Ünlü psikiyatr Rollo May, 19. yüzyılda insanlık tarihi açısından büyük bir değişiklik olduğunu belirtir. Bu değişiklik, akıl ve duygunun birbirinden bütünüyle ayrı birer birim olarak ele alınmasıdır. Descartes’le başlayan bu ikilik, insan kişiliğinin ikiye ayrılmasına neden olacak ve bunun sonuçları 20. yüzyıldan itibaren kendini göstermeye başlayacaktır.
Akıl, entelektüel ussallaştırmaya dönüştürülüp bir araç hâline gelirken duygu, bulanık ve çoğu zaman baskılanan bir şey olarak tanımlanacak, gündelik yaşamda “akılla mı yoksa duygularla mı hareket edilmeli?” sorusu insanların zihninde taşıdığı temel mesele olacaktır.
Fransız filozof Michel Foucault, Descartes’le başlayan bu ikiliğe “Kartezyen an” ismini veriyor ve o ana gelinceye kadar geçen tarihsel süreci Batı düşüncesinde gerçekleşen üç düşünme biçimi olarak değerlendiriyor. *
ÜÇ DÜŞÜNME BİÇİMİ
Pythagoras’tan Platon’a kadar uzanan süreç, ilk düşünme biçimini temsil etmektedir. Bu düşünme biçiminde insan, varlığın hakikatini hatırlamakla kendisiyle bir bilgi ilişkisine girmektedir. Foucault’nun “öznellik” dediği şey, düşünmek, insanın kendi kendisiyle kurduğu bir bilinç ilişkisidir. Bu ilişki, insanın “varlık” dediği şeyi düşünmesinin nesnesi hâline gelmesidir.
İnsanın kendi düşünme edimi üzerine geliştirdiği düşünme, düşüncenin kendi üzerine dönmesi anlamına gelir. Kendilik kaygısının başlatıcı olduğu bu kendini tanıma işi süreçte sürekli değişim için bir kendilik serüvenidir. Bu düşünme biçiminde akıl ve duygu, birbirinden ayrı tecrübeler olarak tanımlanmamaktadır.
Foucault’nun sözünü ettiği ikinci biçim, özellikle “Stoacılık”ta kendini gösterir. Kendilik, bir hatırlama değil hem düşünülen şeyin hem de düşünen öznenin bir sınanma ve aynı zamanda eğitim sürecidir. Hegel’in “Düşüncede erdemlerden söz eden ama erdemlerin genişletilmesine hiçbir katkı sunmayan” biçiminde betimlediği Stoacı bilinçte amaç, somut olmasa da bir etik özne yaratmaktır.
Düşüncenin kendisi üzerine düşünmesinin üçüncü biçimini Foucault “yöntem” olarak adlandırmakta ve Descartes’e gönderme yapmaktadır. Kendilik bilgisi, kendilik kaygısının iptaliyle “Kartezyen an” denilen düşünme biçiminin insafına bırakılmış olur.
Bu aşamada artık hakikate ulaşmak için öznenin kendisi üzerinde bir dönüşüm yapmasına gerek yoktur. Öznenin Yorumbilgisi’nin önsözünde Ferda Keskin şöyle diyor:
“İronik olansa, Descartes’in bu düşünüm biçimini kurumsallaştırmak üzere yaptığı önemli çalışmaya ‘Meditasyonlar’ başlığını koymuş olmasıdır. Bu başlık, Descartes’in de bir dönüşüm aradığına işaret eder. Ama bu dönüşüm, öznenin kendisinde değil bilginin nesnesiyle kurduğu ilişkide gerçekleşen bir dönüşümdür.”
Kartezyen özne için bilmek artık “kendini bilmek” değil yalnızca araca dönüşmüş akılla, evren ve evrenin içeriği olan nesnelerde -kimya, fizik, matematik, mühendislik aracılığıyla- nesneye ilişkin bilginin genişletilmesi ve nesnenin dönüştürülmesidir. Özne artık “Düşünüyorum, o halde makineler üretebilirim.” demektedir.
İnsanın kendi varlığıyla kurduğu bilinç ilişkisinin iptali, aynı zamanda “düşünüyorum”un iptali ve dolayısıyla kendi varlığının hakikatiyle olan ilişkinin iptali anlamına gelmektedir. Düşüncenin tarihsel süreçte “süreklilik” adı altında bir gelişim çizgisi izlediğini söylemek, Foucault’ya göre mümkün değildir. Bu nedenle evrensel bir özne teorisinin peşinden koşmak beyhude bir çabadır.
Bu yüzden “bir şeyin ne olduğunu sorgulamak yerine ilişkileri vücuda getiren pratikler tarafından o şeyin nasıl kurulduğunu” anlamaya çalışmak daha yerinde olur.
* Michel Foucault, Öznenin Yorumbilgisi, çev. Ferda Keskin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.