Birleşmiş Milletler barış elçisi ve dünyaca ünlü primatolog Dr. Jane Goodall’ın 1991’de başlattığı Roots & Shoots programı bugün 75 ülkede çocukları, gençleri ve toplulukları güçlendiren küresel bir harekete dönüştü. Türkiye’de ise gençlerin doğaya, hayvanlara ve yaşadıkları çevreye ilişkin üretmek istediği çözümler bu hareketi hızla büyütüyor.
Roots&Shoots Türkiye Direktörü ve Jane Goodall Enstitüsü Roots&Shoots Küresel Komitesi Eş Başkanı Aslıhan Niksarlı ile hem oluşumun kuruluş öyküsünü hem de gençlerin dönüştürücü gücünü konuştuk.

- “Roots&Shoots Türkiye” olarak kuruluş sürecinizi ve bugüne kadar önemli dönüm noktalarını paylaşır mısınız?
Roots & Shoots Türkiye’nin kuruluş hikâyesi yaklaşık yedi yıl önce, Jane Goodall Enstitüsü ile yürüttüğüm şempanze refahı üzerine bir çalışma sırasında başladı. Bu süreç, Jane Goodall Enstitüsü bünyesinde, çocuklar ve gençleri desteklemek için kurulan Roots&Shoots programını daha yakından tanımamı sağladı ve kısa sürede Türkiye’de çocukların ve gençlerin meraklarının peşinden gidebilecekleri, çevresel ve toplumsal sorunlara çözüm üretebilecekleri katılımcı bir alana duyulan ihtiyacı fark ettim.
O dönemde, Türkiye’den üç genç küresel ofise yazıp “Türkiye’de Roots&Shoots faaliyetleri var mı?” diye sordu. Ardından farklı gençlerden benzer mesajlar gelmeye başladı. Gençlerden gelen bu talep, kuruluş sürecimizi hızlandıran en önemli motivasyonlardan biri oldu. Böylece hem gençlerin ihtiyacı hem de uzun zamandır bu alanda düşünen kişilerin bir araya gelmesiyle Roots & Shoots Türkiye’nin temelleri atıldı.
Bugün Roots&Shoots Türkiye, yalnızca çocuklara, gençlere ve topluluklara alan açmakla kalmıyor, aynı zamanda doğa koruma, eğitim, çevresel ve toplumsal dönüşüm alanlarında çalışan kişileri bir araya getiren güçlü bir dayanışma platformu olarak büyümeye devam ediyor.
GENÇLERİN ÜRETTİĞİ ÇÖZÜMLER
- “İnsanlar”, “hayvanlar” ve “çevre” başlıklarında üç ana etki alanınız bulunuyor. Bu üç alanı bir arada ele almanın avantajları ve gelişim açısından karşılaştığınız zorluklar nelerdir?
Roots & Shoots’un üç temel etki alanı olan insanlar, hayvanlar ve çevre, aslında birbirinden ayrılmayan bir bütünün parçaları. Bu alanları birlikte ele almanın en büyük avantajı, çocukların ve gençlerin dünyayı parça parça değil, bir sistem olarak görmesini sağlaması. Bu, yalnızca sorun çözme becerisi açısından değil, gezegenimizi anlamaya çalışmanın en temel ilkeleri açısından da çok önemli.
Bazı projeler ilk bakışta tek bir konuya odaklanıyor gibi görünse de zamanla o sorunun diğer bileşenlerle ne kadar bağlantılı olduğunu fark ediyoruz. Bu ilişkiler ağı merak uyandırıyor ve gençlerin değişim isteğiyle birleştiğinde, bütünsel yaklaşımın giderek güçlenmesini sağlıyor.
Ne yazık ki mevcut eğitim sistemi bu yaklaşımı çok desteklemiyor, bilgi çoğunlukla birbirinden kopuk şekilde öğretiliyor. Oysa gerçek hayatta hiçbir şey bu kadar ayrışmış değil. Bu nedenle, çocuklara ve gençlere disiplinlerarası bağlantıları görebilecekleri, karmaşık sorunlara bütüncül bir gözle bakabilecekleri alanlar sunmaya çalışıyoruz.
Türkiye’de gençlerin en çok yoğunlaştığı ve öncelikli gördüğü konular arasında iklim kriziyle mücadele, gençlerin karar alma süreçlerine katılımı ve biyoçeşitliliğe ilişkin projeler öne çıkıyor.
- Türkiye’de yürüttüğünüz projelerden bir veya iki örnek paylaşabilir misiniz? Bu projeler hangi ihtiyaçtan doğdu, nasıl ilerledi ve hangi etkileri yarattı?
Türkiye’de yürüttüğümüz projeler, gençlerin ihtiyaçları, merakları ve yaşadıkları çevrenin gerçek sorunlarından doğuyor. Çalışmalarımız; çocuk haklarından Türkiye’nin biyoçeşitliliğine, iklim okuryazarlığından doğa temelli etkinliklerin iyi olma haline etkisine kadar geniş bir yelpazede ilerliyor.
Bunlara örnek olarak geçtiğimiz yıl iki genç tarafından başlatılan “İstanbul’un Doğa Serüvenleri” projesini verebilirim. İstanbul’un sahip olduğu farklı ekosistemleri tanımaya yönelik ihtiyaçtan yola çıkarak gençler kapsamlı bir eğitim ve saha programı tasarlandı. Program; çevrimiçi teorik oturumlar, saha eğitimleri, kurum ziyaretleri ve atölyelerle bütüncül bir öğrenme süreci sundu. Katılımcılar hem İstanbul’un ekosistemlerini yakından tanıdı hem doğayla daha güçlü bir bağ kurdu hem de yerelde çevresel sorunlara çözüm üretme konusunda güçlendi.
PASİF DİNLEYİCİ YERİNE AKTİF ÖZNE OLABİLMEK
- “Umut, eylem gerektiren bir şeydir” diyen Jane Goodall’ın sözünü hatırlarsak: Türkiye’de gençlerin sürdürülebilirlik alanında umut üretebilmesi için sizce hangi eğitim veya deneyim modelleri en etkili olurdu? Roots&Shoots bu konuda nasıl bir rol üstleniyor?
Gençlerin bu umudu üretebilmesinin en etkili yolu onlara katılımcı, deneyim odaklı, yaşadıkları bölgeyi yeniden keşfetmelerine olanak sağlayan ve gerçek hayatla bağlantılı modeller sunmak. Bence burada doğa temelli öğrenme, akran öğrenmesi ve birlikte üretme, sistem düşüncesi ve bütünsel bakış açısını desteklenmesi kritik öneme sahip.
Gençler bir sorunla karşılaştıklarında yalnızca bilgi edinmek değil, aynı zamanda “Ben ne yapabilirim?” sorusuna somut bir yanıt bulmak istiyorlar. Pasif dinleyiciler olmaktan çıkıp aktif özne haline gelmek için adımlar atıyorlar.
Roots&Shoots bu noktada önemli bir rol üstleniyor. Çocukların, gençlerin ve toplulukların kendi potansiyellerini ortaya çıkarmaları için ihtiyaç duydukları kaynaklara erişimlerini kolaylaştırıyoruz, doğayla derin bağlar kurmalarını teşvik eden deneyimler ve programlar geliştiriyoruz. Onlarla birlikte projeler tasarlıyor, katkılarını programın merkezine alıyor ve kendi fikirlerini hayata geçirebilmeleri için gerekli alanı, rehberliği ve araçları sağlıyoruz.
KÜÇÜK BİR ADIM: ÇEVREMİZİ GERÇEKTEN TANIMAK
Bugün Türkiye’de herkesin birlikte atabileceği küçük ama etkili bir adım söylemek istersem, kurucularımızdan Burcu Meltem Arık’tan ilhamla, yaşadığımız yeri gerçekten tanımaya başlamak olurdu. Burcu’nun eğitimlerde sorduğu bir soru seti var. Bu sorulardan bazıları “Bugün ayın hangi hali, hâkim rüzgâr ne yönden esiyor, su havzamızın sınırları neresi, bu havzayı hangi canlılarla paylaşıyoruz, bastığımız toprağın yapısı ne, yılda kaç gün ne kadar yağmur yağıyor, atıklarımız nereye gidiyor ve onlara ne oluyor?” Sahi, kaçımız bu soruları gerçekten cevaplayabiliyoruz?
Yaşadığımız yerleri, buradaki tüm varlıkları fark etmek; yaşadığımız çevreyi tanımayı önemsemek ve oranın ihtiyacı olan değişim için harekete geçmek ancak tanımakla başlayacak.
- Türkiye’de de küresel ölçekte olduğu gibi çevre ve tür koruma alanında hikâye anlatıcılığının dönüştürücü bir güç olduğu giderek daha fazla konuşuluyor. Sizce hikâyenin bu alandaki rolü nedir?
Bu soruya Jane’in hayatına bakmadan cevap vermek gerçekten zor. Jane bize, insanların istatistiklerden çok hikâyelerle harekete geçtiğini gösterdi. Raporların ve uzun metinlerin arasında kaybolmak kolayken, bir insanın ya da bir türün hikâyesi bize daha “gerçek” bir şey sunuyor; bağ kurmamızı, anlamamızı ve sorumluluk hissetmemizi kolaylaştırıyor. Sanki hikâyeler bilgiyi duyguya, duyguyu da eyleme dönüştüren köprü görev görüyorlar.
Türkiye’de de gençlerin ve toplulukların kendi deneyimlerini, mücadelelerini ve buldukları çözümleri hikayeleştirmesi, çevresel konuların görünürlüğünü ve etkisini çok artırıyor. Hikâye anlatmak, sadece bir olayı aktarmak değil, aynı zamanda başkalarının da “Ben de yapabilirim” demesine alan açma görevini üstleniyor. Jane Goodall’ın yıllardır yaptığı gibi, biz de Roots& Shoots Türkiye olarak her birimizin özgün hikâyesinin dönüştürücü gücüne inanıyoruz.

MERAKTAN ETİK SORUMLULUĞA
Roots&Shoots Türkiye’nin direktörü olarak bu yolculuğa beni getiren şey aslında tek bir kırılma anından çok, yıllar içinde biriken meraklar, sorgulamalar, kaygılar ve doğayave tabii ki Jane Goodall’a duyduğum hayranlık anlarıydı. Küçüklüğümden beri yaşadığımız gezegene farklı açılardan büyük bir merak besliyorum. Ancak zamanla bu merak yerini daha büyük sorulara bıraktı.
Bu sorular beni farklı disiplinlere, farklı coğrafyalara ve farklı çalışmalara taşıdı. Topluluk temelli projeler ve şempanze refahına ilişkin deneyimlerim ise yaşamın tüm çeşitliliğini koruma fikrini benim için teoriden çıkarıp çok somut bir etik sorumluluğa dönüştürdü. Bugün Roots&Shoots Türkiye’de yaptığım iş de bu uzun yolculuğun doğal bir uzantısı; yıllardır içimde büyüyen, gezegenimize duyduğum merak ve sorumluluğu kolektif bir çabaya dönüştürmenin en anlamlı yolu