kimlik kartı gibi. Ama yürümeyi de yolundan alıkoyan, anlamını ve değerini bulanıklaştıran gelişmeler söz konusu; Solnit buna, boş zamanı yok etmek diyor: Olabildiğince planlanmış, belirsizlik ve sürprizlerden arındırılmış, verimli ve üretken yürüme! Bugün yürüdüğünü sanan fakat yanılan büyük bir kitlenin düştüğü bir tuzak o. Kentleri ve kent dışını adımlarken bakılan ama görülüp anlamlandırılmayan bir yürüyüş biçimi. Bunun ayırdına varıp hayret eden yazar, mağarasından çıkan filozoflardan, müzisyenlerden ve başka yazarlardan yardım alarak ilerliyor: Bir yandan yürüyor bir yandan da kendisinden seneler evvel yürüyen ve yürürken düşünenlerle bağ kuruyor. Böylece kendi gezintisi ve metni, çağları birbirine ekleyen ve düşünmenin sınırlarını sürekli genişleten bir kimliğe bürünüyor. Solnit, sayfa sayfa özgürlük açılımı yaptığı anlarda yürümenin baştan beri “gelişme yüzü görmemiş bir faaliyet” olduğunu da eklemeyi unutmuyor; bedenin, onunla kendisini yeryüzüne göre ölçüp biçtiğini not ediyor. Bu ölçüp biçme, kimi zaman bir keşif seyahatiyle kimi zaman bir hac yolculuğuyla ortaya çıkabilir. Bazen yazılan ve okunan bir hikâye, yazar gibi bizi de uzun ve simgesel bir yürüyüşe çıkarır. Solnit, bütün bunların kendi içinde farklı anlamlara ve değere sahip olduğunu anlatıyor.

Yürümek, düz anlamıyla da metafor olarak da yaşamımızda hatırı sayılır bir yere sahip; Solnit bunu da anımsatıyor bize: “Yürüme metaforu, biz gerçekten yürüdüğümüzde tekrar hayat kazanır. Yaşam bir yolculuksa o zaman gerçekten yolculuk yaptığımızda ulaşmaya çabaladığımız hedefler, kaydettiğimiz ilerlemeler, gözle görülür başarılar sayesinde metaforlar eylemlerle birleşir ve yaşamlarımız elle tutulur hale gelir. Labirentler, hac yolculukları, dağ tırmanışları, açık seçik ve arzu edilen bir varış noktası olan doğa yürüyüşleri; bunların hepsi, bize bahşedilen zamanı, duygularımızla kavrayabileceğimiz manevi boyutlara sahip -kelimenin gerçek anlamıyla- bir yolculuk şeklinde algılamamızı sağlar.” 

DÜNYAYI BAHÇEYE ÇEVİRMEK

Yürümenin romantik, simgesel ve sadece gitmek gibi anlamları bulunsa da onu, turizme dönüştürmenin geçmişi çok uzak bir tarihe dayanmıyor. Patikalarda hafif adımlar atmak veya dağlara tırmanmak, hobi haline getirilerek “temiz” yaşamımıza biraz “kirlenerek” dönmenin popüler bir aracı olarak algılanmaya başladı. Belki de tam tersi! Bu durum, Solnit tarafından tesadüflerin rafa kakması, yürümenin otomatikleştirilmesi biçiminde yorumlanıyor. Elbette hayli ince cümlelerle ve karşılaştırmalarla… Üstelik yürüyüş edebiyatından ve şiirinden uzun uzun örnekler vermesi, Solnit'in konuyu hem düşündüğünü ve bu babta kalem oynattığını hem de okura ana yola ulaşması için kimi çıkışlar yarattığını gösteriyor.

1892'de kurulan Sierra Kulübü'nden bahseden yazar, pek çok oluşum gibi bunun da dünyayı bahçeye çevirme türünden politik bir girişimde bulunduğunu belirtir. Asıl amaçları toprağı savunmak olan Sierra Kulübü, yürüyüşü sürekli kendini yenileyen bir erdem olarak görür ve açık havada bir şeyi yok etmeden, insanın kendisini sadece ayaklarından medet umarak var olması şeklinde tanımlar. Solnit, sonradan bazı bozulmalar yaşasa da bu kulübün, yürüyüşün evrensel kodlarının günümüze ulaşmasında önemli bir eşik olduğunu ve mirasından faydalananların bulunduğunu söylemeden edemiyor.

Bu geleneği izleyenlerin, keyif yürüyüşlerinin yapıldığı alanların sınırlarını kaldırarak dünyayı kamuya ait bir bahçe şeklinde görmeye başladığını da ekliyor Solnit. Ancak söz konusu sınırsızlığın epey bir mücadeleyle gerçekleştirildiğini vurgulayan yazar, keyif yürüyüşü için bazı şartların varlığını gündeme getiriyor: Boş zaman, gidecek bir yer ve sosyal kısıtlamalara maruz kalmayan sağlıklı bir bünye. Çalışma saatlerinin düzenlenmesinden halka açılacak alanlara ve kadınların tek başına sokağa çıkmasına yönelik çabalar, bu yürüyüş için girişilen mücadelelerden bazıları. Çünkü hayatın bir şekilde aktığı sokak ve doğa, çeşitliliğin ve özgürlüğün en bilindik simgesi olduğundan ona erişimde herhangi bir kısıtlama bulunmamalı. Buradan baktığımızda Solnit, yürümenin ve dışarıda olmanın, özgürlük ve keyifle bir araya gelebileceğinin altını çiziyor. Üstelik bu özgürlük ve keyif, faydacılığa hizmet etmek zorunda da değil.

