FOTO İMZA: SAMUEL HESS
Fısıltıya benzeyen sesi, lo-fi’nin sıcaklığına yaslanmış şarkıları ve zamanı askıya alan tınılarıyla Jessica Pratt, günümüzün en özgün müzisyenlerinden biri. “Here in the Pitch” albümüyle yalnızca geçmişe değil, hislerin en ince katmanlarına da dokunmayı başaran Pratt, PSM Loves Summer by %100 Müzik kapsamında 5 Temmuz’da Zorlu PSM’de vereceği ilk İstanbul konseri öncesi sorularımızı yanıtladı.
– Geçen yıl yayımlanan “Here in the Pitch” albümünüz hem nostaljik hem de zamansız bir his uyandırıyor. Bu albümü önceki işlerinizden ayıran en belirgin fark ne sizce?
Vizyonumun keskinleştiğini hissediyorum. Yaratıcı olarak hangi yöne gittiğimi artık biraz daha iyi anlıyorum.
– Spotify’daki şarkılarınıza göz gezdirmek, adeta Amerikan müzik tarihinin içinde süzülmek gibi bir his veriyor. Elbette bu özgünlük eksikliğinden değil, tam tersi. Sanki müzikal bir kolektif bilinçle bağ kuran bir atmosfer yaratıyorsunuz. Bu sizce ne kadar çocukluğunuz ve aile mirasınızla ilgili?
Etkiler açısından baktığımda, annemin çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım boyunca bana müzik ve fikir anlamında büyük bir zenginlik sunduğunu söyleyebilirim. Şu anda ilgimi çeken müziklerin çoğu, o zamanlar duyduklarımla bağlantılı. Kolektif müzikal bilinçle bağ kurmak konusuna gelirsek, duyarlılığımın ve hayal gücümün olumlu özellikler olarak görülüp gelişmesine izin verilmiş olması benim için çok değerli. Yaratıcı bir kanal olabilmek bana göre yarı-psişik bir beceri ve bu da teşvik olmadan tam anlamıyla ortaya çıkamazdı.
– Bununla bağlantılı olarak: Lo-fi kayıt stilini seçmeniz daha çok geçmişe duyulan estetik bir özlemden mi kaynaklanıyor, yoksa duyguyu en saf hâliyle aktarabilme isteğinden mi?
Son iki albümümde en azından hem yüksek kaliteli hem de lo-fi unsurların bir karışımını aradım. Mesele sesin sıcaklığı ve dokusuyla ilgili. Bu tarz seslerle ilgili kültürel çağrışımlar yapılabilir elbette ama bana göre bu sadece kulağa en doğru gelen şey. Dinliyorum ve doğru olduğunu hissediyorum.
– Şarkı yazarlığınız zaman içinde nasıl evrildi? Heyecandan deneyime doğru bir kayma yaşadığınızı söyleyebilir misiniz?
Beğendiğiniz bir şarkı yazdığınızda her zaman bir heyecan olur. Zamanla bazı şeyleri öğrendiğim kesin. Belki de en önemli ders şu oldu: Olasılıkla işe yaramayacak bir şey için enerjini harcama. Bazen işe yaramayan bir fikre devam etme içgüdüsü oluyor ama artık daha seçici olmaya çalışıyorum.
– “Here in the Pitch” dönemindeki Jessica Pratt, 2012’deki halinize ne söylerdi? Ya da diğer taraftan bakarsak, genç Jessica şu anki halinize ne derdi?
Olasılıkla hiçbir şey söylemezdim çünkü ben en iyi zor yoldan öğrenirim.
GERÇEK ‘BEN’İ BİLMEK OLANAKSIZ
– Dinleyicinizle kurduğunuz bağ genellikle çok kişisel. Bu sizi hiç savunmasız hissettiriyor mu?
Bir şekilde hissettirmiyor ama müziğin duygusal düzeyde insanlarla bağ kurduğunu bilmek beni gerçekten etkiliyor. Müzik zaten bu amaçla yapılıyor. Aslında yaratıcı çıktınızın hangi kısmının sizi gerçekten yansıttığını, yani “gerçek sizi” ortaya koyduğunu bilmek biraz olanaksız. Belki müzikte aynı anda hem duygusal hem de biraz “korunaklı” bir taraf vardır.
– Bağımsız müzik ile dinleyicisi arasındaki güncel ilişkiyi nasıl yorumluyorsunuz? Spotify, Tiny Desk, Needledrop gibi platformların şekillendirdiği bir ekosistemde bu dinamiğin sizi rahatsız eden ya da sürdürülemez bulduğunuz yönleri var mı?
Bence bunlar internet üzerinden iletişim kuran bir dünyanın doğal uzantıları gibi. Tiny Desk ve Needledrop bana kalırsa oldukça geleneksel mecraların modern versiyonları gibi. Radyo veya televizyon canlı performansları ile kitlesi olan müzik eleştirmenleri gibi düşünebiliriz.
– Son olarak, İstanbul’daki dinleyicilerinize konser öncesi iletmek istediğiniz bir mesaj var mı
Türkiye’de çalacak olmaktan dolayı çok heyecanlıyız! Uzun yıllardır müzik yapan biri olarak tamamen yabancı bir yerde sahne almak çok özel bir deneyim olacak.
"HİÇ DUYMADIĞIM TÜRDEN BİR RÜZGAR"
– Los Angeles’ta yaşayan bir müzisyen olarak, geçen yılki orman yangınları sizi duygusal olarak nasıl etkiledi? Özellikle de Laurel Canyon gibi müziğinizin kültürel hafızasında önemli bir yeri olan bölgelere bu kadar yakınken.
Kent için hem üzücü hem de korkutucu bir dönemdi. Başka bir şeyi düşünmek bile zordu. Bence pek çok insanın adına konuşarak şunu söyleyebilirim: İklim değişikliğinin uzak ve soyut bir tehdit değil tam karşımızda beliren bir gerçeklik olduğunu o an fark ettik. O ilk gece evde otururken, LA’de bugüne dek hiç duymadığım türden bir rüzgâr sesi dinledim. Öte yandan Los Angeles, kültürel geçmişinin parçalarını doğal afetlerle kaybetmeye alışık bir kent. Zaten genel olarak Kaliforniya tarihi de bir tür “yaratıcı yıkım” kavramıyla tanımlanabilir.