AB ve AKP ile demokratikleşmek(!)
AB kapısına kadar gelip, üye olma talebinde bulunuşumuzu Atatürk ile başlayan modernleşme hareketlerine borçluyuz. Türkiye’de Cumhuriyet demokrasinin yolunu açmıştır. Bugün demokrasiyi tasfiye etmek isteyenler Cumhuriyet ve kurumlarını hedef alırken, karalama kampanyasını Atatürk üzerinden yürütmeye çalışmaktadırlar.
Sıfatları arasında “demokratik” olan bir açılımın, ülkede demokrasinin giderek yok edildiği bir ortamda yapıldığını topluma anlatmak giderek zorlaşırken; direnç gösterebilecek toplumsal kesitlerin temsilcilerini kıskıvrak bağlayan, karşı görüşleri susturan bir baskı ortamında adı tam konulamayan, net olarak açıklanamayan bir “açılım” demokrasi ile anılma şansını başından yitirmiş oluyor.
Kitle iletişim araçları ülkeyi yöneten zihniyetin tekeline girmiş; muhalefetin söylemlerine kısıtlı ve daha çok eleştirel düzlemde yer veriliyor. Neredeyse her TV kanalında hemen her saat hükümet temsilcisi ya da yandaşlarının haber ve yorumları yer alıyor. Okumayan, ancak günde en az beş saatini TV izleyerek geçiren bireylerin sayısının katlandığı ülkede beyin yıkama işlevinin sürdürüldüğü bu ortam için hâlâ “demokratik” deniliyor. Demokrasi konusu Türkiye’de en çok tüketilen bir konudur. Yoklukla özdeş olan üzerinden siyaset yapmak, boşluğun istendiği gibi doldurulma şansını yaratır. Türkiye’de demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile oluşturulup var edilme ve işletilmesindeki gecikme, demokrasiye (laikliğe, çoğulculuğa, hukukun üstünlüğüne, yargı bağımsızlığına, basın özgürlüğüne, muhalefete tahammüle...) en uzak anlayışı iktidara taşıma noktasına kadar uzanmıştır.
Dünyada hem yoksul hem de demokrasiyi işleten bir ülke gösteremezsiniz. Türkiye giderek artan genç işsiz sayısı ile yoksulluğu katlanan bir ülke.
‘Zenginler kulübü’
Demokrasiyi kurumsallaştırmış gelişmiş ülkelere aynı zamanda “zenginler kulübü” denilmesi boşuna değildir. Giderek yoksullaşan halk için, evine girecek olan her lokma ekmek, “demokrasi” ve “açılım” söylemlerinden daha önemlidir. Soyut olan kavramların kendi geleceği adına taşıdığı önemin, karnı aç olan için somut ekmek lokmasından daha fazla olması beklenemez. Kaldı ki, o kavramların içeriğinin ne olduğu noktasında en bilinçli geçinen kesimde dahi bir ortak payda oluşturulabilmiş değildir.
Demokrasi farklılıkların sentezi olmak idealini bırakmış, öteki, diğeri kavramlarına sarılarak kimlikleri, yerelliği, dolayısı ile ayrıştırmayı vurguluyor olmuşsa, bunun ötesindeki beklentilerin neler olduğu kuşkusunun kapısının aralanması gerekir. Günümüzdeki gelişmeler Türkiye’yi AB’ye mahkûm eden ve bölgede kımıldayamayan bir ülke durumuna sürüklemektedir.
Demokrasinin içi boşaltılıyor
Türkiye için başkoyduğu AB yolu, demok-ratikleşmede ilerleme getirmek yerine, ilerleyebildiği göreceli demokrasinin içi boşaltılmaktadır. AB ülkeleri aracılığı ile gelen telkinlerle, her birini hoşnut edecek parantezin açılabileceği tartışma başlıkları ile kamuoyu oyalanırken, geri dönülmesi olanaksız dış politika adımları atılmaktadır.
“Açılım” kelimesinin başına sıfatlar eklenerek hukuk dili ile “saik” ortaya konulunca, bu açıklanmamış düşünceyi herkes kendi istediği biçimde yorumlamaya kalkıştı. Önemli olan konunun topluma kabul sürecini başlatmaktı. Sonrası nasılsa bir şekilde hazmettirilirdi. Bir süreç tamamlanmadan diğer bir konu başlığı ortaya atılarak toplumun ilgisi dağıtılarak ve kısa devreli şoklarla toplum mühendisliği yapılmakta. Oysa tüm bunlara demokrasi denilebilmesi için taleplerin toplumdan gelmesi, geniş kesimlerin konuyu açıklık içinde tartışıyor olması gerekir. Toplumun derdi başından aşkın. Toplum iş, aş derdinde. Olup bitenlere kayıtsız, kaygısız değil; ancak toplum adeta uyuşturulmuş, olup bitenleri şaşkınlık ve bıkkınlıkla izlemekte. En bilgisiz yurttaş bile normal olmayan bir şeyler olduğunun farkında.
“Türkiye pasif laikliğe geçmelidir, bu evrensel uygulamadır” sözü üzerine laiklik konusunda Fransa ve İtalya’da aktif laiklik, sağlıklı laiklik, sağlıksız laiklik başlıklarında yapılan tartışmalar gündeme gelmişti. Şimdi de; “Her alanda olduğu gibi dini ilimler alanında da eski bilinenleri gözden geçirme, güncelleme, bugünün dünyasına ve taleplerine göre çözümler üretme zamanıdır… Yanlış anlaşılmalara vesile olmasın, kastettiğim asla ve asla dinde reform değildir” denilerek, din yolunda ilerleyişin önü bilimden dolanarak açılmaya çalışılıyor. Din Şûrası’nda dile getirilen bir öneri de; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın toplumsal sorunlar konusunda rol alıp, çözümün parçası olması, dini hizmetlere yeni ufuklar açmak, dini hizmetleri daha verimli hale getirmek… Yorum sizin!..
AB’nin ilerleme raporlarına da göz attığınızda AB’nin Atatürk adına takıntı ile bir demokrasi açılımı(!) öngörmeye başladığını görüyorsunuz. AB, ilerleme raporları ile Türkiye’nin iç işlerine ve mevzuatına karışacak kadar ilerliyor, Türkiye ise giderek kapalı bir toplum modeline doğru sürüklenerek geriletiliyor. AB’ye tutunarak yola çıkan AKP giderek AB ile mesafeyi açıp, AB değerlerinden ülkeyi uzaklaştırırken, AB çıkarlarına hizmet eden kriterlere yakınlaştırıyor.
Irak’a demokrasi getireceğini söyleyerek ülkeyi işgal eden ABD’nin Irak’a neyi götürdüğünü hepimiz gördük. Belki de Bush’a isabet etmeyen, isabet etmeyişi de isabetli olan Iraklı gazetecinin pabucundan okumak en doğrusu, günümüzün demokrasi yalanını. Demokrasi birileri tarafından bir yerden bir yere götürülemez. Toplumun kendi dinamikleri ile işletebildiği kadarı ile kurumsallaşabilir. Ancak yıllarla oluşturulan kurumların yerle bir edilmesi, demokrasinin bir anda askıya alınıp, bir günde başka bir rejime geçilmesi mümkündür. Getirilebilmesi yıllara, götürülmesi ise kısa süreçlere sığdırılabilecek bir rejimden söz ediyoruz.
Atatürk’le başlayan modernleşme
AB kapısına kadar gelip, üye olma talebinde bulunuşumuzu Atatürk ile başlayan modernleşme hareketlerine borçluyuz. Türkiye’de Cumhuriyet demokrasinin yolunu açmıştır. Bugün demokrasiyi tasfiye etmek isteyenler Cumhuriyet ve kurumlarını hedef alırken, karalama kampanyasını Atatürk üzerinden yürütmeye çalışmaktadırlar. Ulus’taki Atatürk anıtının sarı yaldızla parlatılması bu sürecin ironik bir özeti gibi. Tüm kurumların içi, sahipleniliyormuş gibi yapılarak bo-şaltılıyor.
Irak’a götürülmek istenen demokrasi ile sözü bağlayalım. Bush’un demokrasisini pabucu ile başına çalan Iraklı gazeteci cezaevinden çıktığında şu sözü söyledi: “Ben özgürüm ama ülkem değil!” Özgür bireyler ve özgür bir ülkeyi yaratmanın yolu demokrasiyi getireceğini söyleyenlerin peşinden giderek açılmaz. Var olan köklü kurumlarınıza sahip çıkmayı gerektirir. Eline demokrasiyi sopa olarak alanların ülkeyi götürecekleri yer nereden dolandıklarından okunabilir.
En Çok Okunan Haberler
- İmamoğlu'ndan AB'ye sert tepki
- Erdoğan'a 'İsrail' protestosunda karar çıktı
- Fark bıçak sırtı!
- Bir garip İmamoğlu belgesi
- Hakemin kararı sonrası korkunç facia!
- Türkiye'nin afet haritasını çıkardı
- Ankara'nın Halep stratejisi
- 'O arkadaşlara teşekkür telefonu açacağım'
- AVM'lere giriş ücretli mi olacak?
- Cumhurbaşkanı sekreterine bıçaklı saldırı