 

BEDENDEN KOPAN GÜNLÜK YAŞAM

Yazar bize kendi deneyimlerinden parçalar aktarırken yürüyüşlerinde, zamanın değişen ve değiştiren gücünü nasıl öğrendiğini de aktarıyor. Sokağın ve doğanın müziğini işiten Solnit, hem yürüyüşüyle hem de kitapta anlattıklarıyla müşterek yalnızlığa dâhil olup yaşamların arasından hayalet gibi süzülürken protestolara, devrim ve direnişlere rastlıyor. Aynı zamanda insanı yürüyüşten soğutmak için tasarlanan günümüzün kimi kentleri ve onların banliyölerine de…

Solnit, yürüyecek mekânların azlığından yakınırken zaman yoksunluğunu da göz ardı etmiyor. İlham veren alanların talan edilmesine “makinelerin hızlanışını ve yaşamın da onlara ayak uyduruşunu” eklediğimizde, yazarın endişesi daha da belirgin biçimde ortaya çıkıyor. Dış mekânlar yok edildikçe ya da gidecek fazla yeri kalmayınca kendisini yürüyüş bandı ve spor salonlarında bulan insanoğlu, Solnit'in deyişiyle “bedenin erozyonuna karşı geçici bir önleme başvurur.” Bunun anlamı, günlük yaşamın bedenden kopuşundan başka bir şey değil; yazar, karşılaştığımız o durumu, yürüme kültüründen ve sanatından uzaklaşma olarak niteliyor.

Solnit, yürümeyi ve yürüyüş deneyimlerini anlatırken bu eylemin tarihine filozoflar, şairler, yazarlar, müzisyenler, bilim insanları ve aktivistlerin el verişine değiniyor. Dolayısıyla bu kültürü bütün boyutlarıyla masaya yatırıyor. Sonunda “Yürümenin geleceği var mı?” diye sorunca ileriye yönelik bir kaygıyı, fazla karamsarlığa kapılmadan bizimle paylaşıyor. 

Yol Aşkı-Yürümenin Tarihi/ Rebecca Solnit/ Çeviren: Elvan Kıvılcım/ Encore Yayınları/ 448 s.

 ‘Gezinmek kumar oynamaya benziyor’ 

Kierkegaard, evinde hemen hiç misafir kabul etmemiş ve aslında çok sayıda tanıdığı olmasına rağmen tüm hayatı boyunca arkadaşım diyebileceği biri hiç bulunmamıştır. Yeğenlerinden biri, Kopenhag sokaklarının Kierkegaard’un ‘kabul salonu’ olduğunu söyler ve sanki yazarın en büyük gündelik zevklerinden biri şehrin sokaklarını arşınlamaktır. İnsanlarla birlikte olmayan biri için insanların arasında olmanın; anlık karşılaşmalar, tanıdıkların selamları ve kulak misafiri olduğu sohbetler sayesinde belli belirsiz bir insan sıcaklığını iliklerinde hissetmenin yoluydu bu. Tek başına yürüyen biri, etrafındaki dünyanın hem içinde hem de dışındadır; yaşama bütünüyle katılmaz ama sadece bir seyirci de değildir.” 

Hac yolculuğu, kutsal olanın bütünüyle tinsel olmadığı ve manevi güce ait bir coğrafya bulunduğu fikrine dayanır. Hac yolculuğu, hikâye ve onun mekânına yaptığı vurguyla manevi ve maddi olan arasındaki çizgide yürür: Arayış, her ne kadar maneviyat için olsa da en maddi ayrıntılarda -Buda’nın doğduğu veya İsa’nın öldüğü, kutsal emanetlerin bulunduğu veya kutsal suyun aktığı yerde- gerçekleşir. Manevi ve maddi olanı uzlaştırıyor da olabilir çünkü hac yolculuğuna çıkmak, ruhun arzu ve inançlarının beden ve onun edimleri aracılığıyla ifade edilmesidir. Hac yolculuğu, inancı edimle, düşünmeyi gerçekleştirmeyle bir araya getirir ve kutsal olanın bir maddi varlığı ve mekânı olduğunda bu uyuma ulaşılması da çok makuldür…” 

Gezinmek ve kumar oynamak, bazı yönlerden birbirine benzer; her ikisi de sonuca ulaşmaktan ziyade olabileceklerle ilgili beklentinin daha çok haz verdiği, arzunun tatminden daha ön planda olduğu faaliyetlerdir.”     

 [email protected]


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler