Biz zindanı özgürleştirdik siz de dışarıyı zindan etmeyin
Selahattin Demirtaş: Önce tek tek, şimdi de ikili tecritteyiz. Ancak bu bir irade savaşıdır. İlkelerimiz uğruna direnmek bize güç ve moral veriyor, neşemizin kaynağı budur.
İktidar tarafından 5 Kasım 2016’da tutuklanan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın alanlarda direnmesi belki engellendi ama Demirtaş, başka bir direniş türü ortaya koydu. İçeride yazdığı öykü kitabı “Seher” ilk günden yok sattı, bir siyasetçi olarak seçmeniyle öykülerde buluştu. Türkiye siyaseti için de çok yeni bir durum, Türkiye edebiyatı için de. 1 yıla yakındır Edirne F Tipi’nde kalan Selahattin Demirtaş, mektupla kitabı “Seher” ve edebiyat sorularımızı yanıtladı.
-“Seher”, Türk Dil Kurumu “sabahın gün doğmadan önceki zamanı, tan ağartısı” diye tanımlanıyor. Günün aymasına az kalmış ama tersten bakarsak “alacakaranlık”. Kitabın ve karakterin ismini “Seher” koyarken meramınız neydi?
Seher, karanlıktan aydınlığa çıkışın ilk anlarıdır. Umuttur ve seher her gün yeniden var eder kendini. Karanlık kendini sonsuz zannederken, aydınlığı yok ettiğini düşünürken, ilk darbeyi seherden alır. O anda bitiverir karanlık, aydınlık başlar seherle.
-Kitap “katledilen ve şiddet mağduru bütün kadınlara” ithaf ediliyor, atıftan ziyade de kadın ve sınıf hikâyeleri bunlar. Kadın ve sınıf hikâyeleri tercihinin sebebi neydi?
Kadın kimliği ve kadın bedenine saldırı, politik-ideolojik ciddi bir meseledir. Bütün hiyerarşi, güç, egemenlik, otorite ve sömürü ilişkilerinin kendini var ettiği, yeniden ürettiği bir alandır kadına saldırı. Öykülerin bir kısmı bu bakış açısıyla erkek egemen zihniyetin nobranlığına, yarattığı tahribata dikkat çekmeye çalışıyor. Bunun dışında birçok toplumsal konu da var kitapta. Ancak bana göre kadın özgürlüğünü öncelemeyen hiçbir özgürlük mücadelesinin gerçek anlamda başarı şansı yoktur. Kadın özgürlüğünü öncelemek bir tercih değil, mecburiyettir aslında.
Roman yazmayı isterdim
-Kadın meselesi yazmak feministleri azıcık kızdırabilecek bir durum. “Sana mı kaldı kadın sorununu yazmak” demezler belki, ama size ayıp olmasın diye “Size mi kaldı? Erkekler yazmasa şu kadın sorununu” diyebilirler. Böyle bir riski aldığınızı düşündünüz mü?
Evet, doğrusu risk aldığımın farkındayım. Yapılacak eleştiriler benim açımdan öğretici olacaktır eminim. Fakat erkek egemen zihniyet olarak kavramsallaştırılan tehlikeli ve ucubeleşmiş zorbalığı en fazla sorgulaması gerekenler bu “gücü” elinde bulunduranlardır. Bu hakikatle yüzleşemeyen “erkek”, dünyaya, insanlığa onarılması imkânsız zararlar vermeye devam edecektir. Ben kendi adıma bunu yapmaya çalışıyorum, kendimi kadınların sözcüsü olarak tariflemiyorum, yüzleşmeyi yapması gereken taraftayım.
-Yazdığınız hikâyeler daha önce kafanızda zaten yazılmış mıydı, yoksa içeride “dinlenirken” mi oluşturdunuz?
Tamamı içeride olgunlaşan düşüncelerdi diyebilirim.
-Dışarıda epey heyecan yarattı kitap. Herkesin elinde, zaten üç günde tükendi, en çok satanlarda. Siyaset ya da hukuk yazmanız sanki daha beklenir bir şeydi. Neden öykü yazmayı seçtiniz?
Tanınıyor olmam kitaba gösterilen ilginin ilk nedenidir. Ancak içeriğine dair ilgiyi-eleştirileri daha çok merak ediyorum. İyi bir roman yazabilmeyi çok isterdim. Kısa cümlelerle, kısa metinlerle, anlaşılır sade bir dille çok şey anlatabilir miyim diye öykü yazmayı tercih ettim.
-Öte yandan dışarıda acayip şeyler olmaya devam ediyor. Mesela bazı kitapçılarda sizin kitap “yeni çıkanlar” ya da “edebiyat” bölümüne değil de, “fikir, siyaset” kitaplarının arasına konuluyor.
Kitapçılar kitaptan, kitap yazandan hiç korkmasınlar. Kitap okuyanı da baş tacı etsinler. Mevcut iktidarın herkesi ve her alanı tehdit ederek korkutmasının bir yansımasıdır bu herhalde.
-İçeride olduğunuz göz önüne alınırsa, aslında bu Türkiye’de epey bulunan bir “hapishane edebiyatı”na da denk düşüyor. Ama kederli bir “hapishane edebiyatı” değil. Sizce nereye konulur sizin yazdıklarınız?
Hapishanede yazıldığı için elbette hapishane edebiyatının bir parçasıdır. Bence hapishane koşullarında üretilen bütün edebi eserler çok kıymetlidir. Beni ve arkadaşlarımı tutuklatarak temsil ettiğimiz milyonları kedere boğmayı hedefleyenlerin bu ucuz amaçlarını da boşa çıkarmak adına, umudu ve cesareti büyütmeye çalıştım. Bunun için de, mizahı ve ironiyi özellikle kullandım. Konu açılmışken şunu da belirtmem gerekir ki, hapishanelerde yayımlanmayı bekleyen yüzlerce edebi eser var. Gebze Kadın Cezaevi’nden değerli arkadaşım Gülazer Akın bana gönderdiği son mektubunda, bu konuya dair haklı sitem ve eleştirilerini yazmış. Yayınevleri, hapishanelerde yazılanları yayımlamaya yanaşmıyorlar. Bu emeklerin çoğu içerde olduğu gibi duruyor. Onlar da içerde bir yayın komisyonu oluşturmuşlar. Şimdi dışarda bir yayınevi kurarak sadece hapishane edebiyatının toplumla buluşmasını sağlamaya çalışıyorlar. Ancak çok fazla zorluk ve imkânsızlıklar var. Dışardaki duyarlı yayıncılara bu vesileyle çağrı yapmış da olalım. Lütfen hapishane edebiyatına daha fazla ilgi gösterin.
Karizma takıntım yok
-Sonuçta bu ülkenin üçüncü büyük partisinin başkanısınız ve bu ülkede ne yazık ki siyaset “ciddiyet”, “akıl”, “taktik”, “strateji” vs. işidir. Fakat siz öykülerle bayağı herkese hem bilinçaltını hem bilinçüstünü açıyorsunuz, siyaset ise duygu kabul etmez. İrfan Aktan’ın dediği gibi sormalı: “Karizmayı çizdirme” korkusu olmadı mı?
“Karizma” gibi bir takıntım yok. Siyaseti de “kendim olarak” yaptım hep. Ortalıkta kasıntı gibi dolaşmayı çok basit görürüm. Evet, benim duygularım var ve onlara güveniyorum. Düşüncelerimi daha yalın ve samimi bir şekilde anlatabilmeyi ancak duygularımı dahil ederek yapabilirim. Bana kalırsa, siyaseti duygudan arındırarak teknik bir mesele olarak ele almaktır yanlış olan. Duygularını saklamaya çalışan siyasetçiden korkulmalıdır bence.
-Ağır sistem eleştirisi denilemeyecek öyküler bunlar, insanlığın halipür meali mi bu öyküler?
Bütünlüklü sistem eleştirisini ve alternatif önermemizi HDP ile yapıyoruz zaten. Bir öykü kitabı aracılığıyla siyasi propaganda yapmaya yeltenmek doğru olmaz benim için. Halihazırda bunu başka araçlar, yol ve yöntemlerle yapıyoruz. Ben sadece kendi durduğum yerden gördüğüm dünyayı yazdım, bu kadar.
-Cizre’de öldürülen Mehmet Tunç’un yeğeninin öyküsü “Sonu Muhteşem Olacak”ta gerçek kişiler var. Diğer hikâyelerde kahramanlarınız gerçek mi kurmaca mı?
Serçeler gerçektir, ama kurguyla harmanlandı. Bahir’in öyküsü, annemle hesaplaşmalar tamamen gerçektir. Ancak en gerçeği Bêkes’tir. “Sonu Muhteşem Olacak” öyküsü edebi açıdan çok iddialı değilse bile özgürlük uğruna yananların hatırası olsun istedim bu kitapta. Geri kalan öykülerin tamamı kurgudur. Hayatlarımız da birçok öykünün toplamı gibidir aslında. Hayatınızdaki öykülerin kurgusunu ne kadar kendiniz yapabiliyorsanız o kadar özgürsünüzdür. Hayat edebiyattır, edebiyat da hayattır bu anlamda. Kimi hayatlar roman gibidir, kimi trajik bir öykü, kimisi de henüz tamamlanmamış bir şiirdir.
Seherde yazılan öyküler
-Gece mi gündüz mü yazabiliyorsunuz? Pratik olarak içeride hayatı nasıl kurdunuz?
Öykülerin tamamını gece sabaha doğru kaleme aldım. Ama günlerce, haftalarca düşündürdüler beni, notlar aldım, sonra oturup yazdım her öyküyü ayrı ayrı. Cezaevi yaşamımızı belki bir gün çıkınca anlatmak daha doğru olabilir. Bundan daha önemlisi, şu anda birçok cezaevinde yaşandığı iddia edilen hak ihlalleri, kötü muamele ve işkence meseleleridir. Bu konuda detaylı bir mektup yazıp önümüzdeki günlerde Başbakan’a da göndereceğim. Özellikle Tarsus, Elazığ, Şakran ve birçok cezaevinden yansıyan haberler durumun ciddi olduğunu gösteriyor.
-“Dışarıdakiler (daha doğrusu dışarıda olduğunu zanneden arkadaşlar) benden son bir öykü daha istiyorlar” diye bir cümleniz var. Hakikaten içeride ve dışarıda olmak arasında fark yok mu?
İçeride bedensel özgürlüğünüz çok sınırlanmıştır, ama iradenizi güçlü tutabilirseniz direnmek için de uygun bir alandır. İçeride olmak bile başlı başına bir direnmek iken, dışardaysanız direnmek adına ekstra şeyler yapmanız gerekir. Kendinizi evde bir odaya kapatarak direnemezsiniz mesela. Dışarda yaşanan haksızlıklara karşı tepkisiz kalınca da bu giderek bir travma yaratır sizde. O nedenle her koşulda direnerek, haksızlıklara karşı sesinizi yükselterek sağlıklı kalabilirsiniz ancak. Aksi takdirde dışarısı size zindan olur. Biz içeriyi zindan olmaktan çıkarıyoruz, siz de kendi zindanınızı dışarda inşa etmeyin.
'Neşemizin kaynağı, ilkelerimiz uğruna direnmek'
-Hikâyelerde mağdur, hüzünlü ve isyankâr bir dil yok. Oysa ki, bu aralar çoğunlukla bu dil kullanılıyor. İçeride olduğunuzu göz önüne alırsak, nasıl bu kadar sakin ve hâlâ bu kadar eğlenceli kalabiliyor hikâyeler ya da duygular veya yekten soralım siz?
Aslında koşullarımız çok ağır. Tutuklanmamız ne kadar yasadışıysa, yüksek güvenlikli cezaevinde tutulmamız da aynı şekilde yasadışı. Burası bir tutukevi değil, ağır koşulları olan bir infaz kurumudur. Önce tek tek tecritte tutulduk, şimdi de ikili tecritteyiz. Ancak bu bir irade savaşıdır. Düşünsel ve zihinsel kontrolümüzü kaybetmeden, inandığımız bütün değerleri yüceltmeye çalışıyoruz. İlkelerimiz uğruna direnmek bize güç ve moral veriyor, neşemizin kaynağı budur. Bunu dışarı yansıtıp dışarıdan da moral ve güç alıyoruz.
'OHAL nedeniyle 'ilham'ın içeri girme şansı yok'
-İçeride” hikâye oluşturmak için itici güç ne oluyor?
Düşüncenin hapsedilemeyeceğini tekrar tekrar ispatlama dürtüsü herhalde. Her bir öykünün yazım serüveni birbirinden farklıydı. Okuduğumuz, izlediğimiz haberler, sohbetler, mektuplar, aileavukat görüşmeleri, rüyalar vs. hepsi birer motivasyon kaynağı olabiliyor. Cezaevinde yazmak için “ilham’ın” gelmesini beklemek nafile. Zaten OHAL koşulları nedeniyle “ilham’ın” içeri girme şansı da yok! Kendi ilhamınızı yaratmak zorundasınız.
