75 durak İstanbul serüveni: 500T

İstanbul’un en uzun otobüs hattı 500T’nin yolu artık daha da uzun. İlk duraktan son durağa kadar seyahat eden yolcular 75 durak ve 13 ilçe geçiyorlar. Bu serüvene ortak olduk, ilk durak Tuzla Şifa Mahallesi’nden, son durak Zeytinburnu Çırpıcı’ya üç saatte gittik.

75 durak İstanbul serüveni: 500T
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 13.04.2015 - 19:34

Çevreyolunun altında geniş bir arsa. Altından, kolayla fantayı karıştırınAltından, kolayla fantayı karıştırınca ortaya çıkan renkte bir dere akıyor. Derenin yanına, straforlar içinde çiçekler ekilmiş. Çiçeklerin üzerinde, ‘buköbüklerikırıpdereyeatmayın, teşekkürler, günaydın, rojbaj, yaşasın Giresunspor’ yazıyor. Boşluğun ortasında duran karaltılara yaklaşıp, ‘’Sıranın sonu burası mı, orası mı?’’ diyorum. Orta yaşlı bir adam sigarasından bir nefes alıp cevaplıyor, ‘’Sıra yok’’. Sağa sola kararsız adımlar atıp, adamın arkasında beklemeye başlıyorum. Az sonra ıslak bir kara köpek yanıma gelip, sıranın sonu burası mı, orası mı, der gibi yüzüme bakıyor. ‘’Sıra yokmuş’’ diyorum burnunu sevip. Uzaklara dalıp bir süre düşündükten sonra gidiyor.

HAŞLANMIŞ YUMURTA SATAN BÜFEDE AKBİLİNİ DOLDUR

Burası Tuzla Şifa Mahallesi. İstanbul’un en uzun otobüs hattı 500T’nin ilk durağı. Mahalle, il sınırının hayali çizgisine, kroşe yemiş bir boksörün kendini ring halatına sırt üstü attığı gibi dayamış, kırık burnuyla nefes almaya çalışıyor. Konukları, misafirperver bir ev sahibine yakışacak şekilde, meydandaki dev metalik çiçek heykeli karşılıyor. Üçel Fırın, Üçel Hipermarket ve Üçel AVM hizmette sınır tanımıyor, sabahları 50 kuruşa haşlanmış yumurta satan büfede Akbil dolumu da yapılıyor. Bücürmen’de şok şok şok indirim var, yanındaki fotoğrafçıda evlenenlere kampanya... Otobüsün, bir kaç hafta önce değişen güzergahını görmek ve ‘yeni son durağı’ Zeytinburnu Çırpıcı Mahallesi’ne gitmek için yola çıkıyorum. İki 500T’nin yan yana geçemediği daracık sokaklarda, dikiz aynalarını yalancı bahara kanıp çiçek açmış erik ağaçlarının dallarına vura vura gidiyoruz. Bir sonraki durak ‘Karakol’, bir sonraki durak ’Gümüşpınar Camii’... Her duraktan uykulu, bezgin, umutsuz görünen insanlar topluyoruz. Kimisi allığını cılız banyo ışığında sürmüş, reyon görevlisinin vaadettiği şeftali tonu, şimdi gün ışığında hayatın sillesi gibi duruyor. Otobüs, Şifa’dan çıkmadan doluyor, ama yolcuların çoğu son durağa kadar gitmeyecek, hatta karşıya geçen sayısı da epey az. İnsanlar çalışmaya Kartal’a, Bostancı’ya, Kadıköy’e gidiyor. Levent’te iniyor, olmadı Seyrantepe’de... Son durağa kadar giden, Zeytinburnu’ndaki karton/deri/tekstil atölyelerinde çalışan sayısı az. Şifa’dan binen yolcuların çoğu Kartal Köprüsü’nde iniyor. Oradan metroyla, sonra da Marmaray’la devam ediyorlar yollarına. ‘’Çünkü bu işkence çekilmez.’’ Bunu, yanımda duran iki gençten sakalsız olanı söylüyor. Kendisi Kartal Adliyesi’nde çalışıyormuş, az sonra inecek, yola devam edecek olan sakallı arkadaşına diyor. ‘’Oğlum aylığın yok mu senin, in burada, metroya bin. Bu işkence çekilmez.’’ Sakallı genç indi mi yoksa bu işkenceye katlanmaya devam mı etti bilmiyorum çünkü o sırada ön taraftan gelen bir ses dikkatimi çekiyor: Akbili olmayan var mıııı? Herkes Akbil’i olan var mı diye sorar, bu yaşlı adam neden tersini bağırıyor? Ortalardan bir iki kişi davranıp, amca bana lazım deyince anlıyorum, yaşlı adam halka hizmet peşinde. Şoför, dikiz aynasına bakıp sesleniyor: Evet arkadaşlar Akbilleri uzatalım. Arka kapıdan binenlerin bazıları oralı değil. Bu, ‘bir kere de basmayayım’ın küçük hesabı değil, ‘Akbil geri gelmezse ne yaparım’ın vicdan muhasebesi aslında. 500T’nin Twitter hesabında yazan bir tweet geliyor aklıma: Akbillerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok. Şifa-Çırpıcı arasını incecik yol eden, otobüsün 75 durağının 75’ini de görenlerden biri Mustafa bey. Kendisi 26 yıldır Zeytinburnu’nda bir karton fabrikasında çalışıyormuş, sırf emekliliği öyle ya da böyle geldi diye işe devam ediyormuş, ‘’Yoksa bu yol çekilir mi?’’ymiş. ‘’Son durağı uzatmaları iyi oldu mu?’’ diye soruyorum. Önce ‘’Tabii’’ diyor. Sonra, ‘’Ben zaten emekli oluyorum yakında, ondan sonra da buraya adımımı atmam, iyi mi oldu kötü mü oldu bilemem’’ diyor. Çünkü Zeytinburnu eski Zeytinburnu değilmiş, eskiden herkes birbirini tanırmış. Evinin altında dükkan açan ağa olmuş, paşa olmuş, işçiyi adamdan saymamış, Kürtler gelmiş, Suriyeliler gelmiş, biz daha kendi açımızı doyuramıyormuşuz. Sahi peki ben ne yapıyormuşum?

          

BU YOLU SEVEN ŞÖFÖR: HAYAL KURUYORUM

Çırpıcı Mahallesi’nin hemen dibindeki otobüs duraklarında bu kez geri dönüş yolu için bekliyorum. Şoför, yorgun otobüsünü izleyerek sigara tüttürüyor. ‘’Kaç saat sürer buradan Tuzla?’’ diyorum. Unuttuğu bir derdini hatırlatmışım gibi suratını yavaş yavaş büzüp, ‘’İki’’ diyor. Şoförlerle konuşmayı en sevdiğim konuyu ona da açıyorum, ‘’Ne oldu onca muavine? İstanbul’da kaç tane halk otobüsü var, çarp onla, ne oldu o kadar gence, nerede çalışıyor bunlar şimdi?’’ ‘’Aaa’’ diyor, ‘’Ben de eskiden muavindim. Muavinler kaldırılınca ben şoför oldum. Şoför de emekli oldu. Bir sürü muavin de şoför oldu.’’ Nasıl yani meğer yıllardır merak etmem gereken kitle muavinler değil, emekliliği gelmeden emekli olan halk otobüsü şoförleri miymiş? Şoförün adı İbrahim. Kartal’da oturuyor. 33 yaşında. Yolu seviyor. Hayal kurmasını sağlıyormuş. Ama yolcuları sevmiyor. Çünkü çok agresiflermiş. ‘’Şoför de insan’’ deyip, onay bekler gibi yüzüme bakıyor. ‘’Evet’’ diyorum. Yolda fazla zorlanmamak için kahvaltıda çayını bir bardağa indirmiş ama çok bunalırsa sigara içiyormuş. Yolculuğun en sevdiği kısmı köprüye girdiği anmış. ‘’İçim açılıyor’’ diyor. ‘’Denize bakıyorum, karımla oğlumu alayım da Şile’ye gideyim diye düşünüyorum, deniz güzel geliyor’’ diyor. ‘’Gidiyor musunuz Şile’ye?’’ diye soruyorum. Evlendikten sonra hiç gitmemiş. Haftada bir gün izin yapıyormuş ama onda da uyuyormuş.

OTOBÜS SALLANIYOR BİRDEN HOOOP OSMAN KUCAĞIMDA

Okçubaba Durağı’nın önünde bir kadın kopara kopara simit yiyor, arkasındaki gülkurusu duvarda beyaz tebeşirle Berkin Elvan yazıyor. Harfler V’den itibaren yukarı meyletmiş, belli ki Berkin’in bir akranının, okul çıkışı, içine dert girmiş. Okçubaba’dan binen genç bir kadın kendine yer bulamadan, otobüs sallanınca, ‘Osman’ı kucağıma atıveriyor. Osman yedi aylıkmış, dişi çıktığı için ateşi varmış, o yüzden huysuzmuş ablası, yoksa çok usluymuş. Tuttuğum için teşekkür ediyormuş. Osman ağlamasın diye çantamdan bir kalemlik çıkarıp sallıyorum, hemen ilgileniyor, annesi anlatıyor: Bebekle çıkmak çok zor oluyormuş ama işte indi bindi olmayınca da iyi geliyormuş. Annesi Kaynarca’da oturuyormuş, bebeği çok özlüyormuş, o da nasıl olsa tek vesait deyip atlayıp gidiyormuş. Ha bire esniyor. Çünkü sabah çok erken kalkmış. Sonra susup camdan bakıyor. İçinden anlamaya devam ederek. Sabah erken kalktım, çayı koydum, ekmeği kestim, reçelin şekerlenmiş tarafını çay kaşığıyla karıştırdım, Osman’ı emzirdim... Şimdi çehresi değişmiş bir 500T seyrediyor yollarda, yeni saatinde yeni yolcularıyla daha yumuşak hareketlerle ilerliyor. Sabahki öfkeli, mutsuz suratlar gitmiş. Yerlerine hastane dönüşü, o kadar da önemli bir şeyi olmadığını öğrenmenin mutluluğuyla gülümseyen insanlar binmiş. Ama akşam iş çıkışı saatinde yine kararacak hava, yine bir şeye zam gelecek, yine müdür bize takacak, yine mesajımıza cevap gelmeyecek, yine radyoda en sevdiğimiz şarkının son on saniyesini yakalayacağız, internet paketimiz bittiği için Youtube’dan da açamayacağız. Sonra yine sabah olacak, sonra yine akşam, yaz gelecek, şeftali çıkacak...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon