Dünyanın farklı yerlerinden sanat soygunu haberleri bize ne anlatıyor?
Tüm dünya geçen hafta, Paris’teki Louvre Müzesi’nde yaşanan bir hırsızlık olayıyla sarsıldı. Güpegündüz olan ve yalnızca yedi dakika süren operasyonda, hırsızlar Napolyon Bonaparte’ın paha biçilmez mücevher koleksiyonundan birçok parçayı çalmayı başardılar. Soygun, müzenin yanındaki inşaat alanından erişilen bir pencereden başladı. Hırsızlar, sepetli vinç ve açılı kesici aletler kullanarak cam vitrinleri deldi ve kısa sürede istedikleri parçalara ulaştı. İnşaatın asansörleri sayesinde doğrudan kata çıkan ekip, bir güvenlik açığından faydalandı.

Napolyon’un mücevher koleksiyonundan seçici parçalar alan hırsızlar, ilginç bir şekilde en değerli obje olan kraliyet tacına dokunmadı. 140 karatlık Regent elmasına dokunulmaması, çetenin hedefinin sadece belirli mücevherler olduğunu düşündürüyor. Soyguncuların profesyonelliği ve seçici tutumu, bu olayın rastgele bir hırsızlık değil, organize bir operasyon olabileceğini düşündürüyor. Soygunun ardından müze kapılarını kapattı.
MONA LİSA DA ÇALINMIŞTI
Louvre’un geçmişinde benzer bir travma yaşanmıştı. Mona Lisa 1911 yılında müzeden çalınmış, iki yıl sonra Floransa’da bulunarak geri getirilmişti. Ancak yıllar sonra yapılan bu soygun, daha büyük bir sorunun habercisi olabilir mi? Granada’da birkaç hafta önce yaşanan benzer bir olay, bu soruyu daha da anlamlı kılıyor: 1919 tarihli “Still Life with Guitar” (Gitarlı Natürmort) isimli bir Pablo Picasso tablosu, sergi için gönderildiği kamyondan hiç çıkmamıştı. 600 bin ila 650 bin Avro arasında değerlenen bu minyatür tablo, yalnızca bir akıllı telefon büyüklüğünde. 2 Ekim’de Madrid’den Granada’ya taşınan 57 eserden biri olan Gitarlı Natürmort’un, kamyondaki sandıklar açıldığında kayıp olduğu fark edilmişti.
Veriler, çalınan eserlerin çoğunun 20. yüzyıla ait olduğunu gösteriyor. Picasso’nun 1919 tarihli tablosu tam olarak bu kategoriye giriyor. Bu dönem eserlerinin hâlâ tam olarak kataloglanmamış olması ve pazar talebinin yüksekliği, onları cazip hedefler haline getiriyor. Ayrıca, eserlerin çoğu müzelerden değil, özel koleksiyonlardan veya Granada’daki gibi taşınma sırasında çalınıyor. Bir Picasso tablosu veya Napolyon’un mücevherleri, sadece sanat tarihi açısından önem taşımıyor; bunlar aynı zamanda kara para aklama, yasadışı ticaret ve hatta terör finansmanı için kullanılabilecek çok değerli objeler.
Louvre ve Granada’daki son olaylar, sanat dünyasının karşı karşıya olduğu sistemik bir sorunu gözler önüne seriyor. Hırsızlar artık daha organize, daha seçici ve daha profesyonel. İnşaat projeleri gibi geçici güvenlik açıklarını ustalıkla kullanıyorlar, küçük ve taşınması kolay eserleri hedefliyorlar, sipariş üzerine çalışıyorlar. Müzeler ve sanat kurumları, bu yeni nesil sanat hırsızlarına karşı güvenlik stratejilerini yeniden düşünmek zorunda. Aksi takdirde, kültürel mirasın karanlık pazarlarda kaybolmasına göz yummak zorunda kalacağız.
KÜRESEL SANAT HIRSIZLIĞI PAZARI
Sanat hırsızlığının boyutu küresel ölçekte oldukça ciddi sayılara ulaşıyor. 2018 yılında yayımlanan Interpol verilerine göre bu suç türü yılda 4 ila 6 milyar dolarlık kayba yol açıyor. Element Paints’in 1991-2017 yılları arasında 4 bin 612 hırsızlık kaydını analiz ettiği araştırma, ilginç örüntüler ortaya koyuyor: Hırsızlar büyük tablolardan çok heykelleri tercih ediyor çünkü heykeller genellikle daha küçük, taşınması daha kolay ve kimlik tespiti zor oluyor. Louvre’daki takılar ve Granada’daki minyatür Picasso tablosu bu profile tam olarak uyuyor.
Coğrafi dağılım da dikkat çekici. Sanat hırsızlıkları en çok Irak ve Suriye gibi savaşın vurduğu ülkelerde yaşanıyor. Ancak hemen ardından Avrupa’nın yedi büyük merkezi geliyor. Çalınan eserlerin büyük çoğunluğu Avrupa’da ortaya çıkıyor. Paris, çalıntı eserlerin en çok ele geçirildiği kent olurken ikinci sırada Sırbistan’ın Arandelovac kenti yer alıyor.