Mert Erşahin. Nam-ı diğer Akustikadam. Onun öyküsü aslında Balat’ta bir marangoz atöulyesinde başladı. O atölye bir zaman sonra sahneye dönüştü. O sahne de Akustikadam’ı ve güncel sözleri zengin müzikal altyapılarla bir araya getiren müziği yarattı. Gerisini Erşahin’den dinleyelim...
– Akustikadam ismi bir mekânla birlikte büyüdü. Atölye Kafası’nın sizi müziği öncelikli kılmaya iten en önemli etken olduğunu söyleyebilir miyiz?
Aslında kariyerim oldukça ilginç başladı. Müzisyen kimliğimin yanı sıra, dedemden miras kalan marangozluk da içimde hep vardı. Ahşap ürünlere olan talep o dönem o kadar arttı ki siparişlerden başımı kaldıramaz hale geldim. Haliyle sürekli atölyedeydim… “Madem hep buradayım,” dedim, “şuraya bir sahne kurayım, işler bitince de akşamları burada konser vereyim.” Çünkü 15 yaşımdan beri kendi şarkılarımı yazıyor ve söylüyorum. Hayallerim hep müzikle ilgiliydi. Bu performanslar kulaktan kulağa yayıldı. Balat’ta kendime ciddi bir dinleyici kitlesi edindim. Zamanla birçok arkadaşım, dostum, hatta ustam diyebileceğim isimler de bu tozlu sahnede müzik yaptı. Emir Can İğrek’ten Melek Mosso’ya, Can Ozan’dan Teoman’a kadar pek çok isim... Müzik kısmı zamanla daha önplana çıkmış gibi görünse de atölyemde hâlâ ahşap işlerine devam ediyorum.
– Balat aynı zamanda doğup büyüdüğünüz yer sanırım. Bu yönüyle müziğinize etkisi olduğunu söyleyebilir misiniz?
Evet, doğma büyüme Balatlıyım. Burası tarih boyunca çok kültürlü bir semt olmuştur. Çocukluğum burada geçti. Hâlâ da neşeli, canlı bir yerdir. Bu enerjinin şarkılarıma da yansıdığını düşünüyorum. Zaten çoğu klibimi de burada çektim. Bu semtin enerjisi benim ruh halime çok benziyor: Kafası karışık ama bir o kadar da eğlenceli. (Gülüyor)
– Şarkılarınızda popüler kültürden, deyimlerden ve güncel kişilerden izler bulunuyor. Söz yazımında nasıl bir yol izliyorsunuz? Serbest çağrışım mı ön planda?
Aslında şarkılarımı oluştururken tek bir yol izlemiyorum. Örneğin atölyede boya yaparken aklıma gelen güzel bir sözü çam ağacının arkasına kurşun kalemle yazıp o sözden bestelediğim şarkılarım var. Ama genelde gitar elimdeyken çıkıyor şarkılar. Reklam ajanslarında uzun yıllar metin yazarlığı yaptım, Atölye Kafası maceramdan hemen önceki dönemdi. Orada kısa, öz ama etkili yazmayı öğrendim. Popüler kültürle de o yıllarda barıştım. Onun tam ortasındayız, reddetmek bana anlamsız geliyor. Güncel ifadeler, bir dönem portresine dönüşebiliyor. Korona döneminde yazdığım “Virüs Günlerinde Aşk” şarkısı gibi. Kendimi hiç sınırlandırmıyorum. Eğer anlatmak istediğim duygu, küfürle daha güçlü bir şekilde aktarılacaksa, küfür ederim. “Markama zarar verir mi?” diye düşünmem. İçimden geleni bastırmak bana daha çok zarar verir.
SAHNE İSMİNİN KÖKENİ
– Akustikadam ismi nereden geliyor?
Elimde akustik bir gitar, sahnede kendi yaptığım ahşap bir tabure, şarkılar arasında anlattığım hikâyeler… Yıllarca böyle sade ve samimi konserler verdim. Hayatımın özeti gibi: Akustik gitar, ahşap tabure ve hikâye anlatıcılığı. Bir konserin ardından bir dinleyici gelip şöyle dedi: “Gerçekten akustik bir adamsın.” O söz kulağıma küpe oldu. Hoşuma gitti ve ben de o günden sonra kendime “Akustikadam” dedim.
– Dediğiniz gibi isminizi ilk duyan biri için sahnede elinde gitar olan bir adam imajı oluşuyor. Oysa sizin giderek çeşitlenen bir müzikal yelpazeniz var. Dinleyicileriniz arasında bu konuda bir yanılgı oldu mu?
Olmaz mı. (Gülüyor) Kafası karışık biriyim ve bu halim müziğime de yansıyor. Akustik işler yaptığım gibi elektronik altyapılı şarkılar da yapıyorum. “Akustikadam” deyince insanlar genelde akustik gitarla sade bir performans bekliyor ki kariyerimin ilk yıllarında öyleydi ama zamanla hepimiz dönüşüyoruz. Yeni şeyler denemeyi çok seviyorum. Bu durum dinleyicinin beni sound açısından tanımlamasını zorlaştırıyor, farkındayım ama elimde değil. Dediğim gibi kafası karışık biriyim. (Gülüyor)
– Farklı türlerden esinlenen altyapılar üretiyorsunuz. Müzikal anlamda yeni şeyler denemek konusunda cesur musunuz?
Kesinlikle evet. Spotify’da şarkılarımı arka arkaya açarsanız, tarzların ve sound’ların birbirinden ne kadar farklı olduğunu görebilirsiniz. Bir bütünlük yoktur, tıpkı yaşam gibi. O an ne hissediyorsam o duyguyla ilerliyorum. Elimdeki şarkıya göre şekillendiğim çok olmuştur. Evet, bu biraz riskli. Dinleyici açısından “Akustikadam” farklı anlamlar çağrıştırabiliyor ve bu akılda kalmayı zorlaştırabiliyor ama içimde bir sürü “Mert” var, hepsini doyurmam lazım. (Gülüyor)
EN BASKIN DUYGU: KORKU
– Müziğinizde en baskın duygu hangisi?
Genellikle korkularımı betimleyip, onlara bir beden verip o hâlleri şarkıya dönüştürüyorum. Sevdiğim bir insandan ayrılma korkusu mesela. Bakınız: “Yalnızlıkla Sevdim Seni.” Veya yaşlılık korkumla yüzleştiğim “Sıkı Tutun, Yaşlanıyoruz.” Yani, müziğimde en baskın duygu maalesef korkularım oluyor.
‘KONSERİME GELEN EĞLENİR’
– Bir dinleyici olsaydınız, Akustikadam konserine neden gitmek isterdiniz?
Sanırım en çok eğlenmek için giderdim. Konserlerimde bolca hikâye anlatırım, insanları güldürürüm. Hatta şarkı çalarken sıkılırsam şarkıyı yarıda keserim. Çünkü ben sıkıldıysam dinleyicim de sıkılmıştır diye düşünürüm. Kısacası, konserime gelen eğlenir. Yıllardır geri dönüşler hep bu yönde oldu. Bu konuda iddialıyım. (Gülüyor)