-Daha önce yazdığınız öykü var mıydı?
Evet, dışarıdayken de yazardım zaman zaman. Hiçbiri yayımlanmadı ama.
-İlk öykünüzü ne zaman yazdığınızı hatırlıyor musunuz?
Son 5-6 yıldır yazıyorum daha çok. Seyahatlerde, uçakta veya arabada yazmak daha kolay oluyordu. Bu şekilde yazdığım birçok öykü var dışarıda, çoğu kendimle konuşmalar gibidir.
-Edebiyat baskılara direnme biçimi olabilir mi, baskılara yazarak direnilebilir mi? Yoksa “çok affedersiniz” ama bu bir züğürt tesellisi mi?
Yazmak direnmenin bir biçimidir, ama herkes sadece yazarak direnmeye kalkarsa vay halimize! Birileri yazar, birileri okur ve pratikleştirirse yazmak ancak o zaman bir direnme biçimi olarak var eder kendini.
Erdoğan, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu okusa
-Sizce Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Bahçeli sizin kitabı okur mu? Hadi tutun ki okudular, sizce nasıl yorumlar yaparlar?
İlki zaten kitap okumadığını, danışmanlarının özet çıkardığını kendisi söylemişti. Kemal Bey’e gönderildi, okur mu bilemem. Diğerinin ise okuma ihtimali yok, “flu görüyor” çünkü
Seçme şansım olsa müzik derdim
-Seçme şansınız olsaydı: Siyaset mi, edebiyat mı ya da bambaşka bir alan mı?
Kesinlikle müziği seçerdim, müziğe dair her şeyle daha çok iç içe olmak isterdim. Edebiyat iddialı olduğum bir alan değil. Örneğin ben daha şiir yazmadan, “Başkan, lütfen şiir yazma” diye cesaretlendirici mesajlar aldım! Siyaset ise yaşamın her alanında vardır ve ömür boyu devam eder. Sadece görev, rol ve misyonlarımız değişir.
-“Ben edebiyatçı filan değilim diyorum” yazmışsınız, biz size şimdi ne diyelim?
Ben HDP’nin eş genel başkanı, İstanbul milletvekiliyim. Asıl mesleğim avukatlık, uzmanlık alanım da insan hakları hukukudur. Şimdilik böyleyim.
-Kitabı Kürtçe yazmayı düşünmediniz mi?
Ah keşke yazabilseydim. Kürtçe’nin Kurmanci ve anadilim Zazaca lehçelerinde yazabilmeyi çok isterdim. Umarım çeviri yapılarak tamamlanır bu eksiklik.
-Belki düşünceme katılmayacaksınız, ama ben sizi biraz “dengbej” gibi okudum ya da okurken öyle hissettim. Yani olanı aktaran ve bunu müzikle değil de yazarak yapan. Edebiyat dengbeji olabilir mi?
Ne güzel bir tanımlama, çok ilginç geldi bana. Dengbejlik Kürt kültüründe bir tür sözlü tarih anlatımıdır aynı zamanda. Edebiyatın dengbejliği olur mu bilemem, ama edebiyatın bir ritmi ve müziği var kesinlikle. Kürtçe yazabilmiş olsaydım belki dengbejlik de olurdu.
-Bundan sonra yine kitap gelir mi?
Şimdilik biraz savunma hazırlıklarına yoğunlaşmam gerekiyor. Hakkımda halihazırda devam eden 24 dava ve istenen yüzlerce yıl hapis var. Bütün bu davalarda avukatlarımla birlikte güçlü savunmalar ortaya koymak zorundayız. Sonrasına bakarız artık. n Son soru: Son öykü “Sonu Muhteşem Olacak”. Gerçekten olacak mı? Neden inanalım size? - Ben olacağına yürekten inanıyorum. Özgürlükler gelişecek, demokrasi çıtamız yükselecek, barış içinde bir arada ve eşitçe yaşayacağız. Bu anlamda, evet bütün bu sıkıntılı süreçlerin sonu muhteşem olacak. Buna inanmak zor değil, çünkü gerçekten on milyonlarca insan bunu istiyor ve bunun için mücadele ediyor. Mutlaka kazanacağız.
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- 'Seküler müdür kalmadı'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!