"Rıza konusunda kadının 'Hayır' demesini aramak bile yanlış"

"Şu anda Türkiye’de yasalar ailede reis filan yok diyor, nikâhlı eşin bile olsa kadın istemezse tecavüzdür diyor. Oysa devlet politikası ve propagandası bu yasaların tam tersi yönde. Ailede, toplumda, devlette reise biat üzerine kurulu bir propaganda var."

Yayınlanma: 10.02.2019 - 22:40
Abone Ol google-news

Feminist avukat Hülya Gülbahar, Eşitlik İzleme Kadın Grubu’nun (EŞİTİZ) kurucularından ve sözcülerinden. Yıllardır hem kadınlarla omuz omuza mücadele ediyor hem de kadın düşmanı yasaların değiştirilmesi için savaşıyor. Kadınlarla birlikte çok şey başardılar. Evlilik içi tecavüz dahil pek çok suç tanımının yasalarda yer almasını sağladılar. Binbir emekle elde edilen kazanımlar, Şule Çet davasıyla birlikte yeniden tartışma konusu oldu. Öte yandan İstanbul Sözleşmesi’ne karşı yürütülen algı operasyonları sürüyor. Gülbahar, “Bu kampanya çok ciddi. Aslında medeni yasa rafa kalksın, aile reisliği yeniden getirilsin, evlilik içinde edinilen mallar eşit paylaşılmasın ve kadının ev içi emeğine erkekler el koyabilsin, kadının miras hakkı yüzde 50 azaltılsın, 6284 sayılı yasa tümden kaldırılsın, İstanbul Sözleşmesi’nden de imzamız çekilsin isteniyor” diyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

Fotoğraf: Kurtuluş Arı

Eşitlik yerine erkeğe itaat üzerine kurulu içeriksiz bir adalet savunusu yapılıyor. Erkeklerin de kafası karışıyor, yargının da… Yazılı yasalar mı uygulanacak, yüzyılların alışıldık kuralları, gelenek ve görenekleri mi? Erkeklerin işine ikincisi geliyor çünkü bu sayede imtiyazlı cins olmanın tüm nimetlerinden yararlanmaya devam ediyorlar.

-Şule Çet davasının ilk duruşmasında yaşananlarla ilgili ne düşünüyorsun? Kadın hareketinin bunca yıllık emeği bir yanda, sanık avukatlarının savunması diğer yanda… Emekler boşa mı gidiyor?

Şule Çet davası, medyanın, yargının hatta toplumun nasıl bir hayat istediği, kadınlara nasıl bir hayat hakkı tanıdığı konusunda topyekün bir sınava dönüştü. Dava dosyasını fiziken inceleyemedim. Duruşmaya katılan kadınlar ve basın üzerinden izliyorum ben de… Sanık avukatlarının savunma konusundaki talihsiz çırpınışlarına bakarak, kadın hareketinin bunca yıllık çabalarının boşa gittiğini düşünmüyorum. Hatta tam tersini düşünüyorum. Yıllardır, kadın cinayetleri konusunda gerçek istatistikler olmadığını, birçok kadın cinayetinin “intihar, kaza, zehirlenme, kayıp” denilerek üstünün örtüldüğünü iddia ediyorduk. Şule Çet davası da, bu tür “sözde intihar”lardan biri olarak tarihe geçecekti. Kadınların çabası ile “tecavüz bağlantılı cinayet” olarak bir kamu davası açılması sağlandı. Tam da bu süreçte, Ocak ayında Urfa’da intihar süsü verilmiş bir kadın cinayeti daha ortaya çıkarıldı. Esma Kurt, Şule Çet gibi 23 yaşındaydı… Ben bunun da, Şule Çet davası ile yaratılan sorgulama sayesinde olduğuna inanıyorum.

-Dava dosyasına, “erkeğin yalnız yaşadığı evine giden cinsel ilişkiye rıza göstermiş sayılır” diyen bir rapor sunuldu…

Dosyaya “bilirkişi raporu” diye sunulan bu görüş, sanık avukatlarının haricen aldıkları bir “uzman mütalaası”. Bir tür “uzman tanıklık/expert witness”. Türkiye’de bu kavram hala çok tartışmalı. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 293. maddesi uyarınca taraflar, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Ama adı üzerinde bunun “bilimsel” olması gerekir. Hukuk alanında bilimsellik ise yürürlükteki yasal mevzuat, bağlayıcı uluslararası sözleşmeler, bu çerçevede verilmiş güncel yargı kararları ile karşılaştırmadan doğar. Bunların hepsini yok sayıp, onyıllar öncesinde kalmış yasalara, bu yasalara dayanılarak verilmiş bir Yargıtay kararına atıf yaparak “bilimsel” bir mütalaa vermiş, uzman tanıklık yapmış olamazsınız. Hayat sizi de, uzmanlık iddianızı da geri püskürtür.

