Bugün konumuz bir gazete ve bir gazeteci olacak. Bu kez konuğumuz ne bir hain ne de bir işbirlikçi... Bugün tarih sahnesinde izleyeceğimiz figürler “Yeni Adana” gazetesi ve Ahmet Remzi Yüreğir olacak. Büyük Taarruz’a yürürken çoban ateşlerinin anlamını daha iyi kavrayabilmek için. Mustafa Kemal’in yerel basın için kullandığı bir tanımlama vardır: “Fazilet adaları” (Gezgin: ix). Bugün ele alacağımız hikâye o fazilet adalarından birinin.
Kasım 1918. Memleketin dört bir yanında yurtseverler şaşkın, buruk, suskun. Adana’da her köşede, bucakta gözler yaslı ve yaşlı. Bir yanda Dünya Savaşı’nın yenilgisi, öte yanda mütarekenin onur kırıcı uygulamaları. Osmanlı Hükümeti, 21 Kasım günü Çukurova’daki askerlerine çekilme emri verir. Bölgede konuşlu 2. Ordu’nun komutanı Nihat Anılmış’tır. Ordunun büyük kısmı terhis edilir. Sadece iskelet halinde kalan birliklerle 3. Kolordu Sivas’a, 20. Kolordu Ankara’ya, 12. Kolordu ise Konya’ya çekilir. (ATBD: 315-317)
O günlerde, Fransızlarla işbirliği içinde olan iki kardeş, Ali İlmi ve Mesud Fâni, Adana’da “Ferda” adlı gazeteyi yayımlamaya başlar. Takvimler 5 Aralık’ı gösterirken Fransızları davet eder, Türkleri aşağılarlar. Kiliselerde Ermeni ve Yunan bayrakları çoktan dalgalanmaya başlamıştır. Mütarekenin üzerinden 19 gün geçmiş, Fransız müfrezeleri kente girmiştir: 350 asker... Ve sonra yılın en uzun gecesi, Türkler için daha da uzun olur. 21 Aralık, Adana’nın işgal günüdür. Bu kez 1500 kişilik bir birlik girer kente. Adı Fransız, aslı Ermeni olan bu güçlerin gözleri intikamla doludur. Bir Fransız subayı durumu şöyle özetler: “Fransa’ya duydukları sevgiden çok Türk’e olan nefretlerinden buradalar.” (Aydın: 37) Peki ya Türk askeri? 26 Aralık’ta Pozantı’ya kadar tüm Çukurova, Türk askerinden arındırılmıştır. Komutan Nihat Bey, halkın gözyaşları arasında ayrılır kentten ama Adanalılar çoktan karar vermiştir: Direnilecektir. Kimi silahıyla, kimi kalemiyle...
Kalem, Ahmet Remzi’nin elindedir. 26 yaşında genç bir öğretmendir. Yozgatlı yedek subay Mehmet Avni (Doğan) onun en yakın fikir dostudur. Bu onur kırıcı gelişmeleri içlerine sindiremezler. “Ne yapabiliriz” sorusunun yanıtı bir gazetede bulunur. Mücavirzâde Mustafa Emin’in sahibi olduğu Hayat Matbaası, Çukurova’nın kaderini değiştirecektir.
“Adana” adıyla çıkarırlar ilk gazeteyi. 25 Aralık’ta, “Ferda” gibi paçavralara yanıt vermek için. Verdikleri yanıt serttir, bıçak gibidir. Ancak üç sayı yayımlanabilir. Emperyalizmin işine gelmez bu gazetecilik. Önce rüşvetle susturmaya çalışırlar ama yurtsever adam paraya pula boyun eğer mi? Eğmeyince ne olur? Gazeteleri kapatılır.
İki arkadaş, yeni bir gazete için Vali Nazım Bey’i ikna eder. “Yeni Adana” başlar yayın hayatına. Türk halkını örgütlemeye çalışır, Ermeni taşkınlıklarını eleştirir, Çukurova’nın Türk yurdu olduğunu haykırır. 8. sayı, “Kanuna hürmet” başlığını taşır. Yazarı Mehmet Avni’dir. Sırf gazetelerinin kapatılmasını eleştirmekle kalmaz, işgal güçleriyle de alay eder: “Eşeğin kuyruğu hâlâ elimizdedir.” Yani memleket bizimdir, güç bizdedir.
Sonuç mu? 8 Ocak 1919’da matbaa basılır, makinelerine el konur. Matbaa sahibi Mustafa Emin ve Mehmet Avni tutuklanıp işgal bölgesi dışına sürülürler. Mücadele biter mi? Hayır. Kalem susarsa, silah konuşur. Tutuklanmaktan son anda kurtulan Ahmet Remzi, o günlerde Temsilciler Kurulu Başkanı Mustafa Kemal Paşa’yla temas hâlindedir. Müdafaai Hukuk Cemiyeti örgütlenir, silahlı direniş başlar.
Kalemle mücadele bitmiş midir? Hayır. Ahmet Remzi, 25 Temmuz 1920’de Toroslar’daki Kelebek Köyü İstasyonu’nda bir vagonda, yeniden yayımlar gazetesini. Neden vagonda? Çünkü matbaasını taşıyabilmek ister. 9. sayı “Kilikya Türk Ülkesidir” başlığıyla çıkar. Haftada iki gün, pazartesi ve perşembe yayımlanır, fiyatı 5 kuruştur. Kelebek’ten sonra Belemedik İstasyonu, ardından Pozantı... 9 Eylül’de yayımlanan 14. sayıyla logodaki “Kilikya” ifadesi yerini “Adana”ya bırakır. Doğduğu kente dönüşü ise kurtuluştan sonradır. 9 Aralık 1921’de 185. sayısı yayımlanır ve “Vatan kucağında” başyazısıyla memlekete kavuşmayı ilan eder: “Çok dertli, elemli günlerden sonra öz yurdumuza kavuştuk. Başımızın üzerinde dalgalanan şanlı bayrağımız, hürriyet ve istiklalimizin ebedi dönüşünü müjdeliyor. Artık vatanımızın kucağındayız...”
SOBA İSİNDEN MÜREKKEP
Yurtsever mücadelenin günlerinde gazete yokluğu derinden hissedilir. Kâğıt yoktur, mürekkep yoktur. Soba isinden mürekkep yaparlar. Kullanılmış kâğıtları buzlu suda silip tekrar kullanırlar. Çoğu kez gazete iki yaprak çıkabilir. Halk da yoksuldur. Gazete satılamaz, dert de anlatılamaz. Fiyatı 100 paraya düşürürler. Dertleri kazanmak değil işgali memleketten kazımaktır.
Yeni Adana, o dönemde Fransızlarla işbirliği yapan Türkçe, Fransızca ve Ermenice gazetelerle mücadele eder. 456 sayısıyla Türk milletinin zaferlerini Çukurova’ya duyurur, Cumhuriyeti sahiplenir çünkü Cumhuriyetin inşası uğruna ödenen bedelin tanığıdır. Devrimleri sahiplenir çünkü yeni bedeller ödememek için gereklidir.
Yüreğir ailesi, yıllar boyunca Cumhuriyet ve çağdaşlık düşmanlarıyla mücadeleyi sürdürür. 1938 Haziran’ında Atatürk’ün isteğiyle çıkan af kanunuyla “yüzellilikler” yurda dönerken Yeni Adana Ferda’nın yazarı Ali İlmi’yi ve onun Fâni ailesini “Kadirli’de rağbet gören bir günahkâr” başlığıyla, gündeme getirir. 1953’te anılarını yayımladığında Ahmet Remzi bir kez daha hatırlatır o karanlık günleri. (Halıcı: 222 vd)
Gazete iktidar değişikliklerine, askeri darbelere, ekonomik krizlere direnir. Sayısız ödül alır. Bunlardan biri dünya çapındadır: Gazete Sahipleri Birliği Vakfı’nın Amerika ve Kanada dışında yayımlanan gazeteler için ilk kez 1965’te verdiği Dünya Basın Başarı Ödülü’nü kazanır. Arjantinli gazeteci Dr. Alberto Gainza Paz ödül töreninde şöyle der: “Bu ödül, bir gazetenin büyüklüğünün sayfa sayısına veya tirajına bağlı olmadığını bir kez daha göstermiştir. Bir gazetenin büyük olması için çok sayıda baskı makinesine değil bir ruha sahip olması gerekir.”
Kastettiği ruh, Kuvayı Milliye ruhudur. O ruh, 31 Temmuz 2023’te “Bir dönem bitiyor” başlığıyla veda eder. “Savaşlara dayandı, krize dayanamadı” der. O gün yayımlanan son sayıdır. Yine bir temmuz ayı... Yeni Adana’nın tarih olması üzerinden iki yıl geçmiş ve ben aynı hüznü taşıyorum içimde. Biraz da utanarak. Çünkü yaşatamadık o ruhu. Kaynakça
ATBD - Yıl 67, S 142, 2018, s. 315-317