Hayata her bakışımızda, farkında olmasak da aslında gözlerimizden önce kültürümüzün merceğinden süzülür gördüklerimiz. Tıpkı bir ressamın fırça darbelerinin kendi iç dünyasını yansıtması gibi, içinde büyüdüğümüz toplumun değerleri, inançları ve deneyimleri de algılarımızı şekillendirir, hatta kimi zaman çarpıtır.
"Kültür, dünyayı görme biçimimizi kelimenin tam anlamıyla değiştirir" tezi, bilimsel çalışmalarla her geçen gün daha da güçleniyor. Yeni yayımlanan bir araştırma sonuçları kültürün yalnızca düşüncelerimizi değil, görsel algımızı bile derinden etkilediğini ortaya koyuyor. Bilim insanları, farklı kültürel geçmişlere sahip bireylerin aynı görsel uyaranları farklı şekillerde işlediğini keşfetti.
Coffer ilüzyonu olarak tanımlanan ve bir dönem sosyal medyada da çok konuşulan çalışmada ızgara şeklinde yerleşmiş dikdörtgenler ve 16 daireden oluşan bir görselin farklı algılanışı bu çalışmaya temel oluşturdu. ABD ve İngiltere'deki katılımcıların yüzde 97'si burada dikdörtgenleri gördü. Ancak Namibya kırsalından katılımcıların ise %96'sı daireler göründüğünü ifade etti. Üstelik her iki grupta diğer şekli görmekte zorlanıyor hatta hiç göremiyordu.
Araştırmacılar buna sebep olarak “marangozluk hipotezi” olarak bilinen başka bir durumdan yola çıktılar. Batılı toplumda insanlar ağırlıklı olarak dikdörtgen mimariyle çevrili oldukları için algıları bu yöne ağırlık vermekteydi. Buna karşılık, Namibya’nın geleneksel köyleri ise dairesel bir hayvan ağılını çevreleyen yuvarlak kulübelerden oluşmaktaydı. Hayata bakış daire kavramı üzerine kuruluydu.
İnsan zihni, dış dünyadan gelen bilgileri işlerken pasif bir alıcı değildir. Aksine, bu bilgileri sürekli olarak yorumlar ve anlamlandırır. İşte tam bu noktada da kültürün derin izleri devreye girer. Dilimizden tutun da sosyal normlarımıza, estetik anlayışımızdan ahlaki yargılarımıza kadar her şey, çevremizi nasıl algıladığımızı belirler. Örneğin, bir kültürde güzellik olarak kabul edilen bir vücut tipi veya yüz hatları, başka bir kültürde tamamen farklı yorumlanabilir.
Bu sadece estetikle sınırlı değildir. Tehlike algımız, zamanı yorumlayışımız, hatta renkleri nasıl adlandırdığımız bile kültürel kodlarımızla şekillenir. Bazı kültürlerde “mavi” ve “yeşil” için tek bir kelime kullanılması, o renklerin algılanışını etkileyebilirken dilin zenginliği algısal farklılıklara da yol açabilir. Karşılaştırmalı dilbiliminin kurucusu Alman filozof Wilhelm von Humboldt’un dediği gibi, “her dil, toplumun kendi dünya algısından kendi bilgi ve deneyimini kullanarak söz eder”.
Kültürün etkisi sadece yüzeysel kalmaz; düşünce biçimlerimizi ve bilişsel süreçlerimizi de derinden etkiler. Ülkelerin bütçelerini hangi alana ne kadar ayırdıklarını incelediğinizde hayata bakış açılarının kültürel kodlarını da görmek mümkündür. Örneğin bir toplumun teknolojik ilerlemeye verdiği değer, bilimsel araştırmalara ayrılan kaynaklarla belirlenebilir.
Farklı bir ülkeye hatta şehre gittiğinizde yaşadığınız "kültür şoku" aslında tam da bu algısal farklılıkların bir sonucudur. Alıştığımızın dışındaki davranışlar, jestler, hatta iletişim biçimleri bile beynimizi yeniden kalibre olmaya zorlar. Batı ülkelerine ilk kez gidenlerin girdikleri tuvaletlerde taharet musluğu olmamasından dolayı yaşadıkları şok veya doğu ülkelerine ilk kez seyahat eden Batılıların bizlerin alafranga tuvalet dediğimiz yapıyı görünce yaşadıkları şaşkınlık bunun klasik örnekleridir. ABD’de tüm insanların yolda birbirlerine selamı eksik etmemeleri ama sıra birbirlerine yardım etmeye ya da yakın temas kurmaya gelince uzak durmaya çalışmaları da sıkça duyulan durumlardır.
Bu deneyimler, kendi kültürümüzün bize ne kadar güçlü bir mercek sağladığını anlamamızı sağlar. Modern antropolojinin kurucusu kabul edilen Franz Boas’ın dediği gibi, “Kültür, başka bir kültürle kıyaslanana kadar ‘görünmez’dir. Ancak bu görünmezlik, onun gücünü azaltmaz; aksine, varlığını daha da içselleştirilmiş kılar”.
Hayatın karmaşık dokusunu anlamak, yalnızca kendi penceremizden bakmakla mümkün değil. Her kültürün kendine özgü bir "görme" biçimi vardır ve bu farklılıkları anlamak, hem kendimizi hem de dünyayı daha derinlemesine kavramamızı sağlar. Dünyanın tam bir resmini elde etmeye çalışıyorsak bizim sadece dikdörtgenler gördüğümüz bir yerde daireler gören bazı insanlar olmasını da istememiz ve kabul etmemizle mümkündür.
Son söz olarak bu konuda daha derinlemesine bilgi edinmek isteyenler için E. Bruce Goldstein'ın "Bilişsel Psikoloji" kitabı, algı ve bilişsel süreçlerin kültürel etkileşimini anlamak adına zengin bir kaynak sunduğunu söyleyebilirim. Ve son ipucu; Coffer ilüzyonunda daireleri görebilmek için lütfen dikdörtgenler arasındaki sütunlara odaklanın.

Bu görsele baktığınızda ne görüyorsunuz? Bir dizi dikdörtgen mi, yoksa bir dizi daire mi?

Namibya köylerinin yaşam alanı planlamaları dünyaya bakışlarını da etkiliyor.

İçinde bulunduğumuz kültürün şekillendirdiği hayata bakışı renkli bir mozaik haline getirmek elimizde.