Yere düşen saçlar...

Meme kanseri, her 8 kadından birini etkiliyor. Dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon 300 bin kadının meme kanseri olduğu tahmin ediliyor. Yaşla birlikte meme kanserinin görülme sıklığı da artıyor. 40 yaşından sonra yılda bir kez muayene ve radyolojik tetkiklerin yapılması gerekiyor.

Yayınlanma: 05.01.2019 - 13:07
Abone Ol google-news

Ebru Sema Demirbaş

Yönetmen Nejla Demirci’nin, meme kanserine yakalanan kadınların güçlenme öyküsünü anlattığı “Yüzleşme” belgeseli, belediyeler aracılığıyla yeni bir yolculuğa çıkıyor. Amaç, toplum sağlığına katkıta bulunmak, farkındalığı artırmak. İlk gösterim Kartal Belediyesi tarafından 20 Ocak’ta, saat 13.00’te, Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde yapılacak. Merzifon Belediyesi de belgeseli programına aldı. Demirci, “Meme kanseri politiktir. Kadınlar çok yönlü desteğe ihtiyaç duyuyor. Bu desteğin, yakın aile çevresinden başlayarak, belediyeler, sivil toplum örgütleri, Sağlık Bakanlığı, Sosyal Güvenlik gibi bütün kurum ve kuruluşları kapsadığını anlatmak istedim” diyor.

Bu konuda bir belgesel çekmeye nasıl karar verdin? 

Yolunuz onkolojiye düşünce, böyle bir travmanın içinden geçince, toplumun farklı katmanlarından meme kanseri yaşamış kadınlar tanıyınca, meme kanseri hakkında bir şey yapmamak imkansızdı. Biz kadınlar biliyoruz ki bir meme sadece bir memedir. Bu belgeseli herkesin izlemesini istiyorum. Özellikle de erkeklerin. Belki memeye meme gibi bakmayı sağlayabiliriz.

Şu anda nasıl bakıyoruz?

Meme kanseri yaşamış bir kadınla karşılaşan herkes, meme üzerine düşünmekten kendisini alıkoyamaz. Kanseri yaşayan kadın da bu süreçte, bir çok yükle birlikte, memesinin aslında erkek arzusu için karşı konulamaz bir oyun aracı, arzu nesnesi olduğunu fark eder. Büyük bir kısmının partnerleri tarafından terkedildiği bir sır değil. Ortaçağın kutsal memesinden, Rönesans’ın erotik memesine geçiş büyük ölçüde sanat ve edebiyatla oldu. Meme gittikçe, kadının bir uzvu veya bebeğini besleyen bir organı olmaktan uzaklaştı. Bunu erkek sanatının yaptığını düşünmeliyiz.

Nejla Demirci: Her şeyden önce erken tanıdan sorumlu kurumları işaret etmeyi, her kadının bedenine sahip çıkması gerektiğini ve özellikle 40 yaş sonrası kontrolün kadının kendi insiyatifine bırakılmayacak bir mese olduğunu anlatmak istedim.

Tablo kadınlar açısından ağır görünüyor...

Tarihsel olarak baktığımızda kadın memesine erotik anlamların yüklenmesi bir erkek işi. Bunun sonucunda meme ticarileştirildi ve sisteme para kazandıran bir malzeme oldu. Korse, sutyen, dikleştirici kremler ve en nihayetinde günümüzde yapılan türlü cerrahi operasyonlar... Küçük meme, küçük kalça, büyük meme, büyük kalça... Bizi biz olmaktan çıkaran bir bombardımanı altındayız. İster istemez kendine estetik bir biçim belirliyoruz, o elimizden kayınca da var oluşumuz bitiyor.

Belgeseli çekerken en çok neden etkiledin?

İş hayatında, özel yaşamında her an değer üreten, fedakarlıklar yapan, çocuk doğuran, iyi günde de kötü günde de kocasının yanında olan, görünmez ve duygusal emeğini ortaya koyan kadın, bir gün memesinin tamamını veya bir parçasını kaybettiğinde partnerini de kaybediyor. İşte bu noktada zayıf düşebiliyor. Sistem memeyi habire sömüyor. Kadın meme kanseri olduğunda da... Kadınsa kanseri yaşarken yoksullaşıyor, kimsesizleşiyor. Bu çok ağır bir süreç. Hiçkimsenin kadına bunu yaşatmaya hakkı yok. “Memem var ya da yok. Büyük ya da küçük. Sarkık ya da dik. Kimseyi ilgilendirmez. Benim bedenim.” Tedavi sürecinde kadın bunu söyleyerek güçleniyor. Ona engel olan her türlü içsel ve kadına yüklenen bir yığın engelden kurtuluyor. Ya da hastalık sürecini, yaşamını yönetemeyecek kadar sağlıksızlaşıyor, yalnızlaşıyor. Bu çok korkunç. Tedavisi sürecinde, bu bahsettiğim kollektif bilincin, doğal bir vücuttan bahsetmeyi bize nasıl da unutturduğunu da öğreniyoruz... Meme kanseri bu yüzden politiktir.

SARSAN SAHNE: Film, 44 yaşındayken meme kanserine yakalanan Ebru Sema Demirbaş’ın hikayesine odaklanıyor. Riva deresinin kenarındaki saç kazıtma sahnesiyle başlıyor. Yere düşen saçlar daha ilk sahnede insanı sarsıyor. Film, özellikle kemoterapi ve sosyal yaşama dair ufuk açıcı sahnelerle ilerliyor. Hastalığı geride bırakan kadınların ve bir erkeğin dirence dönüşen mücadelesini ve dayanışmasını anlatıyor. Ebru’yla birlikte, teşhis konulduğunda 13 haftalık hamile olan ve bebeğini kucağına alabilen Nuray Güvendi’nin, milli kaleci Nurcan Çelik’in, bir erkek olarak binde bir ihtimali yaşayan Sergun Ağar’ın da yaşamından kesitler izliyoruz. Film, sarsıcı başlasa da sonunda umut veriyor. Demirci, yalnızlıktan çıkabilmenin yolunun paylaşmak ve dayanışmak olduğunu söylüyor: “Anlatmaya çalıştığımız hepimizin ihtiyaç duyduğu güçlenme hikayesi...”

Çekim hazırlığını nasıl yaptın?

İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi sadece bir fakülte değil, tıp etiğinin, iyi hekimlik ilkelerinin öne çıktığı bir fakülte. İlgili bölümlerin hekimleriyle bu belgesel hakkında ilişki kurduğumda bana meseleye daha katmanlı bakmamı sağladılar. Meme kanseri yaşayan kadınların içinde bulunduğu zorlukları kendi hastalarıyla beni karşılaştırarak da beni meseleye yakınlaştırdılar. Görüştüğüm her hekim böyle bir çalışmaya ihtiyaç olduğunu söylüyordu. Uzun bir ön hazırlık dönemi geçirdim bu üniversitede. Bu süreçte kadınların yaşadığı travmanın çok yönlü olduğunu ve bu travmanın giderilmesi, hafifletilmesi için çok yönlü çalışmalara ihtiyaç olduğunu gördüm.

Belgeseldeki kadınları nasıl seçtin?

Yüzlerce farklı ve bir o kadar birbirine benzeyen kadın hikayeleri tanıdım. 400 hastanın duygusundan geçtim. Belgeselde izlediğiniz karakterlerime ise gördüğüm anda karar verdim. Bu sadece onların hikayelerinin çarpıcı olmasıyla alakalı değil… Mantıkla da alakalı değil… Anlatılması zor başka süreçler bunlar… Sezgisel… Bir şey oluyor, “işte bu kişi” diyorsunuz.

Nejla Demirci, Sergun Ağar

Filmde bir de erkek karakter var...

Erkeklerin momografi çektirebildiklerini ben de bilmiyordum. Sergun’un (Sergun Ağar) momografisi öyle biz zamana denk geldi ki benim şaşkınlığım Ebru üzerinden belgesele geçti. Sergun, tanıştığımız bir kaç dakika içerisinde bana kadına ait bir hastalığın travmasından nasıl geçmiş olduğunu yaşattı. Bütün karakterlerimin hastalık öyküleri hakkında hekimleri tarafından derinlemesine bilgilendirilmiştim.

Belgeselin belediyeler aracılığıyla gösterilecek... İlk gösterim Kartal’da...

Ayşen Köse ile Çapa’da radyoloji bölümünde tanıştım. O sıralar ben de çekimlere yeni başlamıştım. Ayşen’in, memesindeki kitleyi, daha kitle olmadan yani başlangıç aşamasında farkettiğini öğrendiğimde çok sevinmiştim. Sadece cerrahi operasyonla bu hastalığı bertaraf edeceğini söylediğinde onun çok şanslı olduğunu düşünmüştük. Kemoterapisiz ve radyoterapisiz meme kanserini bertaraf etmek şansla alakalı değil, dedi Ayşen. Amcası Kartal Belediye Başkanı Dr. Altınok Öz, Ayşen’e genetik yatkınlığı olduğunu ve memesini nasıl takip etmesi gerektiğini sıkı tembihlemiş... Sonra Ayşen bizim ekibe katıldı. Saç kesim sahnemizde görüyoruz kendisini... Bizim bütün arzumuz, olası meme kanserini Ayşen gibi başlangıç aşamasında farketmek. Bu sebeple belediye gösterimlerinin ilk durağının Kartal Belediyesi olması bizim için çok anlamlı.

Meme kanserini geride bırakan kadınları anlatan ‘Yüzleşme’ üç kez En İyi Belgesel ödülünü aldı.

Film başka nerelerde gösterilecek?

Merzifon Belediyesi, “Yüzleşme’yi gündemine aldı. Çok yakında tarihler belirlenecek. Merzifon’a bağlı bütün köylerden seyirci taşıyacaklar. Bazı görüşme halinde olduğumuz belediyeler de kendi imkanları ölçüsünde meme kanserine ilişkin bir dizi çalışma yapmayı da hedefliyor. Düşünülen çalışmaların içeriği hakkında ben fazla bir şey söylemeyeyim... Meme kanseri toplum sağlığını ilgilendiren toplumsal bir konu. 40 yaş sonrası kontrol şart. Kontrol kişinin insiyatifine bırakılmamalı. Belediyeler tanı süreciyle ilgili desteklenirse, daha çok kadın erken tanıyla hastalığın üstesinden gelir diye düşünüyorum.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler