Bostana dönüş, hemen şimdi!

Yasemin Kırkağaçlıoğlu ve Elif Çatıkkaş, öze dönmemiz için çağrı yapıyor. “Biz iki kadın yola çıktık ve bostan yaptık. Elimizi toprağa değdirdik. Çok zor değil. Su için yukarı bakmamız gerekiyor artık, yağmur boşa gidiyor. Gelin hep birlikte, bütün İstanbul kendi kendimize yetelim, yapabiliriz” diyorlar.

Yayınlanma: 29.06.2019 - 15:28
Abone Ol google-news

Toprakla bağınızın koptuğu günü hatırlıyor musunuz? Betonlar arasında işe gidip gelen kaç kişi çiçek açan bir ağacı fark ediyor? Yediklerimiz nereden geliyor? En son ne zaman toprağa yalın ayak bastık? Doğayla bağı git gide kopan şehir insanı, bugün artık sonsuz bir hayal aleminde: Doğa bize çok uzakta, ormanın içinde ağaç bir kulübeden ibaret... İnsanın doğadan kopuşunu dert edinen iki yakın arkadaş Yasemin Kırkağaçlıoğlu ve Elif Çatıkkaş. İlkokuldan beri birlikte okudular, aynı üniversiteden mezunlard. Yasemin işletme, Elif bilgisayar mühendisliği okudu. İkisi de 35 yaşında. Yasemin’in iki, Elif’in bir çocuğu var. Uzun hazırlık döneminin ardından kurumsal iş hayatlarına noktayı koydular. Sonra da sürdürülebilir yaşamı deneyimlemek ve anlatmak için kolları sıvadılar. Kokopelli Şehirde, işte bu çabanın sonucu. İki arkadaş, Sarıyer’deki mekânda, çocuklar ve yetişkinler için ekoloji ve kent bahçeciliği atölyeleri düzenliyorlar. Kokopelli Şehirde’nin masmavi kapısı yemyeşil bir mekâna açılıyor. Küçücük şirin mi şirin iki katlı mekân adeta bir orman! Kapının sağında çocuklarla yaptıkları böcek oteli duruyor. Arkadaki küçük bostanda, maruldan lavantaya pek çok bitki yetişiyor. Mekânda domates fidelerinin yer aldığı küçük bir sera ve doğal gübre için solucan kompost sistemi var. Gelin, Kokopelli’nin hikâyesini iki arkadaştan dinleyelim...

- Arkadaşlığınızdan söz edelim mi önce?

Elif: Hep çok yakındık. Üniversitede daha da samimi olduk. Sonra ben bir bankada işe girdim, Yasemin de bana yakın bir şirkette işe girdi. Sonunda Yasemin de benim çalıştığım bankada işe başladı. Bölümlerimiz ayrıydı ama aynı binadaydık. Sonunda madem ayrılamıyoruz birlikte bir iş kuralım dedik.

-Kokopelli fikri nasıl oluştu?

Yasemin: Hamileyken, sağlıklı gıdaya nasıl erişirim, nereden alışveriş yaparım diye araştırırken, hikâyenin bundan ibaret olmadığını anladım. Aydınlandım! Sonrasında permakültür eğitimi aldım ve “bu yol benim gitmek istediğim yol” dedim. Elim toprağa değdi. Bahçe bakımı ve bahçıvanlık derken eğitimler devam etti. Güzel bir yolculuktaydım ama daha fazla insanla da paylaşmam gerekiyordu. Mekân buradan doğ du... Aslında ben şanslıydım. Gıda üretiminden o kadar kopuk değildim hiçbir zaman. Küçükken dedemin bahçesi vardı Heybeliada’da. Şimdiki çocuklar patates ağaçta yetişiyor sanıyor... 

-Öze dönüş olmuş sizin hikâye...

Elif: Ben de Piyer Loti’de doğdum, ahşap karkas bir evde. Ekolojik bir evde doğdum efendim (gülüyor) Babaannemin bir kent bostanı vardı... “Çiçeği böceği sevelim”den öte politik bir mevzu var aslında. Bunu fark edince kültürel incelemeler üzerine yüksek lisansa başladım. Kariyerlerimizde belli bir aşamaya gelmiştik. Yeni bir şey denemek için en uygun fırsattı maddi ve manevi olarak. Yasemin, “hadi gel bence hazırız” dedi. Kurumsal hayatta yeteri kadar acı çektikten sonra bunu hak ettik bence. Yasemin fikir annesi, ben de isim annesiyim.

 YAĞMUR SUYU HASADI

- İsim nerden geliyor peki? 

Elif: Kokopelli mitolojik bir karakter. Sırtında tohum çantası, ağzında flütü var. Tohumları flütüyle toprağa ekiyor, bereketi getiriyor. Bir çok kültürde olan bir karakter... Şehirler, kara parçalarının yüzde üçünde kurulmuş. 2050 için nüfusun yüzde 75’inin şehirlerde yaşayacağı öngörülüyor. Bu yüzden Kokopelli Şehir’de. İstanbul’da sürekli söylenmek yerine, insan yoğunluğunu avantaja çevirebilir miyiz diye yola çıktık. Hep birlikte kompost yapabilir miyiz, toprak üretebilir miyiz? Şehirde bunları yapmaya var mısınız?

- Neler yapıyorsunuz peki?
Yasemin: Arkadaki minik bostanımızda gıdamızı yetiştirmeye çalışıyoruz. Tecrübe çok kıymetli. Üreticiyi daha iyi anlamamızı sağlıyor, üretmek marketten almak gibi kolay değil. İlk senemiz zararlılarla mücadeleyle geçti. Böcekler, mantar ve bir sürü şey... Elif’e “işte ne güzel öğrendik, bütün yöntemleri gördük” diyordum. Sabretmeyi öğrendik. Toprağı iyileştirdik. Bu sene daha iyi gidiyor. Üç farklı kompost yapıyoruz: Solucan kompostu, soğuk kompost ve bokaşi. Eğitime gelenlerden “Ay ama kokar, aaa evde mi asla” diyenler olunca, gelin bir bakalım diye gösteriyoruz. Kışın ısı dengeleri bozulmasın diye solucanları içeri almak gerekiyor. Banyomuz çok büyük, solucan kompostu kışın orada duruyor. Kompost düzgün yapılırsa hiçbir şey olmuyor. Yağmur suyu hasadı yapıyoruz. Tuvalette bir sistemimiz var. Ellerimizi yıkadığımız su sifona doluyor. Bu uygulamalarla paralel eğitimlerimiz, atölyelerimiz var. Permakültüre giriş, ekolojik mimari, saksıda bostan, ekşi maya, probiyotik turşu, fermente beslenme, bitkilerle homeopati gibi..

NOHUTUN TOHUMU NEREDE? 

- İnsanların ilgisi nasıl? Çok mu kopu ğuz doğadan?

Yasemin: O kadar garip bir dönemdeyiz ki tohumu bilmiyor insanlar. Elimize bir tohum alıp toprağa ekmemişiz çoğumuz. Birgün nohuttan çimlendirme yapıyoruz. Bir arkadaşımız elinde nohut, “Nerede nohutun tohumu” diye sordu. Yaş 35 bu arada. Böyle çok kişi var. Okulda etkinlik yapıyoruz velileri de dahil ettiğimiz bir süreç. Bir anne çilek fidesini ters ekmiş. En temel ihtiyacımızı karşılamaktan bu kadar yoksun olmak bizi rahatsız ediyor. Saksıda bostan eğitimi bir tohum bile ekmemiş insanlar için. Soğan 18 lira oldu yahu. Soğanı toprağa koyuyorsun oluyor. Bizi burada en çok mutlu eden diğer şey de topluluk dinamiğiyle ortak niyette buluşmak. Bir kere gelen arkadaş grubu edinip gidiyor, bizim arkadaşımız oluyor. İmece devam ediyor.

Elif: Katılımcılar kendi gibi düşünen insanların arasında, oh ya tek deli ben değilmişim, diyor.

- Şehirde doğa ile iç içe yaşamak mümkün diyorsunuz...

Elif: Doğa ne demek? Orası doğa da burası değil mi? Anlıyorum bu algıyı ama kaldırımın arasından çıkan bir doğa var. Mesele bunları ne kadar görebildiğimiz. Doğayla iç içe yaşama hikâyesi bir fantezi olmamalı. Eyüp’te yaşayan babaannem her zaman do ğayla iç içeydi, İstanbul’un göbeğinde. 

- Herkes kendi gıdasını yetiştirebilir mi şehirde?

Yasemin: Küçücük balkonda kendinize yetecek kadar yeşillik yetiştirebilirsiniz. Taze soğan, maydanoz, marul. Naneye para vermeyelim lütfen. Marketten aldıklarımızın besin değeri düşüyor, bize gelene kadar karbon ayak izi var. Yapabiliriz. Balkon bahçelerini, kent bahçeciliğini yaygınlaştırmamız lazım. Bizim sitede, sadece çime ayrılmış bir alan var. Orayı bostan yapacağım, imza topluyorum, yö netime götürmek için. Çime sadece ilaç ve su gidiyor, kimseye faydası yok. Şehirdeki alanlara bu gözle bakıp farkındalığımı zı artırıp belediyelerden talep etmemiz lazım. Bu bizim kültürümüzde olan bir şey. Dedem 90 yaşında hâlâ balkonda biberi var adamın. Biraz bakış açısını değiştirirsek olabilir. Kentte atıkların hepsi aslında potansiyel toprak. Bu konuda yapılacaklar çok fazla.

-Belediyelere de buradan çağrı yapalım...

Elif: Keşke belediyeler yapsa ama önce ben ne yapabilirim dememiz lazım. Patates mesela, çuvalda bile yetişir. Patatesin ithal edilmesine aklımız çıkıyor.

- Çocuklar için neler yapıyorsunuz?

Yasemin: Tohumla çocuğu tanıştırdığı mız, hem oyunu hem tecrübeyi içeren çalışmamız var. Okullara odaklandık. Çocuklarla böcek oteli yapıyoruz. Kışın böceklerin saklanacakları yerleri çok azalttık. Derdimiz böceklerin korkulucak canlılar olmadıklarını, onlarla dünyayı paylaştığımızı anlatmak. 4-5 yaş grubu ile birlikteydik. Kozalak götürdük. Biri bu ne, dedi. Öbürü aldı batar mı diye sordu. Gerçekten çok üzüldüm. Bu çocukları ebeveynleri eminim ki onları baleye, basketbola götürüyordur. Ama kozalakla ilk kez temas ediyorlar, çok acınası bir durum.

- Çocukların doğa ile bağ kurması için anne babaların nereden başlaması lazım?

Elif: Kendilerinden (gülüyor).

Yasemin: Doğa sevgisini kazanmaları gerekiyor. Bahçede, parkta, ormanda, şu evin arkasında köşede bir yerde de ağaç- lar var. O ağaçların altında oturmak bile önemli. Bir karınca yuvası var yolumuzun üzerinde. Kızım 40 dakika bakabiliyor. Çocuğa bakması için o fırsatı tanımak gerekiyor. Hadi hadi demeden...

KIRMIZI SOLUCAN KOMPOSTU

“Kompost ormanı taklit etmeye çalıştığımız sistem. Kaliforniya solucanı kullanıyoruz. Yediklerini daha çabuk dönüştürüyorlar. Bin solucanla başladık. Evsel atıkları kesip koyuyoruz. Pişmiş yemek koymuyoruz. Kahve, çay telvelerini seviyorlar. Avokadoyu sevmediler. Yeşil olarak attıklarımız toprağa dönüşüyor, gübre oluyor. Toprağın su tutma mekânizmasını artırıyor.”

EGZOZA ÇARE VAR

“Çanakkale’den domates alıyorsun belki yakınlarda termik santral var. Ya da tarım ilaçları o kadar fazla ki... Şehirdeki egzosdan daha temiz diyemeyiz maalesef... Bulunduğun yere göre önce bir bariyer yapabilirsin. Mesela Zakkum ağacı pis havayı fltreler. Otobanın kenarında bir şey ekiyorsan önce oraya böyle bir doğal bariyer yaparsın, yöntemleri var. Kübalılar her yeri bahçe yapıp kendilerine yettiler. İstanbul’da peyzaja yaptığımız yatırımla kendimize yetebiliriz. Çatıların hepsi kent bahçesi olabilir.”

Elif Çatıkkaş, Hazal Ocak (ortada), Yasemin Kırkağaçlıoğlu

EN BÜYÜK HAYAL

Elif: Belediyelerle dirsek temasında çalıştığımız yenilenebilir kent bahçelerini çoğaltmak.

Yasemin: Ofslerde kent bahçeleri olsun, kompost yapılsın, atık çıkmasın. En önemlisi okullar. Kendi yağmur suyunu tutan, kompost yapan bütüncül bir sistemi olan okullar... Müfredatı da değiştirirsek işte o zaman biz çok mutlu olacağız..

Elif: Eskiden Piyer Loti’de herkes kendi gıdasını yetiştiriyordu. Sonradan avam oldu bu iş. Herkes çiçek ekmeye başladı. Çiçek de olsun ama yanlarında lavantalar, biberiyeler de olsun. Park ve Bahçeler Müdürlüğü, her sene yeniden yeniden çiçek ekiyor. Estetik kaygısı olan ama başka hiçbir şeye hizmet etmeyen halılarla dolu İstanbul.

Yasemin: Arı popülasyonu azalıyor. Şehirde arıların sevdiği bitkileri ekerek arıları desteklemek mümkün... Felaket senaryoları çok da uzak değil. Küba’da ambargo, SSCB dağılınca ağırlaşıyor. Halk bir yılda ortalama 9 kilo veriyor, aç kalıyor. Ve çözümü kent bahçeciliğinde buluyorlar. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon