Bir yemek masasında aile sorgulaması

Bir yemek masasında aile sorgulaması

16.11.2025 11:39:00
Güncellenme:
Bir yemek masasında aile sorgulaması

Şenay Gürler ve Şerif Erol, bu sezonun ilgi çeken oyunu Fora oyununda bir aile yemeği etrafında büyüyen çatışmaları, kuşak farklarını ve ebeveynliğin kırılgan sınırlarını sahneye taşıyor. “İlk travmalarımızı yaşadığımız yer aile,” diyen Gürler ve Erol oyunda izleyici karşısına çıkan yüzleşmenin hem komik hem sarsıcı yanlarını anlatıyor.

Fora’da bir aile krizinin ortasında yer alan Şenay Gürler ve Şerif Erol ile aile kavramı üzerine konuştuk.

Bir aile yemeği ne kadar zorlayıcı olabilir? Fora, aile bağlarını, kuşak çatışmalarını, bireylerin kendini bulma çabasını tek mekânda karakterlerin özüne inerek kahkasını da eksik etmeden betimleyen bir oyun. Hikmet Hükümenoğlu’nun yazdığı, Mert Öner’in yönettiği, Kubilay Aka, Aslı İnandık, Şükran Ovalı ve Eray Karadeniz’in de rol aldığı oyunda anne ve babayı canlandıran Şenay Gürler ile Şerif Erol izleyenlerin zihinlerini kurcalayan soruların tam da merkezinde yer alan karakterlere yaşam veriyor. 18 Kasım’da Maximum Uniq Hall’da izleyiciyle buluşacak Luz Creative yapımı Fora’nın izleyiciyi de içine alan sorgulamalarını Gürler ve Erol ile konuştuk.

- Fora’da yer alma hikâyeleriniz nasıl gelişti?

Şenay Gürler: Aslında ben başka bir oyun çalışmaya başlayacaktım. Yapımcımız Nisan Ceren arayınca önce yapmamın çok zor olduğunu söyledim ama yine de oyunu okumak istedim. Okuyup Mert Öner’in yöneteceğini de öğrenince içinde yer almam gerektiğini düşündüm. Hikmet Hükümenoğlu bu kadar ağır bir konuya mizahi bir şekilde yaklaşan, incelikle ele alan bir oyun yazmıştı. Mert Öner’le de çalışmayı çok istiyordum. Kadro şahaneydi ve böylece başladık.

Şerif Erol: Yaz başıydı, yapımcımız ve sevgili dostum Nisan aradı bir gün, bir oyun hazırlığından söz etti ve “Yer almak ister misin” diye sordu. Nisan bu sorular sırasında insana kendini mutlu hissettirmeyi çok iyi bilir. Bense, Hikmet Hükümenoğlu'nun metnini çok sevmeme rağmen programım yoğun olduğu için yapamayacağımı söyledim. Yaz sonunda ne şanslıyım ki tekrar aradı ve bir kere daha sordu. Bu kez programım uygundu, hemen kabul ettim.

KONFORLU BİR ALAN

- Oyun tek mekânda ve bir yemek masasında geçiyor. Bu yönüyle nasıl bir oyunculuk deneyimiydi?

Ş. Erol: Çok zevkli. Olayların tek mekânda geçmesi oyuncular için ağız sulandıran bir durumdur. Yani sahneden hemen hiç çıkmayacaksınız, her an hikâyenin bir parçası olacaksınız. Bir oyuncu daha ne ister?

Ş. Gürler: Daha önce çok daha hareketli oyunlarda yer aldım. Fora, yemek masasında göz göze, diz dize oynanan ve içsel enerjini her zaman koruman gereken bir oyun. Aramızdaki iletişim o kadar yoğundu ki oyunculuğumuzun üstüne ekleye ekleye, birbirimize alan sağlayarak güzel bir yolculuk yapıyoruz. Kendimi konforlu ve özgür hissettiğim bir alandayım.

- Aile yemekleri güzel başlar ama bazen güzel bitmeyebilir. Böyle bir masanın ebeveyn tarafında yer almak size nasıl hissettirdi?

Ş. Erol: Provalar sırasında bolca düşünme fırsatım oldu. Acaba baba olsaydım Cevdet gibi bir baba mı olurdum? Buna kesin bir cevabım olmadığını fark ettim. Bir sürü şeyi Cevdet'ten daha iyi bilmediğimi fark ettim. Cevdet karakteri bana pek benzemese de hayatta, babalıkta, hatta “aile reisliği”nde bildiğinin en iyisini yapmaya çalıştığını söyleyebilirim. Yani masanın ebeveyn tarafında yer almak bana sorular sordurdu, bu da bana iyi geldi.

Ş. Gürler: Oyuna çok yönlü bakma fırsatı verdi bu durum. Ben de bir kız annesiyim. Oyundaki ebeveynlikle benim ebeveynliğim arasındaki farklar ve benzerlikler üzerine düşündüm. Sonra da kendi ailemi göz önüne aldım. Hep çocuklarının iyiliğini isteyen ama onların kendilerini gerçekleştirmeleri için fazla alan tanımayan ve her zaman kendi doğrularını ön plana koyan ebeveynler. Aslında oyunumuzun çıkış sözü çok şey anlatıyor: Hem bir lütuftur aile hem de bir lanet. Öğrenilmiş ebeveynliklerle devam eden, bir zamanlar kendilerine uygulanan ve bir yanıyla nefret ettikleri ebeveynlik biçimini devam ettiren ebeveynler. Böyle düşününce insanın içine büyük bir acı çöküyor. Kendini değiştirebilen, gerçekleştirebilen, empati kurmayı becerebilen ebeveynlerin daha farklı davrandıkları bir gerçek.

- Emel, kontrolcü ve "baskın" bir karakter. Siz zaman içinde benzer karaktere sahip rollere yaşam verdiniz. Sizce Emel'İn kontrolcü yönü kabul edilebilir bir seviyede mi?

Evet televizyonda böyle roller oynadım ancak tiyatroda ilk kez böyle bir karakter canlandırıyorum. Sadece çocukları üzerinde değil, etrafındaki herkes üzerinde baskı kurmaya çalışan bir karakter Emel. Benim için kabul edilebilir sınırlar içinde değil. Ben empati kurup kendini eleştirebilen biriyim. Emel ancak kızıyla gerçekten konuşmaya başladığında kadın olmanın benzer sorunlarının kızında da olduğunu görünce değişiyor. Ve tabii kendi yalnızlığını ve sorunlarını açık edebildiğinde. Kadınlar daha farklı davranıyorlar erkeklere göre. Oyunumuzdaki kadın karakterler aslında değişebilme ve kendini var edebilme gücüne sahipler.

- Cevdet ise Emel'in biraz zıttı bir karakter. Suskun ve belki de biraz boş vermiş. Sizce Cevdet'in karakteri Emel'in karakteriyle mi biçimlenmiş yoksa Cevdet böyle olduğu için mi Emel dizginleri eline alma ihtiyacı hissediyor?

Ş. Erol: Birbirlerinin bu kadar zıttı karakterler olsaydılar bu kadar zamandır evli kalabileceklerini zannetmiyorum. Emel ile Cevdet evliliklerini, düzenlerini sürdürmenin yolunu bulmuşlar. Şimdi sıra çocuklarda, çocuklar kendi hayatlarını sürdürmek istiyorlar ama Emel de Cevdet de onları duymuyorlar, duyamıyorlar.

- Şenay Hanım, bu yıl içinde aile ile ilgili açıklamalarınız olmuştu. Üstüne Fora'da rol almanız, aile kavramını yeniden düşünmek için size bir alan açtı mı?

Ş. Gürler: İlk travmalarımızı yaşadığımız yer aile. Aile olmayı becerebilmek diye bir şey var. Bu da zor bir şey. Hiç kimse ailesini seçemiyor. Ama aile olmak için kan bağı da gerekmiyor. Benim kan bağım olmayan ama ailem gibi hissettiğim insanlar, hayat yoldaşım var. Kızımı da benim bu hayattaki yoldaşım olarak görüyorum.

- Fora'da oyun boyunca mekânda yalnızca bir şarkı çalacak olsa sizce bu şarkı hangisi olurdu?

Ş. Erol: Zbigniew Preisner'in bestesi, “The End”.

Ş. Gürler: Vivaldi’den “Dört Mevsim”.

AİLENİN KRİZ YÖNETİMİ

- Aile söz konusu olduğunda ebeveynlik biraz da kriz yönetimidir diyebiliriz. Karakterlerinizin kriz yönetimini nasıl buldunuz.

Şenay Gürler: Oynadığım karakterin kriz yönetimini yargılamıyorum, onaylamıyorum da. Onu kendi gerçekliği içinde değerlendiriyorum. Ama dediğim gibi değişime açık olduğunu da düşünüyorum. Ben kızımla arkadaş olmayı tercih ediyorum, hayat deneyimim ondan fazla da olsa onun davranışını yargılamadan anlamaya çalışıyorum. Ondan öğreneceğim çok şey var. Onun birey olmaya çalıştığı bu hayatta yanında olduğumu, hata da yapsa yargılamayacağımı bilmesini sağlarım.

Şerif Erol: Karakterimin kriz yönetimini iyi bulmadım. Kriz yönetimi diye bir şeyden haberi var mıdır, emin değilim. Ben olsaydım çocuğumun kendini ifade edebildiği ilk anlardan itibaren ne söylemek istediğine kulak vermeye çalışırdım.