ERKEKLERİN CİNSEL İLİŞKİDEN ANLADIĞI...

-Evlilik içi tecavüz suçu yasalaşalı uzun zaman oldu, yargının bu konudaki işleyişini nasıl gözlemliyorsun? Kağıt üzerinde mi kaldı?

Bir anlamda, evet kağıt üzerinde kaldı, bir anlamda hayır. Hukuk bir mücadele alanı. Egemenlerin bir tahakküm aracı olarak da kalabilir, ezilenlerin bir adalet arayışı da olabilir. Türkiye tarihini biliyoruz, bu nedenle İngiliz hukukundan örnek vereyim, orada da vaktin bir zamanında “gelin satın alma” uygulaması vardı ve boşanma hakkı yalnızca kocaya tanınıyordu. Onlar kadınların mücadelesi sayesinde bu geleneklerini aşarak bugünlere geldi. 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu’nun hazırlık sürecinde kadınlar olarak “evlilik içi tecavüz de suç olmalı” demiş ve bunun mücadelesini vermiştik. Ordinaryus profesör, tüm ceza kanunlarımızın yapıcılarından Sulhi Dönmezer ise “nasıl yani, uyuyan karımın üzerinde şehvetimi giderdiğimde, tecavüzcü mü olacağım” diyerek itiraz etmişti.. Bizler de “kimsenin sabah seksi gibi fantezilerine diyeceğimiz bir şey olamaz, ama nikahlı eş de olsa, rıza yoksa cinsel ilişkiye zorlanamaz” demiş ve eklemiştik “bizler cinsel ilişkiyi, iki taraflı bir ‘sevişme’ etkinliği olarak görüyoruz; birinin diğeri üzerinde ‘şehvet giderme hakkı’ olarak değil”… Bizler bu tür sözlerimiz nedeniyle yargılandık. Neyse ki AİHM’de de olsa beraat ettik. Sayın Dönmezer de vefat etti. Bunu şimdi hatırlatma nedenim, ordinaryus profesör de olsa, erkeklerin cinsel ilişkiye Türkçenin en güzel kelimelerinden biri olan “sevişme” üzerinden değil, “kadın üzerinde kendi şehvetini giderme” üzerinden bakmaya 2019 yılında hala devam etmeleri… Şule Çet davasında da bu bakış açısının uzantılarını görmüyor muyuz? Erkekle tokalaştıysa, buluştuysa, bira içtiyse, onun mekanına gittiyse “onun şehvetini gidermek zorundadır!” Pardon da, neden?

HUKUK ARTIK AÇIK VE NET BİR EVET ARIYOR

- Kadın hayır diyorsa, hayırdır diyorsunuz ama öğretemiyorsunuz...

Cinsel ilişkiye rıza konusunda kadının “Hayır” demesini aramak bile yanlış diyorum! Kadının özgür bir rıza ile açık ve net bir “evet” demesi gerekir diyorum. Açıkça evet dememişse, bu hayır demektir. Dünya hukukunda yeni yaklaşım bu… Kadınlara karşı cinsel suçlar, suç değildi bir zamanlar. Kadınların mücadelesi sonucunda suç olarak tanımlandığında ise, sadece kadının direnmesi, bağırıp çağırması halinde suç olarak görüleceği söylendi. Kadının tecavüz ihtimali karşısında nasıl bloke olabileceğini, tecavüz ile can güvenliği riski arasında sessiz kalabileceğini hiç hesaba katmayan bir evreydi bu. AİHM, kadının tecavüz sırasında sessizce ağlamasını bile, “hayır” anlamında yorumladı. Böylece kadınlara karşı cinsel suçlar konusunda direnmek gerekmez, “hayır” anlamına gelen her türlü tavır yeterlidir evresine geçtik. Ama bu da artık yetersiz bir hukuki yaklaşım. Şu anda birçok ülke hukuku, cinsel ilişkiye rıza konusunda, kadının “hayır” demesini değil, açık ve net bir “evet” demiş olması koşulunu arıyor.

Türkiye’nin de tarafı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nin 36. maddesine göre; “Rıza, mevcut koşullar bağlamında değerlendirilmek üzere, şahsın özgür iradesi sonucunda gönüllü olarak verilmelidir”. Yine sözleşmenin sorgulamalar ve kanıtlarla ilgili 54. Maddesi de,“herhangi bir hukuk veya ceza davasında mağdurun cinsel geçmişi ve davranışıyla ilgili var olan kanıtlara yalnızca davayla ilgili ve gerekliyse izin verilir” diyor. Ancak örneğin Şule Çet davasında mahkeme, savunma avukatlarının buna aykırı hiçbir girişimini engellemediği gibi; kendisi de "erkek arkadaşı evine gelir miydi?" gibi sorularla 54. maddeyi ihlal ediyor.

-Yargı, hukuk kurallarını olması gerektiği gibi uygulamamakta neden direniyor?

Kabullenememe ve intikam refleksi. “Ama şimdi de erkekler mağdur oluyor” edebiyatı... Yeni TCK’da vaginal, anal, oral her türlü istenmeyen ilişki yöntemi tecavüz olarak tanımlandığında, anlı şanlı kimi hukukçular “kadının burnuna parmak sokulsa, bu da mı tecavüz olacak” diye soran makaleler yazmışlardı. Aynı şey mi bu? Ayrıca senin parmağının ne işi var kadının burnunda? Kadınlar üzerindeki iktidarlarını kaybetmek istemeyen erkekler, bu iktidarı sınırlayan her türlü girişime karşı çıkıyorlar. Cinsellik sözkonusu olduğunda, bir kadının kendilerine hayır diyebilme ihtimalini asla kabul etmek istemiyorlar. Barışta mülkleri, savaşta ganimetleri sanıyorlar kadınları. En entellektüel, en kadın dostu görünen erkekler bile, kadını istemedikleri bir ilişkiye zorladıklarında neden reddedildiklerini anlayamıyorlar, reddedilmeyi hazmedemiyorlar. Erkek denen o yüce varlık, lütfedip seni öpmek, okşamak istemiş, sen ise hayır diyeceksin, üstüne üstlük bir de suç duyurusunda filan bulunacaksın. Olabilemez.

- Türkiye’de pratikte olmasa da yasalar kadının lehine diyebilir miyiz?

Şu anda Türkiye’de yasalar erkeklerin iktidarlarını sarsıyor. Yasalar, ailede reis filan yok diyor, nikahlı eşin bile olsa kadın istemezse tecavüzdür diyor, kadının ev içi emeği senin dışarıdaki emeğinle eşit ekonomik değerdedir, bu nedenle evlilikte edinilen tüm mallar eşit paylaşılacak diyor… Oysa şu anki devlet politikası ve propagandası bu yasaların tam tersi yönde. Ailede, toplumda, devlette reise biat üzerine kurulu bir propaganda var. Eşitlik yerine erkeğe itaat üzerine kurulu içeriksiz bir adalet savunusu yapılıyor. Erkeklerin de kafası karışıyor, yargının da… Yazılı yasalar mı uygulanacak, yüzyılların alışıldık kuralları, gelenek ve görenekleri mi? Erkeklerin işine ikincisi geliyor çünkü bu sayede imtiyazlı cins olmanın tüm nimetlerinden yararlanmaya devam ediyorlar.

EVLİLİK AFFI ÇOCUKLARIN GELECEĞİNİ KARARTIR

- Evlilik affı denilerek çocuk istismarına af getirilmesi gündemde… Bu konuda neler düşünüyorsun?

2001’de Medeni Yasa tartışmaları sırasında TBMM’de her siyasi görüşten erkekler tek vücut olmuş, bir avuç kadına karşı evlilik yaşını indirmek için uğraşıyordu. Büyük uğraşlarla evlilik yaşını 17 yapabildik. Talebimiz 18 olmasıydıi. Hep aynı itiraz: “Türkiye gerçekleri”. 2003-2004 TCK sürecine geldik yine aynı tablo. Ama bu kez daha da kalabalık bir kadın grubuyduk. Yine karşımızda her siyasi görüşten erkek topluluğu. Biz cinsel ilişkiye rıza yaşının yükseltilmesini istiyoruz, onlar indirilmesini… Hayatımın en acı verici mücadele süreçlerinden biri idi. Cinsel ilişkiye rıza yaşını TCK’ya 15 olarak yazdırdık. Buna rağmen, yasalardaki ne evlilik yaşını, ne de çocuklarla cinsel ilişki yaşını asla kabul etmediler. Farkındaysanız, TCK’nın en çok değiştirilen maddeleri cinsel suçlar ve çocuklarla ilgili maddeler. Bu maddeler Anayasa Mahkemesi kararları da kullanılarak sürekli gündemde tutuluyor. Kamuoyuna cezaları artıracağız diyorlar, ama yapılan “sarkıntılık” gibi kavramlar getirilerek örtülü aflar çıkartılması, 15 yaşın yanına 12 yaş gibi ara bir kademenin daha eklenmesi. Maalesef Adalet Bakanı Bekir Bozdağ bu tartışmalar sırasında, yasadışı çocuk evlilikleri düğünlerine kendisinin, bürokratların da katıldığını, takı taktıklarını filan anlatmıştı. “Çocukların ‘rızası’ varsa, aileler de onaylıyorsa ne sorun var” diyordu! Maalesef şu anda yargı, bu tür demeçlerin de etkisiyle çocuk istismarı davalarında “çocuklar birbirini seviyor, aileler de onaylıyor” diyerek beraat kararları verebiliyor. Daha geçenlerde, babası yaşındaki adamın istismarına maruz kalan Suriyeli bir kız çocuğunun istismar davasında, Suriye yasaları böyle denilerek tecavüz failine beraat kararı verildi. Zaten Suriye’de erkek çokeşliliği var, kadınlar mağdur oluyor, Türkiye’de de resmi hale getirelim diye niyetlenenler var.

- Anayasa Mahkemesi’nin resmi nikah olmadan dini nikah yapılmasını suç olarak düzenleyen TCK maddesini iptal etmesinin sürece etkisi ne oldu?

Etkisi oldu elbette, o madde erken yaşta zorla evlilikler ve erkek çokeşliliği önündeki en önemli frenlerden biriydii. Artık böyle bir fren yok. Üstüne üstlük, bir de müftü nikahı getirildi ve bu yasada müftülerin nikah kıyma yetkisini imamlara devredebilmesi sağlandı. Yasa hala Anayasa Mahkemesi’nde beklemede. Anayasa Mahkemesi en azından ülkedeki diğer inançlar açısından açıkça ayrımcılık oluşturan bu yasayı hala neden iptal etmiyor? Basından insanların müftülük nikahına nasıl zorlandığına yönelik haberler okuyoruz. Örneğin AKP’li Ümraniye Belediyesi’nde nikah için başvuran çiftlere 500 TL gibi masraflar çıkartılıp, müftülük nikahı yaptırın, o bedava deniyor. Oysa ki, örneğin Şişli Belediyesi’nde resmi nikah işlemleri bedava.

-Mağdur olduğunu söyleyen bir grup da var… Sosyal medyada da aktifler af istiyorlar...

Şimdi, siz yasaları topluma doğru dürüst anlatmadığınız ve uygulamadığınız için birtakım insanlar mağdur olmuş olabilir. 15 yaşın altındaki çocuklarla, kendisi ister görünse bile cinsel ilişkiye asla girilmeyeceğini bilmiyor olabilirler. Topluma bunu öğretmek devletin görevi. Ensar Vakfı gibi dini vakıflar eliyle “değerler eğitimi” adı altında çocuklara “güzel ölmek, şehit olmak” anlatılır; cinsiyetçi kodlar aşılanırken, neden okullarda doğru düzgün bir cinsellik eğitimi verilmez? Bu eğitimi vermeye çalışan STK’lar okullardan dışlanır, eğitmenler “çocuk pornografisi” gibi saçma sapan iddialarla ceza mahkemelerinde yargılanır?

-Sonunda af getirilirse ne olur?

Bir avuç mağdurun, mağduriyetini gidereceğiz diyerek çocuk istismarında af getirmek, çocuk evliliklerini teşvik etmek, tecavüzcü ile evliliği yeniden hortlatmak demektir. Mağduriyet varsa, sosyal devlet olarak erken evlilik ve doğum yapmış kadınlara sosyal destek verilsin. Çocuklarına kreş sunulsun, kendilerine iş bulunsun. Zaten bunların sayısı ne kadar, onu bile bilmiyoruz. Bir avuç mağdura çözüm bulacağız diye, milyonlarca kız çocuğunun hayatını ve geleceğini karartmak niye?

KADIN CİNAYETİ CİNSKIRIM BOYUTUNDA

-Şiddet de olsa aileyi bir arada tutma anlayışı özellikle iktidar kanadından siyasi bir söylem olarak tepemizde… Bu söylemin sonuçlarını değerlendirir misin?

Kadınlara aile dışında bir hayat hakkı tanınmak istenmiyor. Mümkün olan en erken yaşta evlensin ve doğurabileceği kadar çok çocuk doğursun, ana politika bu. Kadınlara dayatılan bu aile anlayışı da sorunlu. Erkeğin reisliğini, otoritesini kabul üzerine kurulu, eşitsiz, hiyerarşik. Kadın her türlü özveride bulunarak çalışıp çabalayacak, her türlü şiddeti sineye çekecek ve aileyi bir arada tutacak; bu aileler de toplumu bir arada tutacak. İmkansız model. Ders kitaplarına bile “erkeğe hizmet ibadettir” yazsan, erkeği kadının tanrısı ilan etsen ne olacak? Buradan sadece ve sadece şiddet doğar ve doğuyor da… Bu yüzden Türkiye, kadına karşı şiddetin her alanda arttığı, kadın cinayetlerinin “cinskırım” boyutuna ulaştığı bir ülke oldu.

-Şiddete karşı TCK ve 6284 sayılı yasa etkin olarak uygulanıyor mu?

Hayır. Devlet kadına yönelik şiddeti körüklemek dışında, önlemek için herhangi bir şey yapıyor mu? Hayır. Büyük reklamlar yapılan panik butonu, elektronik kelepçe gibi uygulamalar hep “pilot uygulama” ile sınırlı kalıyor. Koskoca Türkiye’de panik butonu verilen ya da elektronik kelepçe uygulanan vaka sayıları komik ötesi. 25-30’u geçmiyor. Size birkaç rakam daha vereyim. 2016 yılında 6284 sayılı şiddet yasası kapsamında koruyucu tedbir kararı verilen 54.269 kadından kaçına yasa gereği geçici maddi yardım verilmiş dersiniz?

- Kaç kadına verilmiş?

Üzgünüm, sadece 10 kadına. Kaç kadına çalışması için çocuk bakım desteği verilmiş? Sadece altı! Hatırlatayım ki, bu kadınların 42.351’ine hayati tehlikesi bulunduğu için geçici koruma kararı verilmiş. Geçici koruma kararı dediğimiz şey ise, kadına mahalle karakolunun telefon numarasını yazıp vermek. Kadın zaten karakolun telefon numarasını biliyor. Telefon numarası öğrenmek için savcılık, aile mahkemesi ile uğraşmasına gerek yok ki… Kaç kadına sığınık ya da barınma yeri sağlanmış? 9.429. Yani bu 55 bine yakın kadın içinden en azından 10 bini evinde bile duramayacak kadar ciddi can güvenliği riski altında. Bunlar aile bakanlığının resmi rakamları. Sonuç olarak hayatının tehlikede olduğunu söyleyen ve bunu devletin de kabul ettiği kadınlara verilen destek bunlardan ibaret.

NAFAKA TAVİZİNDE ARKASI GELİR

- 6284 sayılı şiddet yasasına ve İstanbul Sözleşmesi’ne karşı yürütülene kampanyaları nasıl değerlendiriyorsun? Ciddiye almamak mı lazım almak mı lazım?

6284 sayılı şiddet yasasının ve Şiddete Karşı Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin aileleri dağıttığı yönünde dev bir propaganda var. Ama size rakamları verdim. Uygulanmıyorlar ki! Uygulansalar, aslında ülkede daha çok şiddetsiz, mutlu ve huzurlu aile, ilişki olacak. Bu kampanya çok ciddi. Devlet bürokrasisinin, yargının, medyanın ciddi bir bölümü, bu kadın hakları karşıtı kampanyayı destekliyor. Önce “boşanmış babalar” sonra “mağdur babalar” olarak, şimdi de sanırım “dağılmış aileler” gibi çeşit çeşit adlar alarak bu kampanyanın başını çeken bir ekip var. Vitrinlerine daha çok kadınları çıkartarak yürütüyorlar kampanyalarını. 24 Haziran seçimlerinde sadece AKP’li siyasetçileri değil, CHP’li, Saadet Partili gibi değişik siyasi görüşlerden siyasetçileri de kattılar kampanyalarına. Önce TBMM Boşanma Komisyonu Raporu’nda olduğu gibi, 6284 yasa ve medeni yasada kimi değişiklikler yapılsın, İstanbul Sözleşmesi’nin kimi maddelerine çekince koyulsun diyorlardı. Osmanlı Ocakları gibi kimi yapılar da bu kampanyaya katılınca işin rengi belli oldu.

- Ne istiyorlar?

Aslında medeni yasa rafa kalksın, aile reisliği yeniden getirilsin, evlilik içinde edinilen mallar eşit paylaşılmasın ve kadının ev içi emeğine erkekler elkoyabilsin, kadının miras hakkı yüzde 50 azaltılsın, 6284 sayılı yasa tümden kaldırılsın, İstanbul Sözleşmesi’nden de imzamız çekilsin isteniyor. Şu anda özellikle boşanan kadının nafakasına göz dikmiş olan bu kampanya çok önemli. İlk tavizi kopardıkları anda arkası çorap söküğü gibi gelecek. Çocuk istismarında “evlilik affı” da bu kapsamda bir talep. Bu kapıyı bir kez açtıklarında, onun da arkası evlilik adı altında çocuk istismarları, tecavüzcü ile evlilik, yasallaştırılmış erkek çokeşliliği olarak gelecek.

MÜCADELEYE DEVAM!

- Son olarak tüm bu tartışmaların ve şiddetin ortasındaki kadınlar yapacak? Sonrasına dair önerilerin, mesajın var mı?

Türkiye’deki kadın cinayetlerinin nedenlerine bir bakalım. Kadınlar, siyasi görüşleri ne olursa olsun, şiddetsiz bir hayat için, boşanma hakkı için, çalışma hakkı için, miras payına ve gelirine sahip çıkmak için mücadele ediyor; bazıları bu nedenle öldürülüyorlar. Tek tek mücadele eden bu kadınların hepsi, bu mücadelede canlarını ortaya koyduklarını biliyor ama yine de vazgeçmiyorlar. Vazgeçmeyecekler.

Ya kadın hareketi?

Türkiye kadın hareketi çok güçlü bir siyasal ve toplumsal hareket. Biz bu Anayasayı, yasaları büyük mücadelelerle değiştirdik, bugüne getirdik. Türkiye’de kadınların yüzde 86’sı bağımsız kadın örgütlerine güveniyorsa, işte bu yüzden. Bunu, kadınlar olarak ortak sorunlarımızı siyasi görüş farklılıklarına takılmadan, ortak mücadele konumuz yaparak başardık. Gerektiğinde kendi siyasi partilerimizle, örgütlerimizle de dövüşerek başardık. Bu sayede, örneğin kendilerine muhafazakar, dindar, milliyetçi, cumhuriyetçi diyen kadın ve erkekler arasında bile 2018 yılında “bir erkek ailesinin dirlik ve düzeni için zaman zaman şiddete başvurabilir” diyenlerin oranı sadece ve sadece yüzde 5… (Kadir Has Üniversitesi Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması, 2018). O zaman soru şu: Marjinal olan kim? Yüzde 86 mı? Yüzde 95 mi? Geçiniz. Araştırmaların hata payı olarak yüzde 10 da düşsek, yüzde 20 de düşsek, marjinal olan eşitlik, adalet ve özgürlük karşıtları. Türkiye kadın hareketi, feministler, herkes için eşitlik, özgürlük ve adalet vaat eden toplumsal bir güç olarak çaba harcamaya devam edecek. Bu bilinç ve moralle, mücadeleye devam.

Uluslararası Ceza Mahkemesi Usul ve Delil Kuralları madde 70’e göre:

- Zor, tehdit, şiddet ya da zorlayıcı bir çevrenin avantajı kullanılarak mağdurun gönüllü ve sahih rıza gösterebilmesi zayıflatıldığında, rıza mağdurun sözlerinden ya da davranışından çıkartılamaz.

-Mağdur, sahih rıza gösteremediğinde, bir mağdurun sözlerinden ya da davranışlarından rıza çıkartılamaz.

-Cinsel şiddet iddiasında mağdurun susmasından ya da direnç göstermemesinden rıza çıkartılamaz.

-Bir mağdurun ya da tanığın inanılırlığı, karakteri ya da cinselliğe yatkınlığı, mağdurun ya da tanığın önceki ya da sonraki cinsel mizacından çıkartılamaz.” Kural 71’e göre ise “… bir mağdurun ya da tanığın önceki ya da sonraki cinsel davranışına ilişkin delil kabul edilmeyecektir.

 

 

Şule Çet

 

 

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler