İzmir ilinin kuzeyinde, koca bir dağ kütlesinin eteklerinden Bakırçay Ovası’na yayılan Bergama kentinin eski mahallelerine doğru yürüdüğünüzde, tuğladan yapılmış antik çağdan kalma, yüksek ve görkemli bir tarihi yapı sizi karşılar.
Bu yüksek yapının iki yanında —kuzeyinde ve güneyinde—ortadaki dikdörtgen biçimindeki ana binayla aynı yükseklikte, silindir biçiminde kesme taştan inşa edilmiş iki büyük kule bulunur.
Çevresindeki geniş avlusuyla beraber, Bergamalılar bugün buraya, ortadaki ana binanın yapıldığı tuğlaların renginden dolayı Kızıl Avlu der.
Kızıllık, akşamüstleri pembeye çalar.
Yaklaşık 2000 yıl öncesinden, Roma döneminden kalan bu yapı kompleksinin 23 metreyi bulan yüksekliği, dönemin tuğla ve taş mimarisi için olağanüstü kabul edilir.
Özellikle, yaklaşık 2,5–3 metre kalınlığındaki pişmiş topraktan imal edilen kırmızı tuğlalarla yapılan duvarlar, yapının yüzyıllarca ayakta kalmasını sağlamıştır.
Zamanında duvarların yüzeylerinin mermerle kaplı olduğu bildirilir. Yapıdaki kırmızı tuğlalar, duvarın taşıyıcı çekirdeğidir. Mermer beyazlığı bu büyük yapıya ekstra bir görkem katıyor olmalıdır.
Sonraki yıpratıcı yıllarda bu mermerlerin döküldüğü veya söküldüğü, kırmızı tuğladan yapılmış asıl yapının ortaya çıktığı; bu nedenle buraya Kızıl Avlu denildiği söylenebilir.
50-60 yıl öncesine kadar yüksek ve kalın tuğla duvarların üstüne leylekler yuva yapar, “lak, lak, lak” diye şarkılar söylerdi.
Yörede kırmızı kil bulunmaması nedeniyle tuğlaların, 80 km güneydeki kili bol Menemen’den taşındığı; kölelerin kırmızı tuğlaları elden ele aktararak Bergama’ya ulaştırdığı rivayet edilir.

Kızıl avlu-Kızıl Mabed
Böyle muhteşem yapıların yapılmasına seçkin yöneticiler karar verir, kaynak bulur ama büyük Alman şair ve yazar Bertold Brecht’in (1898-1956) söylediği/sorduğu gibi bu yapıları yükseltenler, böyle işler için emek harcayanlardır:
Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış, boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil'i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima'nın?
Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?
Yüce Roma'da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimler acaba bu anıtları diken?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca Bizans'ta
***
Bergama’da Kızıl avlu/Kızıl mabed bir tapınaklar toplamıdır.
Roma dönemi dünyasının en büyük kırmızı tuğla yapılarından biridir.
İç mekân tasarımı Roma’daki Pantheon’u andırır ve avluda Mısır Tanrılarına ait heykellerin sütun olarak (karyatit) kullanılması gibi özgün özellikler taşır.
Silindirik kulelerin taşları ise bu yörede çok bulunan, pembemsi renkli andezit kayalardan yontulan taşlardan üretilmiştir.
Akropolün Kale duvarları da bu taştan inşa edilmiştir.
Akşamüstleri rengi pembeye dönüşen Bergama taşları için büyük büyük Türk şairi Yahya Kemal Beyatlı’nın “Pek taze pembe tenlere benzer bu taşları/Yontarken eski Bergama heykeltıraşları.” diye başlayan muhteşem bir şiiri vardır.
Kızıl Avlunun görkemli yapıları, Anadolu’da antik çağdan günümüze kalan ve hâlâ ayakta duran en yüksek binalardan biri kabul edilmektedir.

1750-İtalyan ressam Giovanni Batista Borra’nın Serapion çizimi
***
Bu yapının, Roma’nın en büyük imparatorlarından Hadrianus tarafından Serapis ve Mısır Tanrıları adına yapıldığı bildirilir.
Hadrianus, M.S. 76’da İspanya’nın Italica kentinde doğmuş seçkin bir kişiliktir.
Genç yaşta Roma’ya gelmiş ve dönemin güçlü imparatoru Trajan’ın (Traianus’un) akrabası olarak askeri ve siyasi alanda hızlıca yükselmiştir.
Trajan’ın ölümünden sonra, ordunun ve Senato’nun (Roma’nın yönetsel meclisi) desteğiyle İ.S. 117’de imparator olmuştur.
Öncülü Trajan’ın saldırgan tutumuna karşıt olarak, yayılmacı değil savunmacı politikalar izlemiştir Hadrianus.
Roma’nın sınırlarını genişletmek yerine mevcut sınırları güçlendirmeyi ve korumayı tercih etmiştir.
Bu anlayışın en ünlü simgesi, Britanya’daki Hadrianus Duvarı’dır.
Kuzey İngiltere’de inşa edilen bu devasa savunma hattı/duvar, Roma topraklarını kuzey kabilelerinin saldırılarından korumak amacıyla yapılmıştı.
Hadrianus, çok seyahat eden bir imparatordu.
İktidarı boyunca Britanya’dan Mısır’a, Anadolu’dan Yunanistan’a kadar birçok ülkeyi ziyaret etti.
Bu gezileri sayesinde hem yerel sorunları yerinde çözdü hem de halkla doğrudan ilişki kurarak onların dertlerini dinledi.
Pergamon/Bergama, Ephesos/Efes ve Atina gibi şehirlerde büyük imar faaliyetleri gerçekleştirdi. Bunların izleri hâlâ duruyor.
Güzel ve görkemli yapılar yapma düşüncesindeydi Hadrianus.
Roma’daki ünlü Pantheon bugünkü haline onun zamanında kavuşmuştur.
Yine Roma’da yaptırdığı Tivoli’deki Hadrianus Villası, Roma mimarisinin ve çevre düzenleme sanatının eşsiz bir örneğidir.
Bergama’daki Kızıl Avlu içindeki, Serapion olarak da bilinen Mısır Tanrıları Tapınağı onun kararıyla yapılmıştır.
Bu tapınağı, çok uzaklardaki Mısır’ın Tanrıları adına yapması, onun kültürel çeşitliliğe verdiği önemi yansıttığı gibi farklı kültürleri birleştirme ve kaynaştırma politikasının dikkat çekici bir göstergesidir.
Şiddet kullanmadan başka nasıl yönetilebilirdi ki bu koca imparatorluk!
İnsanlar birbirine nasıl yaklaştırılabilirdi? İç barış nasıl sağlanabilirdi!
Helen kültürüne ve felsefesine derin bir hayranlık duymasına rağmen Mısır kültürünü Anadolu topraklarına taşıması, çoktanrılı Roma diniyle yerel inançları harmanlama çabasının bir sonucu olmalıdır.
Geçmiş dönemin Hellenistik mirasını korumak için birçok şehirde kütüphaneler, tapınaklar ve tiyatrolar inşa ettirmiştir.
Üvey babası Trajan için Pergamon’da yapımına başlanan, ancak ölümü üzerine Hadrianus’un tamamlamaya giriştiği tapınağa kendi adının verilmesi önerisine şiddetle karşı çıkması, erdemli bir başka yönünü gösterir.
Bununla beraber, Pergamon Akropolü’nün en gösterişli yerine, bugün Kale dediğimiz “Göktepe”ye yaptırdığı bu tapınağın zarafeti, onun, Pergamon’daki parlak Attalos kültürünün devamını sağlamadaki özenine işaret eder.
Böyle davranışlar, Britanya Adası’ndan İran’a uzanan coğrafyada farklı halkların Roma İmparatorluğu topraklarında uyum içinde yaşamasını kolaylaştırdı.
Tabii ki baş kaldırını da acımasızca cezalandırıyordu.
Orta Doğu’da isyan eden Yahudi topluluğunu şiddetli bir şekilde ezdi.
Hayatının son yıllarında hastalanan Hadrianus, M.S. 138 yılında gözlerini hayata yumdu.
Roma İmparatorluğu’nun “Beş İyi İmparator” döneminin son temsilcisi olarak anıldı.
Ölümünden sonra tanrılaştırıldı. Anısı hak ettiği gibi yaşatıldı.
Tarih, Hadrianus’u yalnızca ülkesini istikrar içinde tutan bir önder olarak değil, aynı zamanda barışı sağlayan ve sürdüren, fetihlere kalkışmayan, kentleri imarla güzelleştiren ve farklı kültürleri kaynaştıran bir siyasal kişilik olarak selamlamaktadır.

(Hadrianus Heykeli-Bergama’nın mütevazi Müzesi)
***
Çok farklı bir yönetici olan Hadrianus’un Pergamon/Bergama’ya yaptığı Mısır Tanrıları tapınağı, uzun ve sarsıntılı bir tarihin ardından günümüze kalmış muhteşem bir yapıdır.
Antik Pergamon, Roma İmparatorluğu döneminde hem kültürel hem de stratejik bir merkez, aynı zamanda metropoldü.
Gösterişli Pergamon kentine yakışan bir yapılar topluluğuydu.
İ.Ö. 282’den itibaren Attalos hanedanı yönetiminde Batı Anadolu’nun büyük bölümüne egemen olan Pergamon Krallığı, İ.Ö. 133-129’da Aristonikos isyanının bastırılmasının ardından miras olarak Roma’nın yönetimine girmiş, Attaloslar’ın dünyanın en görkemli kentlerinden biri haline getirdiği Pergamon, Roma İmparatorluğu’nun da en gözde yerleşimlerinden biri olmuştu.
Hadrianus, Anadolu’ya yaptığı İ.S. 123–124 yıllarındaki büyük seyahati sırasında Ege bölgesindeki birçok kenti ziyaret ederken muhtemelen Pergamon’a da uğramış ve burada kalmıştı.
Eğer bu ziyaret gerçekleşmişse, ondan önce (muhtemelen İ.S. 110’lar) inşaatı başlayan Trayan Tapınağı’nın tamamlanma çabalarına, yine onun emriyle başlatılan (muhtemelen İ.S. 120) Serapion’un ve çevre düzenlemesinin yapımına nezaret etmişti.
Bu konuda net bir bilgi olmamasına rağmen, Pergamon Asklepionu’na sık sık gelip giden İzmirli ünlü hatip Aelius Aristides, eserlerinde Hadrianus’a övgüler dizer ve onun kente gösterdiği ilgiden söz eder.

(Hadrianus’un bir Bronz Heykeli-İsrail)
***
Pergamon Akropolü/Kenti bulutlara değecek yükseklikteki koca bir kayalık dağ kütlesinin üzerine kurulmuştu.
Antik çağda kent kurmak için en önemli kıstaslar olan güvenli bir konum bulmak ve su kaynaklarına yakın olmak koşullarını sağlayan bu tepe, çok eski zamanlardan beri yerleşim görmüştü.
Pergamon Krallığı döneminde (İ.Ö. 3. ve 2. yüzyıl) tepe üç yanı sert uçurumlarla çevriliydi ve bu yönlerden tepeye tırmanmak ve tepedeki kenti zapt etmek çok zordu.
Krallığın kurucusu Karadenizli Phileteiros (İ.Ö.241) ele geçirdiği hazineyi saklamak ver barınmak için güvenli bulduğu bu tepeyi seçmişti.
Ardıllarından Kral II. Eumenes’in (İ.Ö. 221-159) yaptırdığı surlar, tepeyi çepeçevre kuşatıyordu.
Tepeye/Kente ancak, yükseltinin güneydoğu yönünde eğimle alçalan yamaçtan çıkmak olanaklıydı. Buraya II. Eumenes görkemli bir kapı yaptırmıştı. Kente giriş bu kapıdan sağlanıyordu.
Kapı’nın, bugün modern Begama’nın “Parmak batıran” denilen mevkisinde olduğu bildiriliyor.
Pergamon tepesinin doğu ve güney yönündeki sert inişli yamaçların dibinde Ketios (Kestel) ve Selinos dereleri akıyor.
Bu iki dere, daha sonra düzlükte birleşerek Kaikos’a (Bakırçay’a) karışacaktır.

Selinos Deresi üstünde Musluk/Tabaklar köprüsü
Bu konumuyla ele geçirilmesi çok zor olan ve başkaları tarafından hiç fethedilememiş Pergamon Akropolü Romalıların yönetimine geçince, bu dik tepeye sıkışıp kalacak halde değildi.
Çünkü Roma, “Pax Romana” yani “Roma Barışı” denilen, karşıtlarını zorla dize getirme ve savaşla ezme politikasıyla çok geniş bir coğrafyada sükûneti sağlamış, Pergamon gibi kentlerin surlar içinde bulunmasına, korunmasına gerek bırakmamıştı.
Roma döneminde de parlak günlerini yaşamaya devam eden, hatta daha da büyüyen kent, Kaikos (Bakırçay) Ovası’na doğru gelişmeliydi.
Ancak kuzey ve batıda sert uçurumlar vardı; kent oralara yayılamazdı.
Doğudaki derin vadide Ketios (Kestel) deresi akıyordu ve karşı yamaç, bugün Khula Bayırı denilen yer, yine dik bir yükseltiydi. Oraya da yerleşilemezdi.
Bunun için en uygun yön, Selinos Deresi’nin aktığı ve derenin yatağından sonra doğuya doğru ilerleyen düzlüktü.
Gittikçe büyüyen ve zamanla yaklaşık 200.000 kişinin yaşayacağı Pergamon böylece güneydeki düzlüklere yöneldi.
Büyük kent tepesi dibindeki vadiyi aşmak için, zaman zaman coşkun sel suları taşıyan Selinos Deresi üzerine beş köprü yapıldı.
Bugün “Tekkeboğazı, Ulucami, Musluk/Tabaklar ve Üç Kemer Köprüsü” olarak anılan köprüler halen kullanılıyor. “Kazancı Köprüsü” ise 19. yüzyılın sonunda yaşanan ve yeni kentin yer aldığı düzlüğü basan sel sırasında yıkıldı.
Tepe kent/Akropol, Selinos Deresi üzerinden düzlüğe bağlanınca kent daha da büyüdü. Yamaçlar, Roma dönemi zenginlerinin villalarıyla donatıldı.
İmparator Hadrianus, Akropol’de Trayan Tapınağı’nın tamamlanmasını buyururken, artık düzlüğe inmiş Roma dönemi Pergamonu’na Roma’nın şanını ve gücünü gösteren bir tapınak yapılmasını istedi.
Güç gösterişi sever!
İmparatorluklar, işgal ettikleri ülkelerin insanlarına sevimli görünmek ve oranın sahibi olduklarını belirtmek için gösterişli yapılar inşa ederlerdi.
Hadrianus’un mimarları ve mühendisleri, böyle bir tapınağı Selinos Deresi kıyısına yapmayı düşündüler.
Ancak, tapınağı tasarlayan ve inşasında görev alan özgül bir mimarın ya da mimarların adı günümüze ulaşmamıştır.
Yapının büyüklüğü ve inşa tarzı, Roma’dan getirilen bir baş mimarı işaret etmektedir.
Muhtemelen heykeltıraşlar, Pergamon’un tarihsel öneme sahip heykeltıraşlık okuluna aittiler.
Tuğla ve taş ustaları da buranın çocukları.
***
Akropol’ün güneydoğu yamacında, Selinos Deresi kıyısında bulunan düz yer, Mısır Tanrıları için yapılacak tapınak için uygun yer olarak seçildi.
Dikdörtgen ana yapı için uzunluğu yaklaşık 60 metre, genişliği 26 metre olan bir alan belirlendi.
Buraya inşa edilen ve muhtemelen Mısır tanrısı Serapis’e adanan büyük tapınağın duvarları 19–20 metre yüksekliğinde, 2-3 metre kalınlıktadır. Çatının dahil olduğu batıya bakan cephenin tahmini toplam yüksekliği 22–23 metredir.
Bu büyük tapınağın güneyine inşa edilen, yaklaşık 12 metre çapında ve 23 metre yüksekliğindeki taş silindirik yapı Mısır tanrıçası İsis’e, kuzeyinde bu binaya simetrik aynı büyüklükteki yapı da muhtemelen Osiris’e adanmıştı. İsis’in oğlu Harpokrates’in (Mısır dininde Horus) de bu tapınakla ilgili olduğu aktarılır.
Kızıl Avlu’daki ana tapınağın sahibi Serapis özel bir tanrıdır.
Mısır tanrıları İsis’in eşi Osiris ve Apis boğa kültüyle, Yunan tanrılarının bazı özelliklerinin birleşmesinden türetilmiştir. Bir Greko-Mısır tanrısı olarak tanımlanır. Serapis= Oziris+Apis.
Ayrıca, ana yapıyı çevreleyen olağandan yüksek sundurmanın sütunlarının, Sekhmet denen korkutucu Mısır tanrıçasının heykellerinin karyatid (insan görünümlü sütun) olarak kullanılmasıyla oluşturulduğu düşünülür. Bunlardan birirestore edilmiştir ve bugün yerindedir.

Karyatit/Taşıyıcı sütun olarak kullanılan Mısır tanrılarından Sekhmet-Restore edilirken
Tapınakların önündeki geniş bahçe, Kızıl Avlu içinde ise, binaların çevresinde, “Nil” Nehri’ni canlandırdığı belirtilen havuzlar bulunur.
Binaların altında, karmaşık kült odaları ve yapıları derenin neminden korumak için su kanalları yapılmıştır.
Serapis’e tapınılan büyük yapının içinde, ortada bulunan bir platformda içi boş büyük bir heykel bulunduğu, bu heykelin içine giren rahiplerin halka hitap ettiği, “vaaz” verdiği düşünülüyor.
Bütün bunlarla beraber, Kızıl Avlu’nun ve tapınakların da içinde yer aldığı alan yaklaşık 3 dönümdür (3000 m2). Dere boyunca uzunluğu yaklaşık 270 metre, eni ise 100 metredir.
Avluda, Roma döneminde büyük törenlerin düzenlendiği tahmin ediliyor.
Günümüzde Kızıl Avlu’nun batı sınırında, bugün “Mermer Direkler” denilen ve zamanında belirli aralıklarla mermer sütunların bulunduğu anlaşılan yüksek taş duvarın, Mısır Tanrıları yerleşkesinin bu yöndeki duvarı olduğu; bunun da avlunun çevresinin böyle yüksek duvarlarla örüldüğünü gösterdiği düşünülüyor.
Kızıl Avlunun batısında, bugün ayakta kalmış yüksek taş duvarlarda açılmış, ortada ana giriş olan üç kapının bulunduğu bildiriliyor.
Duvarların dışındaki dar yol burada, Kızıl Avlunun bittiği köşede, yine bir Roma yapısı olan Musluk/Tabaklar Köprüsü’yle buluşuyor.

Kızıl avlu duvarları-Mermer direkler. 1750 ve 1950
***
Pergamon/Bergama, öncesinde olduğu gibi Roma İmparatorluğu döneminde yalnızca siyasi ve askeri bir merkez değil, aynı zamanda dini ve kültürel çeşitliliğin de önemli bir odağıydı.
Kentin görkemli yapılarından biri olan Kızıl Avlu (Serapeion, Latince: Aedes Magnae), başlangıçta Roma İmparatoru Hadrianus (İ.S. 117–138) döneminde Mısır tanrılarına adanmış bir tapınak olarak inşa edilmişti.
Ancak, Hristiyanlığın Anadolu’da yayılmasıyla birlikte bu gösterişli yapı farklı bir anlam kazanmış, yeni bir inanç sistemi içinde yeniden değerlendirilmişti.
Tapınağın tuğladan inşa edilmiş olması, Roma’da nadir görülen büyük ölçekli, anıtsal bir uygulamaydı.
İ.S. 313 Milano ve İ.S. 380 Selanik Fermanlarıyla Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanlığın resmî din haline gelmesiyle birlikte, pagan/çok tanrılı tapınakların büyük bir kısmı ya terk edilmiş ya da Hristiyan mabetlerine dönüştürülmüştü.
Bazıları da Zeus Sunağı gib,i fanatik Hristiyanlar tarafından yıkılmıştı.
Pergamon’un Kızıl Avlusu da bu dönüşümden nasibini aldı. Ana tapınak yapısı, Aziz Yuhanna (St. John)’a adandığı düşünülen büyük bir bazilika haline getirildi.
Bazilikalar, Hristiyanların en büyük mabetlerine verilen addır.
Basileus, Yunanca’da “kral” anlamına gelir.
Pergamon’un Mısır tanrıları tapınağı Hristiyan bazilikasına dönüştürülünce, buraya ilerleyen zamanlarda “Kızıl Bazilika” da denildi.
“Kızıl Avlu” için “Bazilika” sözcüğü halk arasında hala söylenir.
Kızıl Bazilika/Kızıl Avlu, Asya’da Hristiyanlığın ilk Yedi Kilisesi’nden biri olarak kabul edilir.
Bazı araştırmacılar, İncil’in Vahiyler bölümünde (Yuhanna’nın Vahyi, 2:12-17) adı geçen, Tanrının yıkılmasını buyurduğu “Şeytan’ın Tahtı”nın Akropol’deki eşsiz Zeus Sunağı olabileceğini öne sürse de bir başka güçlü görüş, Mısır tanrılarının anıtsal mabedi olan Kızıl Avlu’nun da bu ifadenin sembolik hedeflerinden biri olabileceğini savunur.

Serapion Tapınağı. İ.S.180. Temsili resim
***
Roma İmparatorluğu’nun genel olarak İ.S. 395 yılında ikiye bölündüğü bilinmektedir.
Bu bölünmede Pergamon’un, başkenti Bizans/Constantinopolis/İstanbul olan Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu sınırları içinde kalır.
Bu dönemin başlangıcında ve sonrasında mabed çeşitli yapısal değişikliklere uğrar.
Kızıl Avlu Hristiyan kullanımına geçerken, pagan/çok tanrılı heykel ve resimler kaldırılmış, Hristiyanlık değerlerine ve ayinlerine göre yeniden düzenlenmişti.
Güneydeki Mısır tanrısı İsis’in tapınağında, silindirik kulenin içindeki kalıntılardan, buradaki büyük yuvarlak düzlemin içinde bir su havuzu (piscina) bulunduğu, bunun da bir tür Hristiyanlığa geçiş simgesi olan vaftiz törenleri için kullanıldığı düşünülüyor.
Bu nedenle, Orta Çağ Bizans kaynaklarında burası “Baptisterium” (vaftiz yapılan yer) olarak anılmıştır.
Kuzeydeki silindirik kule (Osiris ya da Harpokrates tapınağı) ise muhtemelen depo ya da ek şapel işlevi görmüştü.
Batıdaki ayakta kalmış yüksek duvarlardan (Mermer Direkler Caddesinde), Kızıl Avlu’nun, tapınakların bahçesinin yüksek duvarlarla çevrili olduğu ya da bu duvarların sonradan yapıldığı; bu nedenle Bizans döneminde savunma amaçlı kullanıldığı anlaşılmaktadır.
İ.S. 716–717 civarında, Bizans İmparatorluğu’nun bir parçası olan Pergamon, Emevî Halifeliği’nin ünlü Arap komutanı Mesleme bin Abdülmelik ve ordusu tarafından yapılan baskınlarla büyük yıkıma ve katliama uğramıştı.
Arkeolojik bulgular, bu dönemde Pergamon’un nüfus kaybettiğini ve bazı mahallelerin terk edildiğini göstermektedir. Bu durum, akınlar, kırımlar, salgınlar veya ekonomik çöküşten kaynaklanmış olabilir.
13. yüzyılda bölgeye Türklerin gelmesiyle Pergamon tekrar canlandı ve Bergama adını aldı.
Kızıl Avlu’nun çevresine ve hatta içine düzensiz evler, zeytinyağı işlikleri, un değirmenleri yapıldı.
Osmanlı döneminde yerli Rumlar, avlunun kuzeyindeki Osiris ya da Harpokrates tapınağını — silindirik kuleyi — pagan Romalılar tarafından yakılan ilk Hristiyan şehitlerinden Antipas adına kiliseye çevirmişler; daha sonra, Türkiye Cumhuriyeti’yle birlikte burası bir camiye, “Kurtuluş Camii”ne dönüştürülmüştür.
Genç Cumhuriyetin koruma altına aldığı bu eşsiz mirasa yıllarca Midilli muhaciri Raise Hanım Teyze bekçilik yapmıştır.
Rahmet olsun!

Mısır tanrısı Osiris için yapılan tapınak, 19.yüzyıl sonunda Antipas Kilisesi, şimdi Kurtuluş Camisi
***
Bugün Bergama’da Kızıl Avlu’nun dinsel yapıları büyük ölçüde ayaktadır. Alanın bir kısmı kazılarla ortaya çıkarılmış ve restore edilmiştir.
Bu yapılar Pergamon’un çok katmanlı tarihini yansıtan eserlerdir.
Mısır kökenli pagan tanrılar için inşa edilen bu anıtsal tapınaklar, zamanla Hristiyanlığın önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir.
Hem Roma döneminin dinsel çeşitliliğini hem de Hristiyanlığın Anadolu’daki yayılımını belgeleyen önemli örneklerdir.
Buradaki kullanımsal dönüşüm, Anadolu’daki dini yaşamın nasıl evrim geçirdiğini gösteren somut ve çok önemli bir arkeolojik kanıttır.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Bergama’nın en önemli anıtlarından biridir.
Ancak, Anadolu ve dünya tarihi için bu kadar önemli bir yapı topluluğu olan Kızıl Avlu ve altyapısı bugün büyük bir tehlike altındadır.
Nedir bu herkesin gözlerini dört açmasını gerektiren tehlike?
(Devamı ve cevabı bir dahaki yazıya)
Sefa Taşkın
13.09.2025
Dikili/İzmir