Yün ve Ateş -3: Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal

Yün ve Ateş -3: Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal

23.08.2025 10:13:00
Güncellenme:
Yün ve Ateş -3: Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

Batı Anadolu’nun bereketi ovalarından, çiçekli dağlarından altı yüz yıl önce yükselen baş kaldırı ateşinin mütevazi önderlerinden biridir Torlak Kemal.

“Bir kıvılcım yandı Manisa’da,
Bir çoban türbesine dokundu rüzgâr,
Bir torlak kalktı sabah ezanıyla
Her şey ortaktır, dedi,
Toprak, aş, dua..."

Torlak Kemal, tıpkı yoldaşı Börklüce Mustafa gibi Şeyh Bedreddin’in halifesi ve müridi olarak onun eşitlikçi, ortak mülkiyet temelli fikirlerini benimsedi ve yaydı.

“Mülk Allah’ındır, insanlar ortaktır” anlayışı çerçevesinde, toprak, mal, mülk gibi zenginliklerin halk arasında eşit paylaşımını savundu.

Bunlar yetmedi, dışsal dinsel kurallar yerine içsel hakikati aradı.

Bu anlayışta kadın-erkek eşitliği, sınıfsal ayrımların reddi, mezhepsel bağnazlığa karşı duruş, ortaklaşacılık gibi ilkeler öne çıktı.

Torlak Kemal özlü düşünceleri, sade davranışlarıyla bölgesinde büyük sevgi topladı.

“Yün giymişti üstüne,
Kefen değil, direnişin harmanisi.
Yalınayaktı,
Toprağın nabzını dinler gibi
Ateşin etrafında dönerken.”

Müritleri içinde “yalın ayaklılar” başı çekiyordu.

Ayakları yalın, düşleri büyüktü!

Image

(Torlak Kemal İsyan’da-Temsili resim. YZ)

***

İsyan günlerine gebe yıllarda, “Fetret Devri” denilen, Osmanlı Şehzadeleri arasındaki taht kavgası ortamının yarattığı siyasal kargaşa Anadolu ve Rumeli’de sürüyordu.

 Orta Asya’dan gelen, Yıldırım (I.) Bayezid’ı Ankara’da yenen (1402) Emir Timur’un vurduğu darbe Anadolu’da Osmanlı egemenliğinin sağladığı siyasal birliği, bozmuştu.

Timur’un teşvikiyle Osmanlıdan kopup bağımsızlıklarını ilan eden önceki Anadolu Türkmen beylikleri toparlanmakta zorluk çekiyordu.

Topraklar güçlü kişilerin denetimine geçmiş; köylünün alın terine daha fazla el konulmuş; sömürü derinleşmiş, halk yoksullaşmış; can ve mal güvenliği neredeyse ortadan kalkmıştı.

Günlük yaşam kargaşayla örülmüştü.

Bu koşullar; Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in savunduğu “ortaklaşacı” düşüncelerin yayılmasına ortam hazırladı.

Bu yaklaşım, özellikle Batı Anadolu’nun kırsal kesiminde yaşayan yoksul köylüler, Türkmen dervişler ve Sünnilik dışı Müslüman topluluklar arasında geniş yankı buldu.

Manisa toprağının direnişçi dervişi Torlak Kemal, etrafında toplanan yoksul halkla birlikte, onları boğan koşullara karşı ayaklandı.

Bu başkaldırı hemen hemen Börklüce Mustafa’nın Karaburun’daki isyanıyla aynı zamanlardaydı. Yoldaştılar ve muhakkak ki eylemleri eşgüdümlüydü.

Şeyh Bedreddin müridi Torlak Kemal’in düşünceleri Manisa-Aydın çevresinde etkin bir halk hareketine dönüştü.

Müslümanlığın farklı renkleri, Hristiyanlar, Yahudiler birlikteydi.

İsyan 1416–1419 yılları arasında Tire, Manisa, Gördes ve Aydın çevresinde yayıldı.

Fısıltılar gür çağrılara, suskun rüzgârlar fırtınaya evrildi.

Ellerinde saz, aşıklar buna benzer nice deyişlere sözcü olmuştur, kim bilir: 

“Yün, ateşe vesile oldu o vakit,

Barutla değil, nefesle, aşkla, direnişle.

Ve bir halk yanmayı göze alarak giydi o yünü,

Tıpkı yalın ayaklı derviş gibi.”

Image

(Derviş ve köylülerin isyanı. Temsili resim. YZ)

***

Torlak Kemal, Şeyh Bedreddin ve Börklüce gibi teorik değil, pratik bir mücadeleciydi.

Onun hareketi, daha çok mistik-karizmatik bir önderliğe dayanıyordu.

Bir anlamda “Batıni” inançlara dayalı bir başkaldırıydı.

“Batıniler” Kur’an ve şeriat hükümlerinin sadece “dış” (zahirî) değil, aynı zamanda “iç” (bâtıni) anlamları olduğuna inanırlardı.

Varlığın gerçeği gizliydi!

Gizemci kişiliğiyle de halkın gönlünde yer edindi Torlak Kemal.

Rivayetlere göre savaşırken bile dua ve zikriyle askerleri coşturuyor, doğa üstü davranışlar gösterdiğine inanılıyordu.

