Alacakaranlığımızın mizah dolu hikayesi: Azizname

Yücel Erten, Aziz Nesin’in öykü ve taşlamalarından uyarladığı Azizname’de “Alacakaranlığı” bu sözlerle tanımlar. Birbirinden farklı memleket hikayelerimizin anlatıldığı oyunu Erten, ilk 1995 yılında kaleme almış. Aradan geçen çeyrek asra rağmen memlekette bazı hikayelerin değişmediğini görmek, bizi “Acaba hâlâ aynı alacakaranlıkta mı sürükleniyoruz” diye daha da çok sorgulatıyor. Hele ki Azizname’yi izledikten sonra…

Yayınlanma: 25.12.2019 - 18:29
Abone Ol google-news

S. Özlem GÜNER (Konuk Öğrenci 9 Eylül Üniversitesi) 

Oyunun tarihçesine Yücel Erten adıyla baktığımızda ilk Berlin’de Tiyatrom Ekibi tarafından sahnelendiğini görüyoruz. Aziz Nesin’in 80. yaşına armağan olarak oynanan oyun, o zamanlar “Azizname 95” adıyla sadece iki kez oynanabilmiş. Rahatsızlığı nedeniyle bu gösterilere katılamayan Nesin’in vefatından sonra ise Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından, Yücel Erten rejisi ile 1995 yılında yeniden sahnelenmiş. Yurt içi ve yurt dışı pek çok turnede kapalı gişe oynayıp, çok fazla beğeni almasına rağmen oyun, beş senenin sonunda kurumsal işletmenin azizliğine uğrayarak gösterimden kaldırılmış. Sonrasında özel tiyatrolar tarafından birçok kez sahnelenen Azizname’yi yönetmen, yetmiş beşi aşkın sanatçının elden ele sürdürdüğü bir bayrak yarışına benzetir. Erten, Aziz Nesin gibi bir aydınlık savaşçısının ardından ah-vah etmektense onun düşüncesine, savaşımına, çizgisine, herkesin kendi alanında yapacağı bir eylemle sahip çıkması gerektiğine dikkat çekerken bu oyunla bunu nasıl yapacağımız konusunda bize yol göstericilik de yapmaktadır. 

Ernst Fischer, Sanatın Gerekliliği kitabında, toplumsal ilişkilere ışık tutmanın, insanların toplumsal gerçekleri tanıyıp değiştirmelerine ve yeni düşünce üretmelerine olanak sağlayarak mümkün olduğunu söyler. Bu da bizim aydınlık düşünce üreten insanlara sanatla sahip çıkmak zorunda olduğumuz gerçeğini bir kez daha ortaya koyar. Sahnede, alacakaranlıklardan iyi sanat yapıtlarının ışığıyla kurtulabileceğimizi anlatan, güzel ve anlamlı bir oyun izliyoruz.

Galasını, Cumhuriyet Sahnesi’nin prodüksiyonu olarak İstanbul’da yapan Azizname, ilk sezon İstanbul Gelişim Üniversitesi’nin 2018 Medya Ödülleri’nde en iyi tiyatro oyunu ödülünü almış. Ardından en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu dallarında çeşitli ödüller toplayan Azizname, yetenekli oyuncuları, sağlam kurgusu ve usta rejisi ile daha pek çok ödüle aday görünüyor. Yardımcı yönetmenliğini Burak Şentürk’ün yaptığı oyun, Aziz Nesin’in 104'üncü yaşına armağan olarak üçüncü sezonda da sahnelerimizi renklendirmeye devam ediyor.

Erten, açık biçim göstermeci bir üslupla parçalı yapı üzerine kurguladığı oyunu yine kendi dramaturgi ve rejisi ile sahneye koymuş. Her dönem gündemi yakalayacak bir esnekliğe sahip olan metin, dramaturgi açısından da sağlam bir uyarlama örneği olma özelliğini taşıyor. Bu nedenle de kaliteli bir sanat eserinin seyirciyi nerelere taşıyabileceğini hepimize çok iyi gösteriyor. Oyunda Aziz Nesin’in metninden, farklı ilerleyen bir yapı görsek de hikayelerin çoğu aynı düzlemde ilerliyor. İki perde süren oyunda yönetmen, ironik üslubu ön plana çıkarmayı seçmiş. Özellikle ihtilal sahnesinin köpürtülerek anlatılması, yaşadığımız bütün darbelere ve sonrasında olanlara dair bir gönderme niteliği taşıyor. 

Oyunda da tıpkı bizim memleketteki gibi “Kanunlar hem var hem yok… Kimine var, kimine yok… Kimi zaman var, kimi zaman yok. Kimi yerde var, kimi yerde yok… İnsan hakları hani varımsı da yokumtrak… Demokrasi; demokrasisimsi… Sosyal adalet; sosyal adaletimsi… Varımtrak yokumsu… Tatlımtrak acımsı… Salımtrak ama çarşambamsı… Batılımsı da doğulumtrak… İlerimsi de biraz gerimtrak…” Ee hal böyle olunca sahnede karşımıza alacakaranlıkta yalpalayan tanıdık bir memleket çıkıyor. Söz komiği ve hareket komiği ile yapılandırılan oyun, oyuncuların kıvraklığı ile sahnede iki saate yakın etkileyici bir gösteriye dönüşüyor. 

Turgay Erdener’in Ankara Devlet Tiyatrosu gösterimi için hazırladığı muhteşem müzikler, Çiğdem Erken’in müzik koordinatörlüğünde, müzikal bir derinliğe dönüşüyor.  Dekor ve kostüm tasarımındaki sadelik oyunun işlevselliğini ortaya çıkarması bakımından çok önemli bir rol üstlenmiş. Son bölümde paşalar ihtilal yapacaklarını, ud, cümbüş ve kanun gibi müzik aletleriyle radyodan duyurmak üzere toplanıyorlar. Ülke tarihimizdeki o alacakaranlık günler, “Bir gece ansızın gelebilirim” ve “Bir ihtimal daha var…”  gibi dilimizden düşmeyen pek çok şarkı eşliğinde söz ve hareket komiği ile inceden inceye alaycı bir anlatımla anlatılıyor.  Böylesine zorlu bir sürecin mizahi öğelerle ironi içinde anlatılması ve seyircilerin şarkılara eşlik ederek oyundaki tempoyu yakalaması, oyunun başarısının bir ispatı niteliğinde. Yaşayıp da unuttuğumuz onca zulüm dolu ihtilal günlerini seyirciye “…evet ya böyle de olmuştu, biz bunları da görüp yaşamıştık” dedirterek hatırlatan Yücel Erten, iyi bir sanat yapıtının nasıl olması gerektiğini bağırıp çağırmadan, seyircinin yüzüne acı bir gülümseme kondurarak anlatıyor. Dünü unuttuğumuz şu günlerde toplumsal belleğimizi mizahi öğelerle yeniden sorgulamamızı etkileyici bir biçimde sağlıyor. Oyunu birkaç kere izlemiş biri olarak, oyuncu değişikliklerinin anlatımdan hiçbir şey kaybettirmediğini, hatta oyuna farklı sunuşlar katması açısından rejinin yüksek başarısı olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. İlk oyunlarda İklim Tamkan’ın çaldığı melodiler bize farklı bir dokunuş hissettirse de sonraki gösterimlerde farklı piyanistlerin çaldığı ezgilerin de oyun ritmini daima yukarı taşıdığını söylemeliyiz.

Oyunda sembolik olarak elden ele dolaşan gazetenin dönemin Cumhuriyet Gazetesi olması ise cumhuriyet yönetiminin önemine vurgu yaparken bu alacakaranlıktan ancak cumhuriyet rejimi ile kurtulabileceğimiz mesajını veriyor. Oyun, tarihimizin üzerine kara bulut gibi çöken bütün darbeleri, geçmişle bugün arasında incelikli bir bağ kurarak ve bütün kuşakların yüreğine dokunarak anlatıyor. Gören görmeyen, bilen bilmeyen herkes, acı kahkahalar eşliğinde gelmiş geçmiş bütün darbeleri yeniden sorguluyor.  Bir taraftan memleketin haline dikkat çeken oyun, diğer taraftan da “Olmaz ol alacakaranlık! Yerin dibine bat alacakaranlık! Evin ocağın sönsün alacakaranlık! Onulmaz dertlere düşesin de sürüm sürüm sürünesin alacakaranlık! Dilerim ettiğini bulasın, kan kusasın… Sancıdan sızıdan inleyesin! Can alıcıya can vermeyesin” sözleriyle bütün alacakaranlıklara bir isyan niteliği taşıyor. 

Keyif duyarak izlediğimiz bu oyun sadece sahneyi ve seyirciyi aydınlatmakla kalmayıp Ernst Fischer’in “Güldürü insanın özgürlüğe kavuşmasını dile getirmeye en elverişli bir tür olacak” söylemini de haklı çıkarıyor. Burada bize düşen görev ise özgürlüğe ve aydınlığa giden yolun, iyi sanat yapıtları üretebilmemizden geçtiğini kabul edip, bu uğurda mücadeleci olduğumuzu ve olacağımızı daima göstermemizden geçiyor. İyi sanat yapıtları, seyircinin alımlama duygusunu geliştirirken bir taraftan da yeni sanat eserlerindeki beklentiyi ve kalite arayışını yükselten yapıcı bir güce dönüşecektir. Her şeyin iyisine hasret kaldığımız şu zorlu günlerde, böylesine güzel bir oyun izlemek tiyatromuz adına gerçekten umut verici. Giden ağam gelen paşam dünyasında, siz de "Ne olacak bu memleketin hali ?" diye merak ediyorsanız bu oyunu sakın kaçırmayın. Canımızı sıkan şu alacakaranlığı biraz olsun aydınlatmak için sanatın gücüne sığınarak Azizname’yi izlemek hepimize iyi gelecektir.     


KAYNAKÇA 

ERTEN, Yücel, Azizname’95, Mitos Boyut Yayınları, İstanbul, 2007.

FISCHER, Ernst, Sanatın Gerekliliği,  Cevat Çapan, Payel Yayınları, İstanbul, 1995.

İNTERNET KAYNAKÇASI

https://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2017/12/25/yucel-erten-aziz-nesinin-50lerde-yazdiklari-bizim-olagan-hallerimiz/ 21.12.2019.

https://www.birgun.net/haber-detay/aziz-nesin-in-soyledikleri-gunumuzde-de-gecerli-191210.html  21.12.2019.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler