İki yaş sendromu ve var oluş sorunları
Geldik, tüm ebeveynlerin korktuğu yaş aralığına. Uzay iki yaşına girerken anne-baba jargonuna “korkunç iki” olarak giren bu döneme bir çön bakış atalım.
Uzay yakında iki yaşına girecek. Doğumundan beri duyduklarımızla, korka korka beklediğimiz iki yaş sendromu kapıyı çalmış açmamızı bekliyor olmalı, hatta beklemekten sıkılıp eşikten içeri bile sızmış olabilir. Eyvah!
Çocukların doğal gelişim sürecinin bir parçası olan iki yaş sendromu (terrible two – Korkunç İki), bebeklerde genelde 18 ay ile 36 ay arası başlayan bir aşama ve inatlaşma. Hızlı ruh hali değişiklikleri, öfke nöbetleri, her şeye “Hayır” demek ve kuralları görmezden gelmek gibi meydan okuyan davranışlarla karakterize ediliyor. Yumurtasını soyduğunuz için, bir balığın kuyruğunu çizerken kırmızı değil de yeşil boya kalemini elinize aldığınız için, simidini bölüp de verdiğiniz için ve bunun gibi birçok nedenden ötürü çocuk bir anda krize girip topuklarını yere vura vura ağlamaya başlayabiliyor. Hatta bu kriz anlarında, kuzu gibi diye bildiğiniz çocukların bile vurmak, ısırmak, tırmalamak gibi fiziksel şiddet içeren davranışlar sergiledikleri de görülebiliyor. Öyle ki böldüğü simidi geri dikmek zorunda kalan bir annenin öyküsünü duydu bu kulaklar. Evet bildiğiniz iğne iplikle simit dikmek... İki yaş sendromunun evrimsel açıklamasının anneyi kendinden soğutmak olduğunu iddia eden bir yazı bile okudum. Anne böylece âşık olduğu çocuğundan uzaklaşarak yeniden çocuk yapmak için hazır hale gelecekmiş…
İYİ YANLARI DA VAR
Kulağa çok korkunç geliyor biliyorum ama ebeveynler için pek eğlenceli olmasa da bu aşama aslında harika bir süreç. Yeni yeni yürümeye ve konuşmaya başladıkları bu süreçte çocuklar sınırları deneyerek bağımsızlıklarını savunmayı ve isteklerini nasıl karşılarındakine ileteceklerini öğreniyorlar, kısaca kendilerini keşfediyorlar. Uzmanlar iki yaş sendromunun temel nedeninin bebeklik döneminden çıkan çocuğun bir birey olduğunun, bir “ben” olduğunun farkına varmasında görüyorlar. Bu açıdan bakıldığında iki yaş sendromuna “İlk varoluş problemleri” desek yanlış olmaz sanırım. Zaten o “ben”lik sorusunun bir kez ayırdına vardın mı bir ömür çıkılmıyor içinden. Kulübe hoş geldin oğlum… 40 yaşıma yaklaştım “Ben kimim, ben nerede başlıyorum ve nerede bitiyorum, bir başkası nasıl kendine ‘ben’ diyebilir ve nasıl ben olabilir” gibi sorular hâlâ bazı geceler uykularımı kaçırıyor. Daha doğrusu Uzay’dan önce kaçırıyordu. Artık dört saat üst üste uyuyabilmek bir lüks olduğu için uykularımı Uzay dışındaki bir şeye kolay kolay kaçırtmıyorum.
HAYAL DÜNYASI GENİŞLİYOR
Uzay çok nadir bir iki vaka dışında neyse ki henüz büyük krizler yaşamadı. Krizler zor olsa da bir yandan bilincinin gelişmesi öylesine büyüleyici ki… Hiç beklemediğim bulmacaları çözmeye, bir şeyleri hayal etmeye, kendi kendine kurduğu “miş gibi oyunlarıyla” (pretend play) saatlerce oynamaya başladı. Yani bu sürecin getirileri öyle güzel ki, “korkunç iki”nin tüm korkunçluğunu bir hamlede siler atar. Üstelik dönüp baktığımda o krizlerin de tatilde uykusuz kaldığı veya çok yorulduğu dönemlere denk geldiğini fark ettim ve benim de çok yorgun olduğum zamanlara… Olasılıkla ben de idare etmeyi pek becerememiştim. Zaten sonradan ben de dinlenmişsem pek çok krizin eşiğinden döndüğümüzü gördüm. Örneğin bir gece kuşlu uyku tulumunu giymek için tutturmuştu. Aynısının düz rengini giymişti o sırada ve kuşlu olan kirlideydi. Tam ağlamaya başlamıştı ki üzerindeki düz renk tuluma istediği deseni kafamızda koyabileceğimizi söyledim. “Bu tuluma ne koyalım?” diye sorduğumda bir anda ağlamayı kesti. Sessizliği fırsat bilip “Hadi roket koyalım” dedim. Koluna hayali bir roket kondurdum. Göğsüne Satürn, göbeğine Ay, bir ayağına Güneş, bir ayağına Dünya. Tulumuna yapıştırdığım her hayali etikette de “fişuuu, fişuu” diye ses çıkarıyordum. Gülümsemeye başlamıştı. Biraz gıdıklanıyordu da tabii. Sonra “Hadi yıldızları sen koy, bir sürü yıldız koy” dedim. Tulumun boş yeri kalmayacak kadar “fişu fişu” diye yıldız koydu. Astronotlar, meteorlar, teleskoplar… Gelmiş geçmiş en desenli tulumu yaptık o gece hayalimizde. Sonra da kolayca uyudu. Deneyimle öğrendiğim şu ki, uyku ve yemek zamanlarına yeni-doğan zamanlarındakinin yarısı kadar bile özen göstererek iki yaş sendromu az hasarla atlatılabilir gibi.
YÜRÜMEYE BAŞLAYAN ÇOCUK
Bebeklikten çocukluğa geçiş dönemini anlatmak için kullanılan “Toddler”ın tam Türkçe karşılığı yürümeye başlayan çocuk. Yeni yürüyen bebek doğal olarak keşif alanını kendi başına genişletebilir. Bu da öncesinde her an bir başkasına (bakım verenine) bağımlı olan bebeğin “kendi” olarak ilk hareketleri yapmasını ve “kendi” olmayı keşfetmesini sağlar. Bu nedenle çocuklar bu süreçte bedenlerini ve davranışlarını kontrol etmeyi öğrenirler. Ebeveynlere ise çocuklara sınırlar sayesinde kararlı bir şekilde ve nazikçe rehberlik etmek düşüyor. Ebeveynler için ne kadar zor olsa da bir çocuk bu aşamayı başarıyla geçtiğinde özerklik ve öz değer kazanıyor. Sıkın dişinizi ve olabildiğince keyfini çıkarın. Ben öyle yapacağım.
En Çok Okunan Haberler
- 'HTŞ'yi kim finanse ediyor' sorusuna yanıt verdi
- Erdoğan'dan cihatçılara açık destek!
- 'En çok aranan' tetikçi yakalandı!
- Galata Kulesi'nde korkunç olay
- Canlı yayında 'HTŞ' kavgası
- 'Narin'in iç çamaşırında bulunan PSA'ya sessiz kalındı!'
- Suriye'nin kuzeyinden peş peşe açıklamalar!
- Hakan Ateş 27 yıl sonra görevi bıraktı!
- Ünlü şef Somer Sivrioğlu'na hapis cezası!
- 4 sanık için ağırlaştırılmış müebbet talebi!