Böyle bir kişilikle onu halk hem bir isyan lideri hem de bir “veli” gibi görüyordu.

Halk arasında “Keramet sahibi derviş”, “Dede” gibi sıfatlarla anılıyordu.

Torlak Kemal’in başkaldırısı, Osmanlı Devleti’nin merkezî Sünnî ideolojisine karşı çıkan, “halk İslamı” denilebilecek bir inanç biçimini temsil ediliyordu.

Bu inançta, törenlerden çok ruhsal durum, görünüşten çok öz, kurumdan çok halk önemliydi.

Image

(Torlak Kemal. Temsili resim)


***

Böyle bir tutumla Torlak Kemal, inancını içinde yaşadığı toplumun içselleştirmesini başarmıştı.

Halk kaynaklarına göre Torlak Kemal’in önderlik ettiği hareketin birkaç bin kişilik bir destekçi kitlesi olduğu, bazı anlatılarda 6.000 kişiye ulaştığı rivayet edilir.

Şehzadelerin birbirini katletmesiyle zirveye çıkan iktidar kavgası sonucunda, Osmanlının kurulu düzeninin beyleri I.Mehmet Çelebi’yi padişah yapmıştı.

Devlet, iradesine karşı çıkışa daha fazla göz yumulamazdı.
  
Ayaklanmayı bastırmaya gelen Osmanlı ordusuna karşı isyancılar uzun süre direnmiş, birçok saldırıyı geri püskürtmüştü.

Ancak önderlik yoldaşı Börklüce Mustafa’nın Karaburun’da yakalanarak işkenceyle öldürülmesi, Torlak Kemal’in taraftarları üzerinde moral bozukluğu yaratmış, direnişin düzeni bozulmuştu.

Gene de Karaburun’daki katliamdan kaçan Börklüce’nin isyancı müritlerinin bir kısmı gelip Torlak’ın yanında saf tuttu.

Osmanlıya hınç büyüktü!

Sadrazam Amasyalı Bayezid Paşa, Karaburun’da Börklüce’yle yaptığı şiddetli çatışmaların verdiği yorgunluğuna rağmen tüm gücünü toparlayarak Torlak Kemal’in üzerine yürüdü. 

Emir padişahtandı! 

Padişah II.Mehmet Çelebi Anadolu’nun tartışmasız sultanı olmaya kararlıydı.

Sadrazam komutasında, Börklüce isyanını bastırmış deneyimli Osmanlı kuvvetleri, direnişçi köylüler karşısında çok donanımlı ve üstündü.

Daha küçük çapta olan Torlak’ın isyan alevi acımasızca söndürüldü.

 Esir düşenlerin tamamı öldürüldü.

Kıpkızıl kana bulandı Aydın ve Manisa Ovaları!

Menderes ve Gediz ırmakları öldürülmüş yalın ayaklı dervişlerin bedenlerini hüzünle taşıdı!

Esir düşen Torlak Kemal 1419 yılında Manisa’da (ya da Tire’de) idam edildi.

Image

(Erken Osmanlı dönemi Manisa. Bir gravür)

 
***

Osmanlı Batı Anadolu’da isyan ateşini söndürmüştü, ancak Rumeli için için kaynıyordu.

Çocuklarını sürgünde olduğu İznik’te müritlerine emanet ettikten sonra Şeyh Bedreddin, Anadolu’dan Balkanlara geçti, Deliormanlar ve Silistre çevresinde (bugünkü Bulgaristan ve Romanya sınırları), daha önce bir süre görev yaptığı bu yörede eski taraftarlarını yanına toplamaya girişti.

 Köy köy dolaşarak fikirlerini anlatmaya, yerel Müslüman-Türk halk arasında etki kurmaya, bulduğu desteği arttırmaya çalışıyordu.

Durumu izleyen Osmanlı Padişahı II. Murad, Serez Kadısı ve bölgedeki tımar beylerini (büyük arazi yöneticilerini), Sadrazam Bayezid Paşa öncülüğüne Bedreddin’in üzerine gönderdi.

Baş kaldıranlarla Osmanlı birlikleri arasında çatışmalar yaşandı ancak bu direniş, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in isyanları kadar örgütlü ve güçlü değildi.

Börklüce bilginliğinin yanı sıra bir eylemci, Torlak Kemal mistik bir önder, Şeyh Bedreddin ise bir ilim insanıydı. 

Bir savaşçı değildi!

Hakikatin derinliklerinde geziniyor, yaptığı çıkarsamaları halka anlatıyordu.

Muhtemelen halifeleriyle iletişim hâlindeydi; fakat kişilikleri farklıydı.

Batı Anadolu’da isyanların bastırılması, önderleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal öldürülmesi, Balkanlar’da güç biriktiren ve Osmanlıyla çatışan Şeyh Bedreddin ve çevresini derinden etkilemişti. 

Gelecek, pek parlak görünmüyordu.

Şeyh Bedreddin’in yanındaki güç giderek dağılmaya başladı.

Bu isyan, silahlı bir yaygın halk savaşı değil; daha çok Bedreddin’in etkinliğini yeniden canlandırma çabasıydı ve kısa sürede bastırıldı.

Şeyh Bedreddin Trakya’da, Meriç Irmağı’nın batısında, Serez kenti yakınlarında yakalandı.

Önce Börklüce Mustafa’yı sonra Torlak Kemal’i Batı Anadolu’da yakalayıp infaz eden Osmanlının sadık adamı Sadrazam Amasyalı Bayezid Paşa Trakya’daki diğer Osmanlı güçleriyle beraber yendiği Şeyh Bedreddin’i esir etti ama oracıkta canını alamadı (Bilal Dindar. https://islamansiklopedisi.org.tr/bedreddin-simavi).

Tutsak edilmişti ama Şeyh’in manevi kişiliğinden çekiniliyordu. Savaşta yenilseler de binlerce kişi inanmıştı ona. 

Padişah emriyle önce mahkeme önüne çıkarılacaktı!

Serez sancağında Kadı Yakub oğlu Mehmed tarafından yargılandı.

Ona, İslam dışı fikirler yaymak (zındıklık), halkı isyana teşvik etmek ve şeriata aykırı inançları savunmak suçlamaları yöneltildi.

Yargılama sırasında bazı kaynaklara göre Bedreddin’e savunma hakkı verildi, bazılarına göre ise doğrudan idam kararı alındı.

Otoriter yönetimlerde iktidar nasıl isterse yargı öyle karar veriyordu!

Şeyh Bedreddin, 1420 yılı sonlarında Serez çarşısında halkın gözü önünde idam edildi.

Kesin infaz biçimi konusunda kaynaklar arasında farklılık vardır; bazı rivayetlere göre darağacında asılarak, bazılarına göre ise kılıçla boynu vurularak öldürülmüştü.

Prof. Bilal Dindar’ın verdiği bilgiye göre: Serez’e gömülen Şeyh Bedreddin’inin kemikleri; “1924’te Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan nüfus mübadelesi uyarınca Türkiye’ye gelen göçmenler tarafından İstanbul’a getirildi. Demek ki Serez’deki mezarını müritleri yüzyıllarca korumuşlardı. 

Çeşitli yerlerde saklandıktan sonra “naş”ı  1961 yılında Sultan II.Mahmud’un Divanyolu’ndaki türbesi hazîresine defnedildi. (Bilal Dindar. https://islamansiklopedisi.org.tr/bedreddin-simavi)

Demek her türlü kırıma rağmen sesiz izleyicileri, müritleri vardı!

Halil İnalcık, Franz Babinger ve Ahmet Yaşar Ocak gibi tarihçilere göre, Dobruca merkezli bu son hareket, Bedreddin’in “manevî ve siyasî önderlik” girişiminin son adımıydı.

Image

(Şeyh Bedreddin. Temsili resim. YZ)

***

Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarını bastıran ve onları öldürten, Şeyh Bedreddin’i esir eden Osmanlı Sadrazamı Bayezid Paşa’nın sonu da pek iyi gelmedi.

Evrensel adalet devreye girmiş olmalı ki yaptıkları yanına kalmadı!

Bu süreçte Osmanoğulları’nın kardeş kavgası sona ermiş, bu çatışmalarda üstün gelen ve padişah olan I. Mehmed Çelebi vefat edince ardından yerine 17 yaşındaki oğlu II. Murad tahta geçmişti (1421). 
 
Ancak bu kez, Osmanlı’nın karşısına muhtemelen I. Mehmet’in en küçük kardeşi, II. Murad’ın amcası olan, “Düzmece” denip aşağılanmaya kalkılacak Mustafa Çelebi çıkmıştı.

Anadolu’yu kasıp kavuran Aksak Timur, Orta Asya’ya dönerken, Yıldırım Bayezid’in en küçük oğlu Mustafa’yı rehin olarak yanında götürmüştü. 

Kısa zaman sonra, Timur’un ölümünün ardından, Mustafa Çelebi Anadolu’ya geri dönmüş, Osmanlı tahtında hak iddia etmeye başlamıştı. Kısa sürede de etrafına hatırı sayılır bir taraftar kitlesi toplamıştı.

Halkın huzursuzluğu yatışmamıştı demek!

Basınç, bulduğu uygun yerden patlamaya çalışıyordu!

Image

(Mustafa Çelebi. Minyatür)


Çıkan yeni iktidar kavgasında, II. Murad amcası Mustafa’yı mağlup ederek tahtını koruyacaktı.

Bu mücadele sırasında, İzmir çevresinde bağımsız bir beylik kurmak isteyen İzmiroğlu Cüneyt Bey de II.Murad’la çatışan Mustafa Çelebi’ye destek vermişti.

Yaman bir kişiydi İzmiroğlu!

II. Murad’ın ordusunun başında hala Sadrazam Amasyalı Bayezid Paşa bulunuyordu. 

“İsyancı kasabı” olma görevini vermişti Devlet ona.

Ancak bu çatışmalı dönemde, Bayezid Paşa'nın, düşmanı İzmiroğlu Cüneyt Bey’in damadı Abdullah’ı yakalayıp hayalarını gaddarca kestirmesi, iki taraf arasında derin bir husumetin doğmasına neden olmuştu.

Ayrıca Bayezid Paşa’nın, muhtemelen Cüneyt’in dostları olan Şeyh Bedreddin’i esir edip halifeleri Börklüce ve Torlak’ı katlettirmiş olması, bu kini daha da büyütmüş olmalıydı.

Image

(Şeyh Bedreddin- temsili resim. YZ)


İzmiroğlu Cüneyt Bey sonunda, bugün Edirne-Keşan'ın bir köyü olan Saros Körfezi kıyısındaki Sazlıdere’de, Osmanlı Ordusuyla Mustafa Çelebi taraftarlarının yaptığı savaşta ele geçirdiği Bayezid Paşa’yı boynunu vurdurarak öldürttü (1421).

İsyancıların cellâdı olan Sadrazam Bayezid Paşa'nın yaptıklarının bedelini hayatıyla ödemişti!

Bütün bu gelişmelerden İzmiroğlu Cüneyt Beyle Şeyh Bedreddin ve yoldaşları arasında pek su yüzüne çıkmayan bir yakınlık seziliyordu.

Şeyh Bedreddin’i tanıyan, zaman zaman onunla birlikte olan, İzmiroğlu Cüneyt Bey belki de ondan el almıştı!

Belki bu baş kaldırı ortamında kendi bağımsızlığını koruyabileceğini düşünüyordu. 

Şeyh Bedreddin, bu dönemde çabalarıyla Anadolu’da değil, Balkanlarda (Deliorman-Silistre çevresinde) kendine göre bir çevre oluşturmuştu. 

Onun halifeleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal Batı Anadolu’da ayaklanınca, Cüneyt Bey’in hükmündeki İzmir bölgesi muhtemelen fiilen Bedreddinci bir dalganın içine girdi.

Cüneyt Bey’in, Şeyh Bedreddin’in ayaklanmasına doğrudan katıldığı söylenemez. Ancak kendi topraklarında yükselen Börklüce ve Torlak Kemal isyanlarına sessiz kaldığı, Osmanlı’ya muhalif bir tutum sergilediği ve nihayetinde Sadrazam Bayezid Paşa’yı öldürerek bu direniş dalgasının bir parçası haline geldiği ileri sürülebilir.

Bu nedenle Cüneyt Bey, Bedreddin hareketinin dolaylı siyasal müttefiki sayılabilir.

Belki de Bedreddin ve yoldaşlarının isyanının adı anılmayan bir parçasıydı İzmiroğlu.

Anadolu’da kendine karşı bir direniş odağı istemeyen Osmanlı, İzmir’in egemeni Cüneyt Bey’i tabii ki tasfiye etmeye girişecekti.

Büyük güç Osmanlı, ülkesinde sorun istemiyordu!

Tarih onu daha ileriye, daha kanlı günlere itecekti!

Kaderin kötü cilvesi midir nedir, İzmiroğlu Cüneyt Bey’i de daha önce eline düştüğü halde, genç olduğu için canına kıymadığı Osmanlının komutanlarından Hamza Bey öldürtecekti.

Cüneyt Bey de Osmanlı ile başa çıkamamıştı!

Hamza Bey, Cüneyt Bey’in idam ettirdiği Sadrazam Amasyalı Bayezid Paşa’nın kardeşiydi. 

Öç, insanın karanlığıdır!

Osmanlı tahtında hak iddia eden Mustafa Çelebi de sonunda II.Murad’ın adamları tarafından yakalanmış ve Edirne’de idam edilmişti.

Bazı tarihçiler; II.Murad’ın yenip yok ettiği amcası Çelebi Mustafa’nın gerçekte dedesi Yıldırım Bayezid’in oğlu olmadığını, yani “sahte şehzade”, o zamanki Osmanlı propagandacıları gibi “düzmece” olduğunu savunuyor.

Image

(İzmiroğlu Cüneyt Bey. Temsili)


***

Şeyh Bedreddin ve halifelerinin düşünce ve eylemlerinin anlamı, o günden bu yana tartışılmaya devam ediyor.

Dergâh sahibi ve birçok ünlü öğrenci yetiştirmiş olan Aziz Mahmud Hüdâyî, Padişah I. Ahmed’e (1590–1617) verdiği bilgide Bedreddin’den “asılmış olan ve Allah’ın gazabına uğramış bulunan kişi” şeklinde söz eder.

Saray çevresinde itibarlı bir şeyh olan Mahmud Hüdâyî, Şeyh Bedreddin’in İslam dinine ve Kur’an'ın koyduğu kurallara karşı geldiğini, Müslüman Sünnî anlayışın yasakladığı ve günah saydığı bazı fiilleri meşru gördüğünü, hatta bu fiillerin tersini savunduğunu, halkın inancını bozduğunu, Ehl-i Sünnet’e muhalefet ettiğini ve Kızılbaşlarla bir olup isyan ettiğini belirtir. (M. Şerefeddin, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin, s. 72)

Osmanlının erken tarihi hakkında Farsça “Heşt Behişt” (Sekiz Cennet) adlı eserin yazarı olan İdrîs-i Bitlisî (1452–1520), Bedreddin’in bazı özelliklerini övmekteyse de onun gösterişe ve alışkanlıklara dayanan ilim ve ibadetinin “şeytana uymak” gibi bir bencilliğe ve kibre dönüştüğünü ileri sürer.

Bitlisî’ye göre, böyle bir şeyhin çevresinde toplanan müritler ise “Sünniliği inkâr edip şeytanın yoluna saptılar.” (M. Şerefeddin, a.g.e., s. 75)

Image

(Aziz Mahmut Hüdai’nin türbesi ve camisi-Üsküdar/İstanbul)


***

Osmanlı Devleti çevrelerinden Şeyh Bedreddin’e gelen eleştiriler son derece serttir.

Çünkü hem devletin inanç ve üstyapı ideolojisini hem de yapısal varlık nedenini kökünden sarsıyordu onun görüş ve eylemleri.

Ayrıca ardılları Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal gibi isyancıların her türlü mülkün halkın ortak malı olduğunu açıkça savunmaları ve bu yönde savaşmaları padişah ve mülk sahibi ettiği beylerin çıkarlarıyla kesinlikle bağdaşmıyordu.

Bu, o güne göre bir tür toplumsal sınıflar arasında bir çatışmaydı.

Bir yanda yoksul halk öte yanda varsıllar ve onların örgütü devlet. 

İsyancıların kadın-erkek eşitliği anlayışı ve bu doğrultudaki tutumları, haklarında çıkan birçok yalan yanlış söylentinin temelini oluşturuyordu.

Önünde sonunda Bedreddin ve yandaşlarının düşünce ve eylemleri Osmanlı Devleti’ne karşı bir baş kaldırıydı. 

Bu topraklarda yüzlerce yıldır süren bir suçlama: “Müesses nizamı bozmaya bir teşebbüstü.”

Bütün bu olumsuz görüşlerin temelinde, bu yorumları yapanların saraya yakınlıkları ve Osmanlı’ya — yani devlete — isyan etmiş Bedreddin ve yoldaşlarını küçük düşürme, saygınlıklarını yok etme arzusu yatıyordu.

Öte yandan torunu Halîl bin İsmâil (?-1453), dedesi Bedreddin’i eleştirilere karşı savunurken onu “isyan suçu”nun dışında tutmakta, bütün sorumluluğu Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal’e yüklemekteydi.

Ona göre Bedreddin iyiydi, kötü olan Börklüce ve Torlak’tı!

Osmanlı ulemasının Bedreddin’in ilmine duyduğu kıskançlık, ona atılan suçlamaların bir başka nedeni olmalıydı.

Çünkü Şeyh, onların aklının ermediği derin dinsel konulara hakimdi! Ve görüşleri mevcut anlayışları sorguluyordu.

Osmanlı’nın ilim camiasında onu hoşgörüyle karşılayanlar da yok değildi.

Osmanlı’nın ilk ilim tarihçilerinden Taşköprüzâde Ahmed Efendi (1495–1561), onun masum olduğuna, yakalanıp haksız yere öldürüldüğüne inanıyordu.

Bursalı bilgin Mehmed Tâhir Bey’e (1861–1925) göre ise, Bedreddin’e yöneltilen suçlamaların temelinde; şeyhin başyapıtı olan Vâridât’ın yeterince anlaşılamamış olması yatıyordu.

Image

(Taşköprizâde’nin el-Me‘âlim fî'ilmi’l-kelâm adlı eserinin ilk iki sayfası -Wikipedia)


***

Yakın zamanların Türk aydınları Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemali büyük şair Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevinde 1940 yılında yazdığı “Şeyh Bedreddin Destanı” adlı uzun şiiriyle tanıdı.

Bedreddin gibi bir alim ve halifeleri halkla birlikte isyan etmiş; ellerinde kılıçla o dönemin dünyasını değiştirmek için savaşmışlardı. Akıllarında ülküleri vardı.

Onlar, tarihe birer “devrimci” olarak geçmişlerdi!

Türkiye’nin çağdaş aydınlarının çoğu, Nazım’ın izinde Bedreddin ve yoldaşlarını böyle görürken onu öyle değerlendirmeyenler de vardı.

Peki, Şeyh Bedreddin gerçekten bir devrimci miydi, yoksa çağında anlaşılmamış bir âlim mi?

Bu iki yönünü birbirinden bağımsız değerlendirmek olası mı?

Günümüz İlahiyatçılarından, ülkemizdeki geleneksel İslam anlayışına aykırı, tarihçi görüşler ileri süren Prof.Mustafa Öztürk  (1965-) Şeyh Bedreddin’in ne bir sosyal devrimci ne de bir isyancı olarak tanımlanamayacağını; onun Sünnî bir din âlimi olduğu değerlendirmesini yapıyordu.

Bu bakış açısıyla Prof.Öztürk, Bedreddin’in fikirlerinin daha çok dinî bir tasavvufî derinliğe ve ahlaki söyleme dayandığını savunuyor; onu bir politik ideolog ya da isyancı önder olarak görmüyordu. 

Ona yönlendirilen “isyancı” yakıştırması, Nazım Hikmet’in onun için yazdığı devrimci destandan kaynaklanıyordu.  (https://www.youtube.com/watch?v=NKSW_EaU-44)
Osmanlı tarihçiliğinin kurucu isimlerinden biri olan İsmail Hakkı Uzunçarşılı (1888–1977) ise Şeyh Bedreddin’in bir tarikat şeyhi ve âlim olduğunu belirtiyordu.

Ona göre: “Bedreddin'in isyanla ilişkilendirilmesi sonraki gelişmelerin bir sonucudur; doğrudan siyasi hedefler taşıdığı kesin değildir.”

Tarihçi Prof. Cemal Kafadar (1954–), Bedreddin’in sosyal adaletçi ve metafizik temelli fikirlerine dikkat çekiyor; onu doğrudan bir politik devrimci değil, dinî düşünce alanında bir muhalif olarak konumlandırıyordu.

Image

(Prof.Halil İnalcık)


Büyük Türk tarihçisi Prof. Halil İnalcık’a (1915–2016) göre de Bedreddin modern anlamda bir “devrimci” değildi.

Ona göre: “Bedreddin bir mutasavvıftı; ama sadece dinî değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal etkisi olan bir figürdü.”

“Fikirleri, özellikle halk nezdinde isyanla sonuçlanmıştı.”

“Özel mülkiyet karşıtlığı ve ‘vahdet-i vücud’ (varlıkların birliği) anlayışı, onun temel düşünce omurgasını oluşturdu.”

“Osmanlı’nın merkezî Sünnî düzenine meydan okuyan bir kişilik olarak devlet tarafından tehdit kabul edilmişti.”

Sosyolog ve siyaset bilimci Prof. Niyazi Berkes (1908–1988) ise “Şeyh Bedreddin’in düşüncesinde, dinî kılıflar içinde örtülü bir halk devrimi sezildiğini, bu devrimin, yalnız dinî değil, sosyal ve ekonomik düzene de karşı.”, olduğunu saptıyordu.

Türk-İslam bilgini Prof. Fuat Köprülü (1890–1966), Bedreddin’in fikirlerini, Sünnilik dışı “halk İslam’ı” içinde bir sosyal adalet arayışı olarak yorumluyordu.

Ona göre: “Bu fikirler halk kitlelerini etkilemiş ve sonunda siyasî bir harekete dönüşmüştü.”

“Bedreddin, ortodoks (sapmayan) Sünnilik dışında gelişen bir halk teolojisi (dini inancı) ve eşitlikçi bir dünya görüşüyle özellikle kırsal kesimde geniş taban bulmuştu.”

19 Mayıs Üniversitesi’nden Prof. Bilal Dindar (1946–) ise Türkiye’de bazı aydınların, Bedreddin Simâvî’nin düşüncelerini devrimci nitelikte halk hareketi olarak yorumladığını ve bu doğrultuda çeşitli fikrî ve edebî eserler kaleme aldıklarını belirtiyor.

Şöyle özetliyor: “Şeyh Bedreddin’i devrimci bir kişilik olarak değerlendiren çağdaş yorumlar, genellikle onun fikirlerini toplumsal eşitlik, ortak mülkiyet, dinî hoşgörü ve sınıfsal adalet bağlamında ele alır.”

“Bu bakış açısı hem sol düşünürler hem de tarihsel materyalist akademisyenler arasında yaygındır.”

Şeyh Bedreddin ve yoldaşlarının devrimciliğini savunanlar arasında Prof. İlber Ortaylı, Prof. Ergun Aybars, Prof. Şaban Teoman Duralı, Prof. Halil Berktay, Prof. Bilge Umar, Cemil Meriç gibi düşünürler de yer alır.

Nazım Hikmet, Prof. Taner Timur, Prof. Yalçın Küçük, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Dr. Doğu Perinçek gibi düşünür, yazar ve sol politikacılar, Türkiye’deki toplumcu hareketler de Şeyh Bedreddin’i ve arkadaşlarını “devrimci” olarak niteler.

Image

(Prof. Niyazi Berkes)


***

Görülüyor ki Şeyh Bedreddin ve yoldaşlarının öneri ve eylemleri hem eski hem de yakın zamanda Türk düşünce dünyasını çok önemli bir şekilde etkilemiştir.

Peki, bu sarsıcı olayın, çağdaş siyasal hareketler dışında, halk içinde uzun yıllardır, şöyle ya da böyle yok olmamış izleri, Şeyh Bedreddin ve yoldaşlarının ya da onlardan şöyle ya da böyle etkilenenlerin bugün hâlâ var olan, sesli sessiz ardılları, kalıntıları var mıdır?

Prof. Bilal Dindar’ın aktardığına göre; soyu 13. yüzyıl Rıfai tarikatı şeyhlerine dayanan Harîrîzâde Muhammed Kemâlettin (?-1882), Şeyh Bedreddin’in izinden giden “Bedriyye” adlı bir tarikatın varlığından söz eder. (Bilal Dindar. https://islamansiklopedisi.org.tr/bedreddin-simavi)

Rifâî tarikatı, yoksulluğa razı olma, toplu zikir, ateşte yürüme gibi uygulamaları olan bir tarikattı.

Ancak, Şeyh’in ölümünden sonra “Bedriyye” tarikatı kurumsal anlamda varlık gösterememiştir.

Buna rağmen, onu sevenlerinden oluşan ve “Bedreddin sûfîleri” olarak anılan bir topluluk, zamanla Alevî-Kızılbaş çevreleriyle iç içe geçerek eridi. 

“Yün”, “sufi” ateşi tükenmiyordu!

Çağdaş tarihçi Abdülbaki Gölpınarlı (1900–1982), bu kesim içinde bir de “Bedreddin Ocağı” adlı bir yapıdan söz eder.

Bu ocağa mensup olanlar, “Bedreddin’in ölmediğine, bir gün geri dönerek âlemi nizama koyacağına” inanırlar.

Ancak, Gölpınarlı’ya göre, “Şeyh Bedreddin’in Şiîlik veya Alevîlik ile doğrudan bir ilgisi yoktur”. (Abdülbâki Gölpınarlı, Sımavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, s. 40-41.)

Bununla beraber, Şeyh Bedreddin adına 14.yüzyıl sonunda Edirne’de bir zâviye, 15.yüzyıl başında Konya’da da bir mescit inşa edilmişti.

Günümüzde Şeyh Bedreddin’in ardıllarına dair açık bilgi ve örgüt bilinmez.

Image

(Abdülbaki Gölpınarlı ve Şeyh Bedreddin))


***

Ancak bu olguya aykırı istisnalar olabilir mi?

Bedreddincilere ilişkin   kendiliğinden oluşmuş, kültürel izlerini taşıyan, görünmeyen, sezilen halk yapılanmaları var mıdır?

 Börklüce’nin baş kaldıran börkünü unutmayan, Torlak’ın tespih tanelerinin peşini bırakmayan!

Düşünce ve yaşam biçimleri, güne uyarak sessizce, değişik boyutlarda, fark edilmeden hala yaşayan!

Ya da günümüzde de ülkemizde köklü toplumsal değişim isteyenlerin elinde birer bayrak olan!
 
Yoksa sadece birer bilgi ve esin midir onların davranışları.

Bilincin derinliklerine mi gömülmüştür!

Image

(Bergamalı Hasan Baba)


Onlardan biri; İzmir-Bergama’da yakın zamanlara kadar yaşamış (ölümü 1997), başında bir tür sarık/börk ile dolaşan, fakat hiç kimsenin bunun ne anlama geldiğini bilmediği, herkesin sevip saygı gösterdiği, keramet sahibi olduğunu iddia ettiği “Hasan Baba” isminde, tüm ülkeden ziyaretçileri olan, el öpülen ulu bir kişi olabilir mi? 

Hasan Baba, Şeyh Bedreddin’in asıldığı Osmanlı sancağı Serez’e bağlı Nevrokop muhaciri bir ailedendi. Bergama’da doğmuştu. 

Çocukluğunda yöre bilgelerinden “Bergamalı Hakkı Baba”ya emanet edilmişti!

“Dedeler, babalar” diyarıdır Anadolu!

Onu sevenlerden İrfan Ay’ın anlattığına göre; Edremit-Kaz dağlarında 14 gün gece, 14 gün gündüz ne yaptığını bilmeden “yalın ayak” dolaştığı söylenirmiş.

Demek ki Torlak’tan gelen, bir “yalın ayaklık” kültürü var bu topraklarda!

Bu yüzden kendisine Bergama’da “Yalınayak Hasan Baba” deniyordu.

Mütevazi evi bir dergâh olmuştu!

İnsan dostuydu; hemen hemen her gün kapısına daha çok dünya dertlerine çare aramak isteyen, umutlu umutsuz, her çeşit halktan, bir sürü insan gelir gelirdi. 

Kimisine onların iyiliği için tatlı sert kızar, kimisini sever, dertlerine hiç bıkmadan, usanmadan bir şekilde çare bulur, onların gönüllerini alır gönderirdi.  Çok az insan ahirete ait dertlerine çare için Hasan Baba’ya gelirdi!

Hiç kimseden para pul almaz, tam tersi, kendisini ziyaret eden fakirlere; gençliğinde iri gövdesiyle çalıştığı orak biçmekten, daha sonra tarlasından kazandığı üç beş kuruşu, ailesinin rızkını ayırdıktan sonra verirdi.

Hasan Baba, halkın her kesiminden insanları dinler, dertlerine çare olmaya çalışırdı. Onu ziyarete kılıksız, ayyaş, işsiz, mecnun, çaresiz, kimsesiz, fakir insanlar da gelir, fötr şapkalı son derece modern zengin bay-bayan insanlar da ziyaret ederdi. Aralarında ayrım yapmazdı.

Hiçbir tarikat, bir cemaat kurmadı. “El” vermedi!

Oğlu Hüseyin Pilpil’in anlattığına göre, “Kadiri, Rıfai ve Bektaşi” tarikatlarıyla ilgili olduğunu söylermiş. 

“Biz namazı hızlı kılanlardanız, hedefe kestirmeden gideriz.”, dermiş.

Ankaralı Ahmet Kayhan Baba, İstanbullu Nazmi Ceylan Baba, İzmirli Tuzcu Süleyman Baba, İzmir- Mersinli’de İsmail Baba gibi yoldaşları varmış (http://www.bergamalihasanbaba-pilpil.com/).

Yani yalnız değilmiş Hasan Baba!

Yüzyılların yün heybesini taşıyormuş sırtında!

Kim bilir günümüzde bile kaç kişi var onun gibi Anadolu’nun dört bir yanında! 

Sessiz, içine gömülmüş!

***

Image

(Sefa Taşkın ve Tuncel Kurtiz)

Bir başka gizli mürit ise sanatçı Tuncel Kurtiz olmalıdır!

Selânikli bir babayla Boşnak bir annenin oğlu olan Tuncel Kurtiz (1936–2013), karakter zenginliği, güçlü oyunculuğu, ulusal ve uluslararası çapta kazandığı saygınlıkla, Türk sahne ve sinema sanatının efsanevi isimlerinden biridir.

Eşsiz şair Nazım Hikmet’in “Şeyh Bedreddin Destanı” adlı uzun şiirini tiyatro sahnesine uyarlayarak, tek kişilik ve çok etkileyici bir performansla sahnelemiştir.

Viyana’da, 1993 yılında bu oyunu sergilemesinin ardından yurda dönüşünde, Tuncel Kurtiz, İzmir-Bergama Belediyesi’ni ziyaret eder.

O sıralarda Bergama’da, yörede işletilmek istenen “zehirli maden” dayatmasına karşı büyük bir köylü direnişi yaşanmaktadır!

İri bedenli ziyaretçi bembeyaz giysiler içindedir. Başına beyaz bir tülbent dolamıştır. Bir “börk” gibi.

Belediye salonunun ortasına ağır adımlarla yürür, kollarını kanat çırpar gibi çırpmaya başlar. Beyazlar içinde bir kuşu andırır. Uçar, konar sanki!

Gümbür gümbür sesiyle, çarpıcı hareketlerle Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin Destanı’ndan bir bölümü okur:

“Hep bir ağızdan türkü söyleyip
Hep beraber sulardan çekmek ağı
Demiri oya gibi işleyip hep beraber
Hep beraber sürebilmek toprağı
Balı incirleriyle beraber yiyebilmek
Yârin yanağından gayrı
her şeyde, her yerde, hep beraber demek için…”

Image

(Nazım Hikmet-Bursa Cezaevinde-Resim- Bedri Rahmi Eyüpoğlu-1946)    

Ardından Bergama’ya kısa süreli konuk olur Tuncel Kurtiz. Özel görüşmelerinde, bu satırların yazarına, Şeyh Bedreddin’le ilgili kendiliğinden gizli bir yolun var olabileceğini, kendisinin de buna sempati duyduğunu ifade eder. Sosyalist düşüncelere sahiptir sanatçı.

Daha sonraları TV dizilerinde oynadığı rollerde, özellikle Ramiz Dayı karakteriyle, kendi buluşuyla söylediği ya da senaristin onun tarzına uygun bulup yazdığı özlü sözlerle halkın gönlünde taht kurar:  

“Gerçek dost gölge gibidir. Eğilsen de doğrulsan da düşsen de kalksan da asla yanından ayrılmaz.”

Tuncel Kurtiz, 2013 yılında hayatını kaybetmeden önce, ibadette farklı tarzları olan bir Alevi köyüne, Balıkesir’in Edremit ilçesinde, Kaz Dağları’nın koynundaki Tahtakuşlar köyüne gömülmeyi vasiyet eder.

O toprağa yakın bulmuştur kendini! Orda erimek istemektedir.

Ancak, bu içine çok kapalı köyün ihtiyar heyeti, çok iyi tanımadıkları Tuncel Kurtiz’in, “Alevi olmadığını” gerekçe göstererek bu isteğin yerine getirilmesine izin vermez.

Bunun üzerine, Tuncel Kurtiz, ölümünden sonra, kendi evinin bulunduğu, yakındaki Ege Denizi’ne bakan, Yörük/Sünni Türkmen köyü Çamlıbel’e gömülür.

Herhâlde Tuncel Kurtiz’in varsa bir “sırrı”, onunla birlikte uçmağa (cennete) gitmiştir!

Hey gidi dünya hey!

***

Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in fikrini oluşturduğu, önderlik ettiği isyanlar, Osmanlı tarihindeki ilk büyük toplumsal, ideolojik, inançsal; var olan kurulu düzene karşı ayaklanmalardan biridir.

Bir halk hareketi olarak çok yönlü sonuçlar doğurmuştur.

Bu isyanların etkileri hem devlet hem toplum hem de düşünsel iklim üzerinde derin izler bırakmıştır.

Bir açıdan, Osmanlı’da merkezî siyasal gücün pekişmesine neden olmuş; bir yandan Anadolu’daki Türk birliğini sağlarken bir yandan da toplumsal eşitlik taleplerine karşı daha katı, baskıcı politikaların gelişmesini tetiklemiştir.

Öte yandan, halkın zulmeden merkezî otoriteye güçlü bir şekilde karşı çıkabileceğini göstermiş; toplum hafızasında adalet, direniş ve eşitlik simgesi olarak unutulmamış, kuşaklar boyunca anılmıştır.

Hâlâ anılıyor. Unutulmuyor!

Kültür hiç sönmeyen bir ateştir!

Sefa Taşkın
23.08.2025
Dikili-İzmir

İlgili Konular: #Sefa Taşkın

İlgili Haberler