Fark etmek ama belli etmemek
Çelişkili söylem ve davranışlar belli bir sosyal sınıfa ait değildir. Tarihte her sosyoekonomik sınıftan çelişkili söylem ve eylemlere rastlayabiliriz.
İnsan sahip olduğu neo-korteksten ötürü ileri düzeyde bilinçli olan ancak bazı bilişsel çelişkilerini fark etmeyen bir canlıdır. Bir bilim insanı tarafsızlığıyla siyasi amaç gütmeden çelişki olduğunu düşündüğüm birkaç insani tavrı sıralamak istiyorum.
Sadece iktidar yandaşları mı çelişkili? Son seçim öncesinde pek çok kişi enflasyondan, pahalılıktan şikâyet ediyordu. Buna bakan muhalefet yanlıları iktidarın seçimi kaybedeceği kanısına vardı. Ancak sokak röportajlarında çöplükten atılmış sebze toplayan kimileri oylarını iktidara vereceklerini söylediler. Muhalifler ise bu tavrın akılalmaz bir çelişki olduğunu hatta bu çöplük insanlarının aptal olduklarını düşündüler, “İnsan bu kadar eleştirdiği bir partiye oy verir mi?” dediler. Fakat bu muhalifler aynı çelişkiyi kendilerinin de sergilediğini fark etmediler. Pek çok muhalif vatandaş yıllardır ana muhalefet partisini ve liderini kıyasıya eleştirirler, buna rağmen seçimde yine ona oy verirler. Partilerinin hatırı için hiç tanımadıkları Ekmeleddin İhsanoğlu’na eleştire eleştire oy verdiler. İktidar yanlıları çelişkili de muhalefet yanlıları çelişkili değil mi? Galiba eleştiri ayrı şey, parti tutmak ayrı şey.
Söylemi sosyalist, kendisi muhafazakâr köylümüz: Çocukken köylü amcalardan şu hikâyeyi duydum: “Uzaklardan gelen bir atlı büyük bir sürü görür, kimin olduğunu sorar, Ahmet Ağa’nın olduğunu söylerler. Güzel tarlalar, çayırlar, bakımlı evler görür, at sürüleri görür, onlar da Ahmet Ağa’nındır. Gördüğü her şey Ahmet Ağa’nındır. Yolcu atından inip bir köylüye verir ve “Ahmet Ağa’ya benden selam söyleyin, benim atım da onun olsun” der. Şimdi bu hikâyede inanılmaz bir sosyalist bakış tarzı var. Anlatıcının bir “Toprak işleyenin, su kullananın” demediği kalmış. Amcalar eşitsizliğin farkındaydılar ancak seçimde Ahmet Ağa’nın partisine oy verirlerdi.
Anadolu’muzda yaygın olarak “Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz ovada yolunu şaşırır” derler ancak oylarını zenginin partisine verirler. Bu örneklerde toplumsal adaletsizliği fark eden ancak fark ettiklerini davranışlarıyla belli etmeyen insanlar var.
Mülkiyetçi babalar, ağabeyler: Nice baba, ağabey çocuğuna, kardeşine sokakta bir yabancının parmak sallamasına bile izin vermezken evde gönül rahatlığıyla döver onu ve bir çelişki görmez bu durumda.
Aile gerçekten kutsal mı?: Dillere sakız olan bir söyleme göre aile ve onun direği olan kadın kutsaldır. İyi. Ey kanun, örf, âdet tanımayan erkekler, madem aile kutsal, o halde kutsal ailenin, en kutsalı olan karılarınızı niçin dövüyorsunuz, öldürüyorsunuz? Çocuğunuzun annesini öldürdükten sonra mahkemede kravat takıp “töre cinayeti” diyerek indirim istiyorsunuz. Tarih okuyunuz, Türk töresinde kadın cinayeti yoktur.
Komşunun malını çalmayacaksın: Kadim kültürlerden bu yana iç grup dış grup ayırımı ve bundan kaynaklanan çelişkili ahlak anlayışı var bu dünyada. En eski ahlak öğretilerinde “Komşunun malını çalmayacaksın” denir. Felsefede her tanımlama bir yadsıma olduğun göre bu ifade, komşun olmayanların malını çalabilirsin, “ilkel” diye yaftaladığın toplumların zenginliklerini yağmalayabilirsin anlamı taşıyor.
Türkler yağmacı mı?: Bazı Batılılar Türklerin tarih boyunca yağmacılıkla geçindiklerini söylerler. İyi de onca Haçlı Seferi yağma amaçlı değil miydi? Avrupa Asya’da, Amerika’da, Avusturalya’da, Afrika’da insanların tüm zenginliklerini ellerinden almadı mı, onları köle olarak pazarlarda satmadı mı? (Aslında Avrupalı yukarıda ifade edilen temel öğretiye uydu, komşusunun malını çalmadı, sadece uzaktakilerin zenginlikleriyle ilgilendi.) Kişinin kendi davranışını doğal kabul edip başkalarını eleştirmesi çelişkili bir ahlak anlayışıdır. Steinbeck, Cennet’in Doğusu isimli romanında “Aslında Kızılderililere haksızlık ettik ancak başka şansımız yoktu” yazmıştır.
Türk-Yunan kardeşliği aşırı olmalı mı?: Büyük Marmara depreminde Yunanlar çok destek oldular, bir Yunan gazetesi “Dayan Komşi” diye manşet attı. Aynen karşılık verdik. İzleyen günlerde, aslında bir sosyal demokrat ve aydın olan dışişleri bakanımız, “İki ülkenin insanları arasındaki sevgi seli önlenemez bir hal aldı” dedi. Sanırım bu cümle ağzından kaçtı, dostluğu önlemek şart mıydı? Galiba iki ülkenin yöneticileri iki toplumun kanlı bıçaklı olmasını istemiyorlardı fakat canciğer olmasını da istemiyorlardı. Sizce bu açıklamada da bir çelişki var mıydı?
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!