Şiir: 'Dönüşümün, sezginin, varlığın, bilginin dili!’

Şiir: 'Dönüşümün, sezginin, varlığın, bilginin dili!’

10.10.2025 12:39:00
Güncellenme:
Şiir: 'Dönüşümün, sezginin, varlığın, bilginin dili!’

Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi adına gazetemizin her yıl verdiği 80. Yunus Nadi Ödülleri sahipleriyle buluştu. Seçici kurullar, 6 dalda 7 yapıtı ödüle değer gördü. “Şiir” dalında 47 yapıtın değerlendirildiği ve seçici kurulu Ataol Behramoğlu, Doğan Hızlan, Turgay Fişekçi, Eray Canberk ve Hüseyin Yurttaş’tan oluşan 80’inci Yunus Nadi Şiir Ödülü, Nilay Özer’in Yüzü Kelebeklerle Örtülü (Everest Yayınları) adlı yapıtına verildi.

1946 yılından bugüne gazetemiz kurucusu Yunus Nadi adına verilen Türkiye'nin en köklü kültürsanat, edebiyat ve sosyal bilim ödüllerinin başında gelen Yunus Nadi Ödülleri, bu yıl 80'inci kez sahipleriyle buluştu.
 “Şiir” dalında 47 yapıtın değerlendirildiği ve seçici kurulu Ataol Behramoğlu, Doğan Hızlan, Turgay Fişekçi, Eray Canberk ve Hüseyin Yurttaş’tan oluşan 80’inci Yunus Nadi Şiir Ödülü, Nilay Özer’in Yüzü Kelebeklerle Örtülü (Everest Yayınları) adlı yapıtına verildi.

Şiiri "sadece direnişin değil, dönüşümün, sezginin, varlığın, bilginin dili!" sözleriyle tanımlayan Özer, dördüncü şiir kitabı olan Yüzü Kelebeklerle Örtülü’de, özgün metaforlarla zengin bir anlam dünyasının kapılarını açıyor. Üç bölümden oluşan kitapta şiirler yoğun, katmanlı ve zaman zaman lirikten dramatik yapıya doğru evriliyor; anı, mekân, zaman düzleminden görünmeyenin, örtülenin ortaya çıkışına tanık ediyor... Yüzü Kelebeklerle Örtülü'yü Nilay Özer'den dinledik. 

ŞİİR UZAYINDA ÖZEL BİR DENEYİM!

- Yüzü Kelebeklerle Örtülü adının arkasında nasıl bir imge dünyası var?

Kitabın adı şiire ilişkin özel bir deneyimden geliyor. Gündelik akışın içinde, kendi zihninizin salgıladığı bir sahnenin içine çekilirsiniz ve orada bir şiiri yaşarsınız. Yaşadığım semtte yürüyüş yapıyordum. Birden durdum, bir bozkırdaydım, her yönden kelebeklerin gelip beni kapladıklarını deneyimliyor ve aynı zamanda şiirin dizelerini mırıldanıyordum. Kitaptaki, o şiirin fikriyle, hatırlamaya çalışılmasıyla oluşturuldu. Kelebeklerle, çimenlerle, yapraklarla, toprakla, yaşamın yüzeyleriyle örtülerek yok olma hali kendimi bildim bileli etkisi altında olduğum bir durum.

- Şiirlerinizde ilk bakışta sade, kırılgan görünen imgeler, yoğun anlamlara dönüşüyor. Sizce şiirde yüzey ve derinlik nasıl bir ilişki kurar?

Şiirde hangi unsurların yüzey hangilerinin derinlik olarak görülebileceği meselesi epey karışık sanırım. Önce bir sayfa var, mekân fikriyle birleşmiştir kafamızda. O mekâna yerleştirilmiş bir görüntü, yüzey olarak da bir şey söyler şiir. Üç dörtlükle, hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin yüzeyde yarattığı etki ile Turgut Uyar’ın dipnotlarla ilerleyen “Bir Kantar Memuru İçin: İncil” şiirinin yüzeyleri farklı konuşur bizimle değil mi?Yazının kendisi de yüzeydir. Sayfa üstünde yazılı şiir, anlama ve anlamlandırma ilişkisini derinleştirmediğimiz sürece yüzeyinde gezindiğimiz bir şey olarak kalır. Ancak kişisel okumanızda şiirin uzayına daldığımızda, biçimsel ve dilsel seçimlerle içerik arasında kurulabilecek bağları görürüz.

‘ŞİİR BELLİ BİR ZAMANA, DİLE, KÜLTÜRE, BASKIYA KARŞI BİR DURUŞA AİTTİR!’

- Şiirlerinizin biçimini ne belirliyor; o anki duygunun ritmi mi, anlamın baskısı mı?

Şiir henüz bir fikir olarak başladığında gölge halinde bir bedeni oluyor zihnimde. Uzunluğunu, bölümlerini, dizelerini hissediyorum. Ezgisinin yarattığı bir çukuru duyumsuyorum meselâ. Ulaşmak istediğiniz bir duygu var, sezdirmek istediğiniz anlamlar var. İkisi de etkili diyebilirim. Şiirin yüzeyi ve derini sürekli birlikte çalışır.

- Şiirleriniz bireysel bir anlatım sunsa da yer yer toplumsal göndermeler de hissediliyor. Bu bilinçli bir yaklaşım mı yoksa bu tanımlar şiiri daraltır mı?

Bireysel olanın toplumsal ve dolayısıyla siyasal olanla ilişkisi o kadar doğrudan ki. İkisini birbirinden ayırmak neredeyse olanaksız çünkü en kişisel görünen deneyimler bile toplumsal yapıların içinde şekilleniyor. Walter Benjamin, tarihe yukarıdan değil, aşağıdan bakmayı önerirken tam da bunu yapıyordu. Büyük adamların tarihine değil, sıradan insanların, ezilmişlerin anılarına, deneyimlerine kulak veriyordu. Ona göre, bireyin deneyiminde mesiyanik bir an gizlidir; adaletin ve dönüşümün kıvılcımı o küçük anlarda saklıdır. En içten, en “ben diliyle” yazılmış bir şiir bile belli bir zamana, dile, kültüre, baskıya karşı bir duruşa aittir.

TEKDÜZE OLANI KIRMAK!

- Kitabın bazı şiirleri uzun soluklu, neredeyse bir anlatı gibi. Türler arası geçişkenliğe nasıl bakıyorsunuz?

Türler arası metinleri heyecan verici ve daha politik buluyorum. Şiir, öykü, roman yeni bir nitelik kazandırdıkça esneyen, yenilenen tanımlara sahip. Gerek edebiyat tarihimizde, gerek dünya edebiyatlarında şiirle her şey yazılmış. Modern ve postmodern dönemde kasıtlı türler arası denemeler, deneysellik bağlamında da arttı. Otoriter, merkezi, hiyararşik türsel olanakları yazarın / şairin melezlemesi kesinlikle bir özgürlük alanı, bir itiraz biçimi olarak algılanmalı. Gerçekçi, düşünceye odaklı, gerçeklikle karşılıklı olma hali ve politik gücü artırılmış şiirler klişeyi ve tekdüze olanı kırmak için de önemli.

‘ŞİİR KENDİ BAŞINA BİR VAROLUŞ BİÇİMİ, DÜŞÜNME VE HİSSETME ŞEKLİ’

- Şiir günümüzdeki yeri hakkında ne düşünüyorsunuz? Şiir hâlâ bir direnme biçimi mi?

Günümüzde edebiyatın konumunu etkileyen devasa bir teknoloji var ve buna karşın kitaplar sayısız baskı yapmaya devam ediyor. Şiirin yeri de videolardan, görsel medyadan payını alıyor ama yıkılmıyor, yok olmuyor. Şiir elbette bir direnme biçimi ama bu onun yalnızca politik içerikli olması anlamına gelmiyor. Şiirin direnişi, dilin alışıldık yapısını bozmasında, anlamla oynayarak sabit düşünce kalıplarını sarsmasında, “gerçeklik” denilen şeyin sabit ve tek bir çerçeve olmadığını göstermesinde. Şiir aynı zamanda bir imgelem gücü. Şiir kendi başına bir varoluş biçimi, düşünme ve hissetme şekli. Ve bu da onu sadece direnişin değil, dönüşümün, sezginin, varlığın, bilginin dili olarak görmemizi gerektirir.

Image