İhmalle yok olan güzel olasılıklar

İhmalle yok olan güzel olasılıklar

2.02.2025 11:18:00
Güncellenme:
Dilşad Çelebi
Takip Et:
İhmalle yok olan güzel olasılıklar

Çocukluğum Bolu’da geçtiği için o oteli biliyordum. Sömestr tatiliydi ve orada çocuklar vardı...

Uzay’ın saçlarını ilk kestiğimde yıllar sonra o saçları buluşumu düşünüp hüngür hüngür ağlamıştım. Adeta, yanı başımdaki çocuğuma özlem duymuştum. Kollarımın arasındaydı, ağzındaki dört tane dişle bana gülümsüyordu ve ben onu çılgınlar gibi özlüyordum. Çünkü o kadar hızlı büyüyordu ki birkaç hafta sonra bile şu halinden çok farklı olacaktı. Bir yandan o iyi yesin, iyi uyusun ki büyüsün diye canımı dişime takarken bir yandan da öylece kalsın istiyordum. Ben tam olarak ne istiyordum? 

Bir süredir soru sorarken “Anneciğim şunu açabilir misin mi? Yapabilir misin mi?” benzeri fazladan bir soru eki kullanıyordu. O fazladan “mi” şimdiye kadar bildiğim tüm imla kurallarını bir hamlede yıkıp geçti, benim gibi tutkulu bir “dahi anlamında de ayrı yazılır”cının tüm takıntılarını altüst etti. Oysa benim için nasıl ki yaşamın temeli matematikse dilin temeli de imla kurallarıydı. İmla kuralları olmazsa anlam yok olurdu, dilin içi boşalırdı ama o an istedim ki bundan sonra tüm soru cümlelerinin sonuna fazladan bir “mi” eklensin. Geçenlerde öğretmen bir arkadaşım Uzay’ı düzeltti, “Öyle demeyeceksin, doğrusu bu” diye. Yutkundum. Aslında olması gerekeni yapmıştı ama “Bırakalım bir süre daha öyle kalsın” diyemedim. Uzay bugün soru sorarken o fazladan “mi”yi kullanmadı. Kalbim çok kırıldı. Nedenini anlayamıyordum… Ben tam olarak ne istiyordum? Bu nasıl bir sevgiydi ve ne yaman çelişkiydi… Kendimi paralarcasına onun mutlu olması, potansiyelini keşfedebilmesi ve büyüyüp duyarlı bir insan olması için çabalıyor öte yandan ne kadar çabalarsam çabalayayım onun bu altın yaşlarının hakkını asla veremeyeceğimi, ona asla yetemeyeceğimi, hep daha fazlasını yapabilecekken eksik kaldığımı ve biraz daha böyle kalması için elimden ne gelse yapabileceğimi hissediyordum. Zaten persentili hep çok iyi olmasına karşın “Sütüm yetmiyor” diye de az ağlamamıştım. Ama yetmiyordu. Daha çok sütüm olsa Uzay daha çok içerdi ve daha çok büyürdü. Şimdi de ona verebileceğim daha çok şeyim olsaydı, en azından basit fizik kurallarını tekrar tekrar okumadan ona anlatabilseydim o çok daha fazlasını alıp özümseyebilirdi. Bir çocuğun beyni, potansiyeli inanılmazdı ve ebeveynlerin, öğretmenlerin ve içinde bulunduğu sistemin kapasitesi ve tembelliğince heba ediliyordu. Ömrümün geri kalanı hep daha iyisini yapabilir miyim kaygısıyla geçecekti belki de… Ebeveynlik dediğin buydu…

O sabah...

Sonra o sabahlardan birine uyandık: Türkiye’de özellikle son altı yıldır giderek artan ve başımıza vurula vurula hissizleştirilip normalmiş gibi davranmaya başladığımız, alınca sokaklara dökülmediğimiz felaket haberleriyle başlayan sabahlardan birine… Kartalkaya’da otel yanmıştı. Daha önce üç kere kaldığımız oteldi. Çok paramız olduğundan değil yılda bir kez belki o da zorla gidebildiğimiz kayak tatillerinden ve çocukluğumun bir kısmı Bolu’da geçtiği için çocukluğumdan bildiğim bir oteldi. İlk belirlemelere göre 32 kişi. Sonra sayılar giderek arttı, arttı. Sömestr tatili olduğu için hepimizin aklına gelmişti, çocuklar olmalıydı. Geleceğin bilim insanları, sanatçıları, sporcuları olmalıydı. Olasılıkla iyi eğitim almış ve yine ellerinden ihmaller silsilesiyle koparılan kısacık hayatlarını, onları mutlu etmek için çabalayıp duran bir ailede mutlulukla geçirmiş mutlu ve geleceği parlak çocuklardı. Hepsinden öte onlar çocuktular! Artık insanlık için yapabileceklerini ve içlerinde taşıdıkları potansiyel cevherleri asla bilemeyeceğiz. İzanımızla oynarcasına şimdi “suçlu kim?” topunu oradan oraya atıp duruyorlar, kimin elinde kalırsa… Oysa suçlu belli: Suçlu “Devleti şirket gibi yöneteceğiz” yaklaşımı. Turizm bakanının oteli, sağlık bakanının özel hastanesi, milli eğitim bakanının özel okulu olursa güçler birliği olursa, herhangi bir denetçi kalmazsa, artık her şey bireylerin etik anlayışına ve “meçhul” liyakatine kalırsa sonuç böyle olur. Biz çocuklarımız için daha fazla ne yapabiliriz diye haybeye kendimizi paralayalım, birileri üç kuruş fazla kazanacak diye sönüverir o pırıl pırıl hayatlar. 

Bir çocuk nasıl büyür, bir insan nasıl yetişir? Bir insanın değeri nedir? Ölümün cezasızlık sopasıyla bir piyangoya dönüştürüldüğü Türkiye için sosyal medyada dolaşıp duran bir tanım var artık: Ucuz hayatlar ülkesi…