Bazen bazı kelimeler o kadar içimize işlenmiştir ki ne kadar yanlış olduklarını anlamamız yıllar alır. “Normal doğum” da bu kelimelerden. Türkiye’de hâlâ doktor muayenehanelerinde ve hastane broşürlerinde “normal doğum” tanımı sıklıkla kullanılıyor.
Oysa bu tanım farkında olmadan milyonlarca kadının sezaryenle doğum yaptığı için “anormal” hissetmesine neden oluyor. “Normal” neye göre, kime göre? Neyi dışlıyor, neyi yüceltiyor? Bu sözcük üzerinden bir tartışma yürüteceksek yalnızca tıbbi değil aynı zamanda toplumsal, kültürel ve hatta ruhani bir farkındalık alanına adımlar atmalıyız.
Çünkü doğum, sırf biyolojik bir eylem değil bir yaratım mucizesidir. Kadının evrenle, doğayla ve yaşamla kurduğu en derin bağdır. Her doğum, bir varlığın görünmeyenden görünen aleme geçiş anıdır ve bu geçişin taşıyıcısı kadındır. Kadın, bu dünyaya bir ruhu bedenlemeye niyet ettiğinde yalnızca anne olmaz aynı zamanda bir kanal olur. Yaratımın enerjisi onun rahminden akar. Bu nedenle doğum aynı zamanda kutsal bir ritüeldir.
Bu kadar derin ve güçlü bir eylemin ülkemizde böylesi indirgenmiş, müdahaleye açık ve denetlenmiş olması ne tuhaf. Kadının bedeni üzerindeki toplumsal tahakküm, doğum sürecinde en çıplak haliyle karşımıza çıkıyor. Kadına nasıl doğurması gerektiği söyleniyor. Kimi zaman “Normal doğurman lazım” baskısı, kimi zaman “Sezaryen daha kolay” yönlendirmesiyle.
Oysa asıl sorun şu: Kadın, kendi bedeni hakkında özgürce karar verebiliyor mu? Doğum anına hazırlanırken bilgiye, desteğe, doğru rehberliğe ulaşabiliyor mu? Yoksa sistemin dayattığı seçenekler arasında tercih yapıyormuş gibi mi hissediyor?
Türkiye’de son yıllarda sezaryen oranları oldukça yüksek. Bu elbette pek çok etkene bağlı: Hastane politikaları, doğumun tıbbi bir vaka olarak ele alınması, doktorların riskten kaçınma eğilimleri, kadının korkuları, çevresel baskılar... Ancak tüm bu karmaşanın ortasında kadının yaratıcı gücü ve doğumun kutsallığı sistem tarafından unutuluyor. Kadın, kendi doğumuna yabancılaştırılıyor. Ve en kötüsü bu yabancılaşma bazen “normal” kelimesiyle meşrulaştırılıyor.
GEREKSİZ HİYERARŞİ
“Normal doğum” tanımı, doğum türlerinden birini yüceltirken diğerini aşağılıyormuş gibi kulağa geliyor. Bu da kadınlar arasında gereksiz bir hiyerarşi yaratıyor. Sanki vajinal doğum yapan daha “gerçek” bir anneymiş gibi. Sanki sezaryenle doğuran eksikmiş gibi. Oysa doğumun şekli değil içindeki niyet, cesaret ve bağ önemlidir. Sezaryen de bir doğumdur. Anestezi altında bile olsa bir kadının kalbi o an çocuğu için atar. Vajinal doğum da bir doğumdur, bazen sancılı ama çoğu zaman dönüştürücüdür. Her kadının hikâyesi özeldir. Ve her hikâye saygıyı hak eder.
Artık kelimelerimizi özenle seçme zamanındayız. “Normal doğum” yerine “vajinal doğum” diyelim. Çünkü bu, sadece dilde bir düzeltme değil; aynı zamanda zihinde ve kalpte de bir dönüşüm demektir. Bu dönüşüm, kadının kendi bedenine ve doğum hakkına sahip çıkması için atılmış önemli bir adımdır.
Kadın, doğururken yalnızca bir çocuk değil aynı zamanda yeni bir benliğe doğar. Doğum, hem fiziksel hem ruhsal bir eşiği geçmektir. Bu eşikte kadına saygı, bilgi, destek ve özgürlük sunulmalıdır. Ancak o zaman doğum, olması gerektiği gibi bir güçlenme deneyimi haline gelir. Yoksa doğum, sistemin kadını hizaya soktuğu bir denetime dönüşür.
Yaratım enerjisi kadınla başlar. Kadının bedeni, evrenin bilgisini taşır. Bu bilgiye saygı duymayı, bu gücü onurlandırmayı ve bu kutsal yolculuğa dilimizle ve yaklaşımlarımızla eşlik etmeyi öğrenmek zorundayız.