Atatürk ve öz kardeşlik
Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan “Ne mutlu Türküm diyene” sözü, yurttaşlık bilincine dayanan bir öz kardeşlik anlayışından kökünü alıyordu.
Yıl 1919, Atatürk’ün milletin bağrında savaşçı bir birey olarak yer aldığı günler… Erzurum Kongresi’ne katılanlar bağımsızlık için açtıkları bayrağı yırtmak isteyenlere; Türk, Kürt, Laz, Çerkes sıfatlarıyla Anadolu’yu bölüp yutmaya niyetlenenlere haykırırlar: “Trabzon, Samsun, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Van, Bitlis hiçbir nedenle birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Bu bölgede yaşayan, kıvanç ve tasada beraberliği kabul eden ve gelecekleri hakkında aynı amacı güden bütün İslam unsurları, birbirlerine karşılılıklı saygı ve fedakârlık duygularıyla dolu, soy, toplum ve çevre koşullarını anlayışla karşılayan öz kardeştirler.”
Ardından yalnız Doğu Anadolu’nun değil, vatanın da sınırlarını çizerler, işgalcilere gözdağı verirler: “Mütareke sınırları içindeki topraklarda büyük çoğunluğu Müslüman, birbirinden ayrılmaz öz kardeş olan dindaş ve soydaşlarımızın yerleştiği ülkemizi paylaşmaktan vazgeçin!” Bu düşünceler Sivas’ta Anadolu ve Rumeli vurgusuyla yinelenir.
Mustafa Kemal, öz kardeşliği İstanbul’a da taşımak ister. Nasıl mı? Türkiye’nin bugün bile kırmızı çizgisi olan Ulusal And/Misak-ı Milli ile. O, Ankara’ya geldiğinde Erzurum ve Sivas’tan süzülen ilkeleri olgunlaştırır. İstanbul’daki meclise arka arkaya iki metin gönderir. İlk metni, henüz seçilip Ankara’ya gelen milletvekilleriyle hazırlar ve Hüsrev Gerede ile gönderir. İkincisini Albay İsmet (İnönü)’le hazırlar. Düşüncesi, bu metnin İstanbul meclisinde kurulmasını istediği Müdafaa-i Hukuk/Hakların Savunulması Grubu’nun programı olmasıdır. Rauf Orbay’a telgrafla metni ulaştırır. Telgrafın altına da bir not düşer: Böylece program açıklık kazanmış oluyor…
Ne var ki Meclis’te Hakları Savunma yerine Vatanın Kurtuluşu/Felah-ı Vatan grubu oluşturulur. Bu son isim Padişahın meclisi açış konuşmasından alınmıştır. Üstelik bu grup Meclis’te Ahd-ı Milli adı verilen bir başka metin üzerinde çalışmaktadır. Sonuçta bu metinle Mustafa Kemal’den gelen birleştirilir. 28 Ocak 1920’de kabul, 17 Şubat 1920’de dosta düşmana ilan edilir.
Gelgelelim bu metin ile Mustafa Kemal metni arasında önemli farklar vardır. En önemlisi de çizilen vatan sınırı ve öz kardeş tanımıdır. Ankara metninde Mondros Mütarekesi imzalandığında işgal edilmemiş olan “sınırlar içinde” yaşayan İslam çoğunluğun “ayrılık kabul etmez bir bütün” olduğu vurgulanmıştır. Ancak İstanbul’da bölünmezlik “mütareke çizgisinin içinde ve dışında” yaşayan Osmanlı-İslam toplulukları için öngörülür.
Bu değişiklik vatanın sınırlarını yeniden belirsizleştirmekte, Osmanlıcılık düşüncesini yeniden canlandırmaktadır. Mütareke sınırı “dışında” ama neresi? Yemen, Suriye, Selanik dahil mi? Belirsiz… Tam da bu nedenle mecliste kabul edilen metinde yer bulan “dışında” kavramı bir daha anılmaz.
Yine Mustafa Kemal ve İsmet İnönü, hazırladıkları metnin 2. maddesinde mütareke sınırları içinde kalan Müslüman topluluklar için “öz kardeş” deyimini kullanmıştır. Ne var ki bu anlamlı niteleme de kabul edilen metinde yoktur. Kabul edenler o günü kavrayamadıkları gibi geleceği de görememiştir. Oysa Lord Curzon ve yandaşları Lozan’da azınlık kavramını dil, din, mezhep, soy azınlığı olarak genişletmek, yalnız Müslüman olmayanları değil, Çerkes, Kürt, Laz, Arnavut, Alevi, Sünni diye Müslümanları da bölüp, kolay lokma haline getirmek isteyecektir. Ancak masanın başında oturan İsmet Paşa 1919’un ve 1920’nin ruhunu üfleyerek düşlerini söndüreverecektir.
NEDİR ÖZ KARDEŞLİK?
Öz kardeşlik; aynı yurt için can vermektir, geleceği hepbirlikte kurmak düşüncesidir. Şimdi bu ‘öz kardeş’ sözcüğünün yerine ‘Türk’ sözcüğünü koyun… İşte Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene” derken kullandığı ‘Türk’ kavramının karşılığı budur… 1924 Anayasası’nın 88. Maddesi de Türk’ü “Türkiye halkına din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından Türk denir” diyerek tanımlar.
1930 yılında Atatürk, Medeni Bilgiler’de “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk denir” ibaresi vurgular, öz kardeşliğin Cumhuriyet kuşağında yaşamasını arzular.
Atatürk’ün hedeflediği çağdaşlaşma ve demokrasi de bu anlayış içinde Türkiye’de yaşayan tüm Türkler için değil midir? Asıl etnik kökenini öne sürerek hak talebinde bulunmak ırkçılık/faşizm değil midir? Bu yolu benimseyenlerin Lozan’da İsmet Paşa’nın karşısında duranlardan farkı var mıdır?
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev