Yosemite Ulusal Parkı’nın görkemli doğasıyla açılan Untamed, iki dağcının nefes kesici tırmanışıyla başlıyor hikâyesine. Başlangıçta her şey yolunda görünürken dağın zirvesinden kendilerine doğru düşen ceset bir anda iplerine dolanarak dizinin ana öyküsünün ilk düğümünü atıveriyor önümüze.
Girizgâhın peşi sıra tanıştığımız Soruşturma Birimi özel ajanı Kyle Turner (Eric Bana), olay yerine geldiğinde, çalışma arkadaşları tarafından çok sevilmeyen ancak işini çok iyi yaptığını hızlıca kavradığımız ana karakterimizle tanışıyoruz. Fırtına ve yıldırım uyarılarına aldırmadan iplerde asılı kalan cesedi inceleyen Turner’ın davayı almasıyla birlikte “Untamed”in birbirine dolanan boğumları da birer birer açığa çıkmaya başlıyor.
Gerçekten de bu, kimsenin pek hazzetmediği; dizinin ismiyle uyumlu bir biçimde yabaniliği, huysuzluğu, sessizliği ve iletişimsizliğiyle kimsenin çalışmak bile istemediği adamın kişisel geçmişi ve travmalarıyla yüklenmiş “Untamed”, ilk bakışta bir vaka üzerinden salt bir gizem ve suç öyküsü gibi görünse de aslında daha çok ana karakterinin yolculuğunu takip eden bir dizi. Öyle ki ekibe yeni katılan Naya Vasquez’in (Lily Santiago) birlikte çalışmak zorunda kaldığı adamla uyumlu özel yaşamına dönük sessizliği de bu iki karakterin yolculuklarını dizinin ana arteriyle birleştiriyor ve “Untamed”, güçlü yan karakterlerle ilmek ilmek dokuduğu öyküsünü uçsuz bucaksız bir doğada, yaşamında ya da geçmişinde kapana kısılmış karakterlerle zenginleştiriyor.
SIRLARLA YÜZLEŞME
Eric Bana’nın her sahnede ihtişamla yaşam verdiği Turner’ın aldığı davayla birlikte şimdisi, geçmişle bağlanırken her bir karakter kendi sırlarıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Vaka, karakterlerin kabuk bağlayan yanlarını kanatmanın bir aracına dönüşürken doğa, özlerini açığa vurdukları bir serüvene evriliyor. Bu noktada Untamed, daha önce çokça örneğini izlediğimiz, katmanlı yapılarıyla bize gerilim dolu bir karmaşa vaat eden ustalıklı örneklerden sıyrılıyor. Çünkü derdi yalnızca olayın gizemini çözmek değil. Bu haliyle fazlasıyla retro, hatta soyu tükenmekte olan bir stilin parçası izlenimi yaratsa ve pek çok kişi için “yeni bir şeyler söylemekten uzak” görünse de karakterlerinin birbirine geçen yaşamlarını parkın her bir noktasına bırakılmış ipuçlarıyla takip etmeyi seçerek risk alıyor. Evet, bir suç öyküsü olarak ele alındığında kesinlikle derinlikten uzak ancak ana karakterinin ve gizemin “öngörülebilir” çözümlenişine karşın yalın anlatısıyla seyircisini kendisine son ana dek bağlamayı başaran bir öyküleme. Bunda Eric Bana’nın giydirilen anti-kahraman pelerininin büyüsünün payı büyük. Ancak yalnızca gizemin değil ana karakterinin ve dahi yan karakterlerinin acılı tekâmül süreçlerinin birbirine, toprağa, doğaya karışan kıvrımlı dallarının da katkısı çok.
“Untamed”, büyük beklentilerle izlemeniz gereken, sizi yoracak bir karmaşayla başınızı döndüren bir hikâye değil ve tam da bu duru ve iddiasız yapı, gücünü sağlayan temelleri atıyor. Acının, kayıpların, travmaların, pişmanlıkların, değerini bilemediklerimizin, asla ulaşamayacaklarımızın bir yüzleşmesi bu. Kendisine kalkan edindiği boğumları birer birer, içinde bulunduğu doğanın dinginliğiyle açan bir dizi. Ve harcadığınız zamana kesinlikle değiyor.
Puanım: 7/10