104 numaralı kadavra

İlginçtir, birçok ülkede olmayan göz yaşartıcı bir yasası var Türkiye’nin; organ ve beden bağışını mümkün kılan 2238 sayılı yasa bu ve 35 yıldır yürürlükte. Ben de bu yolu seçtim ve birkaç gün önce kendimi “komple” bağışladım; Cerrahpaşa Tıp’ın Anatomi Kürsüsü nerem işe yarıyorsa onu kullansın...

104 numaralı kadavra
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 23.08.2015 - 15:10

Genç yaşlarımda, başkalarının kaybı üzerinden yaşadığım ciddi bir ölüm korkusu, zihnimde iki kez 46 sayısıyla yan yana düştü. Birinde babam ölecek diye ödüm patladı, ötekinde “Benim de zamanım daraldı” diye.

15 yaşındaydım sanıyorum; bir kış günüydü, evde hasta yatıyordum. Radyonun akşam haberleri bülteni, sahibi olduğum ilk uzunçalar plaktaki sesin ölümünü duyurdu: “Nat King Cole dün gece Kaliforniya’da geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Kadife sesli Amerikalı şarkıcı 46 yaşındaydı.”

Üzülmek değil, korktum. Babam 48 yaşındaydı ve bütün o yaştakiler gibi ölüme epey uzaktı. Şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: “Babamdan gençmiş, öyleyse o da çok yakında ölecek…”

İkinci korkuyu 20 yıl sonra yaşadım. Bu gazetede yazıişleri masasına oturalı henüz birkaç ay olmuştu. Her sabah ilk ben gelirdim gazeteye (öyle sanıyordum; meğer Hasan Cemal daha da erken gelir, bizim kata uğramadan odasına çıkarmış), benden hemen sonra da kültür-sanat şefi Aydın Emeç. “N’aber” diye girer, yazıişleri masasına oturmasıyla kalkması bir olur, bir-iki lafladıktan sonra odasına giderdi. 

Bir sabah gelmedi Aydın Emeç, onun yerine Hasan Cemal indi beti benzi atmış olarak. “Bizim Aydın ölmüş gece” dedi, “uykuda uyanıp karısından biraz su istemiş, dönüp yine uyumuş ve uykuda kalpten gitmiş. Gencecik adamdı yahu.” Kaç yaşındaydı? “46 galiba.” 46 ha! Demek 10 yıl sonra da ben…

Bu yüzden, Nobel Edebiyat ödüllü Fransız felsefe starı Henri Bergson’un 1932’de yayımlanan Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı’ndaki “İnsan öleceğini bilen biricik hayvandır” önermesini parlak buldum, hiç tartışmadım bile. Önermenin fiyakasını bozanın dişi bir goril olduğunu ise bilmiyordum, bu yazı vesilesiyle yeni öğrendim.

Gary Kowalski’nin The Souls of Animals adlı kitabından özetleyeyim: 1971’de San Fransisko hayvanat bahçesinde, bugüne kadar hakkında birçok belgesel, film yapılıp kitaplar yazılan bir ova gorili doğar: Koko. Zoolog Francine Patterson kafasını bu gorille iletişim kurmaya takar ve 20 yıl boyunca Amerikan İşaret Dili’nin bir versiyonunu ona öğretmeye çalışır. Kaliforniya Goril Vakfı’ndaki bu çalışmadan da alnının akıyla çıkar; Francine ve Koko, Goril İşaret Dili denebilecek bir dille konuşabilir hale gelirler. Vakfın başka bir çalışanı, Maureen Sheehan da bir gün işi felsefeye döküp Koko’nun ölüm hakkında ne düşündüğünü öğrenmek ister.

“Goriller ölünce nereye gider?”

Cevabı veda öpücüğüdür Koko’nun: “Rahat bir deliğe.”

“Goriller ne zaman ölür?”

“Hastalanınca/yaşlanınca” işareti yapar Koko.

“Ölmek sana ne hissettirir: Mutluluk, hüzün, korku?”

Cevap “Uyku”dur…

Bunlar Kowalski’nin kitabının 1999 baskısında yer alan ve Koko’nun henüz 500 kelimeyle konuştuğu 20'li yaşlarının cevapları. Bugün 44 yaşında olduğu ve kelime dağarcığının geometrik olarak arttığı düşünüldüğünde, Koko’nun “Öleceğini sadece insan bilir”e nanik yapmakla kalmayıp “Farkınız, bu bilginin yarattığı korkuyla ölümsüzlüğe kafayı takmanız olabilir ancak; korkacak ne var, hepimiz uyuyacağız işte. Ama siz çok önemlisiniz ya, kazık kakacaksınız dünyaya” diye dalga da geçmiş olabileceğini varsayabiliriz…

Ve haklıdır Koko; hayvanlar (ve bitkiler) ölümlü olmanın dayattığı en basit şeyi yapar, türün devamı için ürer durur ama bu bize yetmez. Gılgamış’tan Büyük İskender’e, Musa Peygamber’den Yeşua’ya; hepsinin “iki denizin buluştuğu yerde”ki ölümsüzlük suyunu arama maceralarını üç-dört bin yıllık destanlarda, kutsal kitaplarda okumuşuzdur.

Çin’de Xi’an kazılarında ortaya çıkartılan 10 bin kişilik kiremit asker ordusu, kurucu imparator Çin Şi Huang’ın 2 bin 300 yıl önce ölürken devletini de yanında götürme çabasının hüzünlü kanıtıdır.

Miletoslu İsidoros’un Ayasofya’sı, Michelangelo’nun Musa ve Davut heykelleri, da Vinci’nin Mona Lisa’sı, “Peygamber ya da imparator değilim, ölümsüzlüğümü kendim yaratayım” çabasının ürünüdür öncelikle.

Peygamber, imparator olamamış, yaratamayacak kadar da yeteneksiz biz sıradan milyarlar bile, mevcutla, Koko’gillerin yaptığıyla yetinmeyip “öteki dünya”nın, “basu badelmevt” reenkarnasyon umudunun peşindeyiz bin yıllardır…

Oysa efsanesi peygamberler ve tanrı-krallar tarihi kadar eski, modern uygulamaları Rönesans’la çağdaş başka bir yol hep vardı: Savaş esiri, köle ve kimsesiz ölüleri anatomi derslerinde kadavra olarak kullanılır, kimilerinin organı da alınırdı; bir bakıma ölümsüzleşmiş, öldükten sonra da yaşatılmış olurlardı, tercihleri sorulmasa da…

Ben işte bu yolu seçtim: Çünkü –neyse ki- artık savaş esiri yok, köle yok, pek kimsesiz ölüsü de yok; öyleyse siz bedeninizi bağışlamazsanız anatomi dersi de yok. Siz ya da yakınınız bağışlamazsa nakledilecek organ da yok. 

İlginçtir, birçok ülkede olmayan göz yaşartıcı bir yasası var Türkiye’nin; organ ve beden bağışını mümkün kılan 2238 sayılı yasa bu ve 35 yıldır yürürlükte.

10 yıl önce o yasa uyarınca organlarımı bağışlamıştım; benimle birlikte başkaları da.

Şimdi 65 yaşındayım; yasada bir kısıtlama yok ama bu yaştakilerin organlarını pek almıyorlar diye öğrendiğim ve organ bağışlama yoluna düşürdüklerimi de ortada bırakmamak için, birkaç gün önce kendimi “komple” bağışladım; Cerrahpaşa Tıp’ın Anatomi Kürsüsü nerem işe yarıyorsa onu kullansın. 

 

Sözü 96 numaralı kadavraya bırakıyorum

Sonrasını dört ay önce bana bu yolu gösteren 96 numaralı (ben 104 numarayım, demek bu süre içinde sadece sekiz bağış olmuş) bağışçı, gazeteci Necdet Açan’a bırakıyorum, süreci benden iyi anlatıyor:

“Tatsız bir konu olarak görmeyin: Göçtükten sonra bedeninizin bilimsel çalışma, eğitim, araştırma-inceleme için kullanılmasını istiyorsanız yapmanız gereken şey çok basit.

Organ bağışındaki sistemin aksine, beden bağışı kabul eden merkezi bir yapı yok. Bu yüzden bağış kabul eden bir tıp fakültesine bizzat gitmelisiniz. Ben Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimleri'ni seçtim. Kısaca aktarıyorum:

 

  • Ön bilgi için 0212 414 30 57 numaralı telefonu arayarak Pelin Arı ve Züleyha Coşkun Aslan ile konuşabilirsiniz.
  • Nüfus cüzdanınızı alıp Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimleri binasına gitmelisiniz. Bağışı kabul eden ve formaliteleri hazırlayan sekreterlik bodrum -2'inci katta.
  • Yanınızda şahit götürmenize gerek yok. Sekreteryada çalışan Pelin ve Züleyha ile bir hoca Beden Bağış Tutanağı'nı imzalayarak şahit oluyor.
  • Siz çayınızı içerken görevliler nüfus cüzdanınızdaki bilgilere bakarak form dolduruyor. Formda, hiçbir baskı altında kalmadan ölümünüzden sonra bedeninizi bilimsel çalışma ve eğitim için bağışladığınız yazılı. 
  • Bu işlem bittiğinde bedeninizin sonra ne yapılmasını istediğinizi (ailenize verilmesi, hastanenin gömmesi veya kemiklerinize kadar kullanılması seçenekleri var) kayda geçiriyorsunuz. Son seçenek matbu formda yok. Bu yüzden tutanağın altına el yazınızla "Kemik yapıma kadar kullanın" yazıp imzalıyorsunuz. 
  • Görevliler, cüzdanınızda taşımak üzere, üzerinde sizin ve seçtiğiniz bir yakınınızın kimlik bilgilerinin ve ölümünüzden sonra cesedinizi teslim alıp götürecek ambulans için aranması gereken telefon numaralarının yer aldığı plastik bir Beden Bağış Belgesi kartını hemen hazırlayıp veriyor.
  • Bu kadar; bütün işlem 10 dakikada bitiyor. Artık bilim ve eğitime hizmet etmek üzere bir adaysınız.”

Haydi öyleyse…  

Bağış ne durumda?

 Normal şartlar altında tıp eğitimi alan 10 öğrenciye bir kadavra düşmesi iyi bir rakam. Cerrahpaşa Üniversitesi Anatomi Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Mehmet Üzel, ideal olanın 6-8 öğrenciye bir kadavra olduğunu söylüyor. 

 Örneğin Cerrahpaşa’da şu anda yıllık 40 kadavraya ihtiyaç var. Fakat mevcut rakam bunun çok çok altında ve şimdiye dek hiçbir zaman ihtiyaç olan kadar kadavra stoğu sağlanamamış.

 Anadolu’da ise durum çok daha vahim. Anadolu’daki üniversitelerinin tıp fakültelerinde kadavra ihtiyacı çok daha büyük. O nedenle büyük şehirden bağışçı olmak kadar, Anadolu üniversitelerine bağışta bulunmak da büyük önem taşıyor.

 Dünyada özellikle Almanya ve Avusturya kadavra bağışı sayısı açısından öne çıkan ülkeler. Mehmet Üzel buralarda hem kişilerin de ailelerin de çok bilinçli olduğunu söylüyor. 

 Kadavralar bağış (kişinin yaşarken kendisini bağışlaması veya ölümden sonra ailesinin bağışlaması), ithalat veya sahipsiz cenazelerin adli tıp veya belediyelerce ilgili birimlere ulaştırılması yolu ile elde ediliyor. Mehmet Üzel belediyelerce ulaştırılması yolunun son 10 yıldır kullanılmadığını söylüyor.

 Kadavra bağışında, tüm kemik yapısının da kullanılmasına izin veren ve dolayısıyla vücudun formunu korumadan defnedilmesi anlamına gelen seçeneği tercih edenlerin oranı yaklaşık olarak yüzde 30. 

 İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi halihazırda bağışçılarla isteğe bağlı bir anket çalışması yürütüyor. Anket sonlandığında sağlıklı verilere ulaşmak mümkün hale gelecek. 

 Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kadavra ile ilgili en net açıklaması 2006 yılında dönemin başkanı Ali Bardakoğlu’dan geldi. Bardakoğlu kadavra üzerinde çalışmanın dinen caiz olduğunu söylemiş ve eklemişti: “Dinen tıbbın gelişmesi için, tıp öğrencilerinin kadavra üzerinde çalışmasına imkan vermek gerekir. Bu, eski çağlardan itibaren bir gerekliliktir zaten. İslam alimleri açısından da bir tereddüt yoktur.” 

 Üniversitelerin ortak bağış formunda kadavra çalışmaları tamamlandığında cesedin hangi mezarlığa gömüleceği ve cenaze töreninin hangi dine uygun olarak yapılacağı belirtiliyor. Töreni üniversite üstlenebildiği gibi aile tarafından yapılması da tercih edilebiliyor.

 Kadavra bağışları tıp fakültelerinin anatomi bölümlerine yapılıyor. Tüm üniversitelerin ortak bir başvuru formu bulunuyor.

 

İTHAL EDİLEBİLİYOR

Geçen yıl çıkarılan 6514 sayılı yasanın (torba yasa) 42. maddesi yurt dışından kadavra ithalini yasal hale getirdi. Yasanın kabul edilmesiyle birlikte özellikle ABD’den kadavra ithal edilmeye başlandı. Sağlık hizmetleri şirketlerinin gerekli prosedürleri yerine getirmesiyle gerçekleşen ithalatın ilk örneklerinden birine Hacettepe Üniversitesi imza attı ve yasadan kısa bir süre sonra altı kadavrayı Türkiye’ye getirdi.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler