Arkadaşlarımın babalarına hiç benzemiyordu
Özdemir Asaf; sevdanın, özlemin ve ayrılığın şairi. "Bir gün, Herkes kendi bahçesine derlerse… Hazır mısınız?" diyordu Asaf, yarın aramızdan ayrılışının 32. yılı ama şiirleri sonsuzlukta yankılanıyor. Fırtınalı aşk yaşadığı ilk eşi Sabahat Arun'dan olan kızı Seda Arun 'Arkadaşlarımın babalarına hiç benzemiyordu' diyor onu anlatırken.
Özdemir Asaf; sevdanın, özlemin, ayrılığın şairi. Şiirin hayatla kesiştiği noktadaki nadir ozanlardan. Zehirle panzehir arasındaki doz belki de Asaf. Yarın onun 32. ölüm yıl dönümü, şiirleri ise çoktan sonsuzluğa ulaştı. Özdemir Asaf’ın fırtınalı bir aşk yaşadığı, ilk eşi Sabahat Arun’la olan kızları Seda Arun’la babasının dünyasını konuştuk.
- Özdemir Asaf’la, babanızla nasıl bir ilişkiniz vardı?
- Arkadaşlarımın babalarına hiç benzemiyordu. Bana söyledikleri de alışılmış sözler değildi. Küçüklüğümde bana “Yalan nedir?” diye sormuştu. “Bir şeyi yanlış söylemek” demiştim. “Bir şeyi saklamak da yalan söylemektir” demişti. O günden bu güne bu sözünü hiç unutmadım.
- Şaşırtır mıydı sizi, en çok neyini özlüyorsunuz mesela?
- Bunca senedir babamı görmedim. Babamla sohbet etmeyi çok özledim.
- Annenize aşkı elbette çok büyük, ama bazı sorunlar da olmuş. 1958 yılında terk edişi var mesela. Bir de Yıldız Moran’la tanışması.
- “Kadınları sevmek bir kadına haksızlık etmek demektir.
Bir kadını sevmek kadınlara haksızlık etmek demektir.”
Bu sorunuzun cevabını babam vermiş zaten.
Anneme gelince, bana İsveç’e gidiş öyküsünü şöyle anlatmıştı: “1958 yılının sonlarına doğru aile huzurumu kaçıran birtakım olaylar yaşamaya başladım. Bir gezi yapmamın bana yararlı olacağını düşündüm. İsveç’te yaşayan bir arkadaşımın yardımı ile İsveç’e gittim. Bir buçuk yıl yaşadım. Amacım seni de oraya aldırıp kendimize yeni bir hayat kurmaktı. Ancak senin hastalık haberin gelince döndüm.”
Sonraları ikinci annem olan Yıldız Moran Arun’a sordum bunu. Şöyle anlattı:
“İngiltere’deki fotoğrafçılık eğitimimi bitirip İstanbul’da stüdyomu açmıştım. Yılbaşı kartları yapıp satarak para kazanmayı düşünüyordum.
Şiirlerini şifreli telgraf sandılar
- Özdemir Asaf ruh dünyalarımıza açılan büyülü bir kapı gibi, her okuyuşta farklı bir yere gidiyoruz.
- Yuvarlağın Köşeleri - Etikalar kitabında “Felsefe bilmeyen beni ne övebilir, ne yerebilir” diye yazmış. Yazdıklarının ilk okuyuşta zor anlaşılır olması bundan olsa gerek. Babamın şiirlerini eğer kitaptan değil de akıldan okuyorlarsa çoğunlukla mealini söylerler. Küçük kızım Senem’in, ilk tercihi olan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü kazandığını öğrendiğimde ben Bodrum’daydım. Çok sevinmiştim. Telefona sarıldım, tebrik telgrafı çektim. Babamın da tebrik edeceğini varsayarak telefondaki memura “Bir telgrafım daha var” deyip, bir etikasını yazdırmaya başladım: “Bir yuvarlak’ın benim bulabildiğim sayıda köşeleri vardır. Burada durup kalırsam ‘araştırıcı’ derler bana. Bir yuvarlak’ın benim bilmediğim sayıda köşeleri vardı. Bu bildiğimde direnip kalırsam ‘mutsuz’ derler bana” dedim. Telefondaki memur “Şifreli telgraf almıyoruz” dedi. Bu şifre değil, bir etika diyecektim ki aklım başıma geldi. “Bu bir şiir” dedim. “Şiir de olsa şifreli yazıları gönderemeyiz” dedi. Uzun uzun babamın kim olduğunu, her ne kadar hayatta olmasa da onun yazdıklarının ne kadar önemli olduğunu dilimin döndüğünce anlatarak güçlükle ikna edebildim.
- Nasıl bir mirastır onun bizlere ve size bıraktığı?
- Babamın şiirlerindeki Bahçe’nin karşılığı benim için dünya’dır. Herkes kendi bahçesinde yaşar, bilerek ya da bilmeyerek. Şiirlerini, etikalarını sıkça kullanırım konuşmalarımda. Yazılmışı var diye yenilerini düşünmem. Henüz on dokuz yaşındayken büyük bir aşkla evlendiğim kocamdan kısa bir süre sonra ayrılma kararı verdiğimde geleceğim kaybolmuş, hayallerim uçmuştu. Çırılçıplak kalmıştım. Korunmak için bir yerlere sığınmam gerekiyordu. Ben de şiirlere sığınmıştım. Geleceğimin duvarındaki bahçe kapısını açacak anahtarı bulabilmek için bütün şiirlerini tekrar tekrar okudum. Sonunda buldum.
“Bir gün,
Herkes kendi bahçesine derlerse…
Hazır mısınız?”
- Özdemir Asaf bir duygu yumağı, anneniz Sabahat hanım ise bir mantık abidesi. Siz hangisine daha yakınsınız?
- Baba-kız ilişkileri anne-kız ilişkilerinin önüne geçer çoğu zaman. Duygu-akıl karşıtlığının zorluğunu iyi bilenlerdenim.
ÖZDÜŞÜM şiirinde: “Ah ben hep duyguyla akıl / Kapılarını bunca yıl / Zorladım. Bir düş gerçeği / Topladım gerçek düşümde. / Savaştı bu huyla akıl, / Hep kafamda ve gönlümde” der.
- Başka kardeşiniz var mı?
- Annemle babam 1961 yılında ayrıldılar. Babam ikinci annemle evlendi. Anneleri Yıldız Moran Arun olan üç erkek kardeşim var. İsimleri Gün, Olgun, Etkin. Babama, kardeşlerime sonu N harfi ile biten isimleri neden verdiğini sormayı unuttum. Neyse ki benim adımı babaannem koymuş.
- Özdemir Asaf’ın annenize yazdığı aşk mektuplarını tam elli yıl sonra ilk kez açıp “Sana Mektuplar” kitabını hazırlamıştınız yıllar önce. Sözü bir başka usta şair Cemal Süreya’nın “aşk mektupları bir tür yazılı sevişmedir” dizeleriyle açmalı belki de.
- Cemal Süreya bu dizeleri usta şair olarak yazmıştır. Oysa Özdemir Asaf o günlerde, yirmi yaşlarında, üniversiteye yeni başlamış, şair olmaya çalışırken sevdiği kadına aşk mektupları yazan bir gençti!
- Annenizden sonra ilk kez siz açmıştınız Özdemir Asaf’ın mektuplarını, ne zaman okudunuz ve neler hissettiniz?
- Çocukluğum, gençliğim bu mektuplarla geçti. Annemin çeyiz sandığında duran, mavi tafta kurdeleyle fiyonk yapılmış desteyi 1998 yılının Haziran ayında istediğimde ne yapacağımı bilmiyordum. İlkokula gittiğim günlerde babamın “Mektup, zarfın üzerinde ismi yazanındır, başkası açıp okuyamaz” sözleri aklımdan hiç çıkmamıştı. Mektupları ilk annemin okuduğunun verdiği cesaretle bir mektup aldım. Uzun zaman açılmadığı için zarflar birbirine yapışmıştı. 25 Eylül 1944 yılında yazdığı bu aşk mektubunda uzun uzun Narsizm’i anlatıyordu. Yazı dili, yazdığı konu, anlatımı beni etkiledi. Mektupların hepsini kaydetmeye başladım.
- Dile kolay 17 yıl süren daha doğrusu hiç bitmeyen bir aşktan bahsediyoruz. 17 yılda yüzlerce mektup. Babanızla ilgili değişen düşünceleriniz oldu mu mektupları okuyunca?
- Mektupların tamamını okuyunca, kitap olarak yayımlanabileceğini düşünerek yazdığı fikrine kapıldım. Zaten kitaba adını da vermiş. “Sana Mektuplar”. İlk düzeltmelere başladığım zaman babamın anneme olan duygularının değiştiğini gördüm. Bu değişiklikten dolayı kitabı üç bölümde değerlendirdim. İlk bölüm Aşk Mektupları - Ben’i Sana Anlatma, ikinci bölüm Evlilik Mektupları - İkinci Ben’le Ben’i Sana Anlatma, üçüncü bölüm Ayrılık Mektupları - Sen’i Sana Anlatma’dır.
Şiirini okuyunca öğretmen babamı okula çağırdı
- Hiç unutamadığınız anılarınız neler?
- Evdeki sohbetleri sırasında babamın şiir yazdığını öğrendim. Bir şiirini sıkça okuyordu. Ben de ezberlemiştim. İlkokula başladığım ilk gün öğretmenimiz “Şiir bilenler parmak kaldırsın” dedi. Ben de parmak kaldırdım. Arkadaşlarım Atatürk, 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim, Annem, Okulum, Sevgili Öğretmenim adlı şiirlerini okuyup alkış aldıktan sonra beni çağırdı tahtaya. İki örgülü beyaz kurdeleli saçlarım, rugan ayakkabılarımla önce sınıfı selamladım. Benden önce şiir okuyan bütün arkadaşlarımın yaptığı gibi ellerim önlüğümün ceplerinin hemen yanında hazır ol durumunda, başım olabildiğince havada, gözlerim sınıfın tavanına dikili, nefesimi en derin biçimde içime çekerek, babamın şiiri okurken kelimelere yüklediği tonlamalarla başladım okumaya: “Ölebilirim genç yaşımda/En güzel şiirlerimi söylemeden götürebilirim/Şimdi kavak yelleri esiyorken başımda/Sevgilim/Seni bir akşam-üstü düşündürebilirim.” Şiir bittiğinde alkış yerine derin bir sessizlik oldu sınıfta. Ben başımı dizlerime değdirerek sınıfı selamladım. Tam yerime geçmek üzereydim:
“Sen bu şiiri nereden biliyorsun? Kim ezberletti sana bu şiiri? Kimin şiiri bu?” dedi öğretmenim. “Babamın” dedim, o da “babana söyle, yarın okula gelsin” dedi.
Çocuk yüreğim heyecanlanmıştı. Sabah okulda olanları, akşam anlattığımda sessizce dinledi babam beni, sadece güldü. Ben de güldüm. Babamın şair olduğunu bilmiyordum.
- Şair bir babanın, hem de bir kelam ustasının kızı olarak nasıl bir hayatınız oldu?
- Önce harfleri sonra da kelimeleri severim. Babamın ilk şiir kitabı “Dünya Kaçtı Gözüme” çıktığında özellikle kısa şiirleri beni etkilemişti. Çocukluğun verdiği merakla kitaptaki şiirleri saydım. Elli civarında şiir vardı kitapta. Ben de yazabilirim düşüncesiyle yetmiş sekiz şiir yazdım. Matbaa da vardı zaten. Babama basmasını söyledim şiirlerimi. Şiir defterimi okudu. Biraz daha yazmamı söyledi.
- Ne de olsa size gelen evlilik teklifine bile şiirleriyle yanıt vermişti...
- Sesinin elimizdeki tek kayıt olması çok önemli. Bilmeden bastığım teybin düğmesiyle aldığım sesi “Sen Bana Bakma Ben Senin Baktığın Yönde Olurum” kitabını oluşturdu.
- Ya telaffuzunda zorlandığı “r”ler ?
- Şiirlerinde babasının Asaf ismini kullanır, oysa asıl ismi Halit Özdemir Arun. 1950 yılında Cağaloğlu’nda açtığı matbaasının açılış işlemleri için gittiği vergi dairesindeki memur adını sorar. R’leri “ğ” olarak söyleyen babam “Halit Özdemiğ Ağun” der. Özdemir, bilinen bir isim olduğu için memur belgelere Halit Özdemir Ağun yazar. Bankonun üzerinden eğilerek bakar. Yanlış yazıldığını görünce “Soyadımı yanlış yazdınız. Doğğusu Ağun” der. Memur yüzüne bakar. “Evet, Ağun” der. “Hayığ, hayığ Ağğun”. “Beyefendi anladım. Ağun”. Babam sinirlenir. Cebinden kalemini kâğıdını çıkarır, kocaman harflerle ARUN yazar, r’lere basa basa yüksek sesle okur. “AĞĞĞĞĞUN”. Can Yücel de 28 Ocak 1981 günü Bebek Camisi’nden Aşiyan’a kadar geldikten sonra bir şiir yazar.; “Anlaşıldı bu/ R’lerin intikamı/ Onlar yuttu Özdemir Asaf’ı.”
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- 21 kişinin daha hastanelik olduğu ortaya çıktı
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!