Botero sergisi açıldı

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi'ndeki dün akşamki sergi açılışına Botero çifti, yurt dışından, galerici, eleştirmen ve koleksiyonerlerden oluşan kalabalık grup, Türk sanatçı ve galericiler katıldı. Botero'ya ilgi büyüktü.

Botero sergisi açıldı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 04.05.2010 - 22:08

Pera Müzesi’ndeki sergisi için Türkiye’ye gelen Kolombiyalı efsanevi sanatçı Fernando Botero’yla Elif Bereketli konuştu;

‘Sanatçının bir derdi olmalı’

Çağımızın kuşkusuz en çok merak uyandıran sanatçılarından Fernando Botero’nun 64 yapıttan oluşan kapsamlı bir sergisi bugün Pera Müzesi’nde açıldı. 18 Temmuz’a dek sürecek serginin, “sirk”, “boğa güreşi”, “Latin Amerika halkı”, “Latin Amerika yaşamı”, “ölüdoğa” ve “sanat tarihinin ustalarından uyarlamalar” adlı altı bölümü var. Hazırlık çalışmaları yaklaşık iki yıl süren sergi, usta sanatçının 2009 yılında Kore’de açılan ve 220 bin sanatsever tarafından ziyaret edilen son sergisinden bir seçkiyle Pera Müzesi’nin üç katına yayılıyor.

Uluslararası sanat çevrelerinde 60’lı yılların başında tanınmaya başlayan Fernando Botero’nun sanatının en ayırt edici özelliklerinden biri kişilerinin taşkın bedenleri, kadınların iri gövdeleriyle yarattığı dünya. Ancak, Botero “şişman insan ressamı”na indirgenmeyecek kadar da zengin bir sanatçı: Abartı ve fantastik olana eğilimli Latin Amerika kültürü kökeni ile Avrupa kültürünü birleştirerek resimlerine karakteristik bir özellik katan 1932 Kolombiya doğumlu sanatçı, sanat tarihinin ustalarına “parodi”ler, ölüdoğa tabloları, zengin renk kullanımı ve özellikle son dönemlerde Ebu Garib Hapishanesi’ndeki işkence sahneleri ve Kolombiya’daki askeri darbe gibi siyasi olayları resmettiği tablolarıyla çağın en merak uyandıran isimlerinden biri.

İlk İstanbul ziyaretinde eşi Yunanlı sanatçı Sophia Vari ile birlikte yurtdışından, galerici, eleştirmen ve koleksiyonerlerden oluşan 100 kişiyi aşkın bir grubun eşlik ettiği Botero, İstanbul’da kalacağı dört günü Sultanahmet gezisi, Boğaz turu gibi turistik aktivitelere ayırmış. “Çok iyi hazırlanmış” dediği sergisinin basın toplantısı sonrası sanatçıyla yaptığımız söyleşiden satır başları:


Floransa Ekolü'nden etkilendim


Sanat dünyası hacim gerçekliğini uzun yıllar boyunca göz ardı etti; bir ara tekrar sözkonusu olmaya başlasa da, 21. yüzyılda artık hiç yok. Genç sanatçılar, sanat tarihinden dersler çıkarmıyor, her biri kendine ait yöntemler geliştiriyor. Ben gençlik yıllarımda Floransa ekolünden çok etkilenmiştim. Bu ekoldeki perspektif derinliğiyle her baş başa kaldığımda “hacim” ile ilgili bir derdim olduğunu daha net görmeye başladım. 1944’ten bu yana bu meseleyi ele almama rağmen, hâlâ şevkimi kaybetmedim. 15. yüzyıl resmini tanıdığım için kendimi şanslı sayıyorum.


İri değil, orantısız

O figürler insanlara abartılı  gelebilir ama aslında onlarda “irilik” değil “orantısızlık” var. Hacim vurgusu onlara canlılık, gerçeklik katıyor. Ayrıca sonuç olarak da, bu unsurların sanatseverin dikkatini çekmesi, onu daha sıra dışı ve dikkatli bir gözleme yöneltiyor. Bence her sanatçının, her sanat eserinin bir derdi olmalı, kendi adına konuşmalı. Bazen, dünyanın en güzel müzelerinde şahane resimler görüyorsunuz, sizi içine çekiyor, mükemmel bir görselliği var ama size hiçbir şey diyemiyor.


Sanatçının siyasiliği

Hiç siyasi mevzulara değinmeden çok önemli şeyler söyleyen, son derece önemli sanatçılar var. Bu yüzden “Sanatçı mutlaka siyasi konulara değinmeli” diyemem. Ressam ressamdır, gazeteci değil. Sonuçta, ortaya çıkan sanattır, bildiri değil. Uzaktan resmine bakıldığında, “Aaa, bu bilmem kimin tablosu olmalı” dedirtmeli. Önemli olan konunun ne olduğu değil, sanatçının ona ne kattığı, onu nasıl verdiği.


Az daha matador oluyordum

Bir üçüncü dünya ülkesinde doğdum, müzelerle ve sanat koleksiyonlarıyla çevrili bir ortamda değil. Bu yüzden sanata yepyeni, taze bir bakış açısı  geliştirdim. Gelişimini daha iyi gördüm, eksik kalan yerlerini, fazlalarını... İlk kez gerçek bir tabloyu 17 yaşımda, bir müzenin girişinde gördüm. Daha evveli hep kötü resim kitapları ve zevksiz izlenimci resimlerden ibaretti. Böyle bir ortamda insanlara “Ressam olacağım” dediğimde bunu delilik olarak görürlerdi, “aç kalacaksın” derlerdi. Zaten matador olmanın eşiğinden dönmüştüm, yani bugün bu işlerle uğraşmak yerine, boğalarla uğraşıyor olabilirdim.

Türkiye yurtdışına özenmesin

Türkiye’nin çok zengin bir geçmişi, geleneği ve tarihi var. Bir genç Türk sanatçısı New York’tan bir akım takip etmeye çalışırsa yazık olur. Bu birikimden yararlanılması lazım. Türkiye çok kendine özgü bir ülke. Çin örneğine bakalım; onların sanatı da çağdaş dünyaya ayak uydurmuş, hatta çağdaş dünya onların sanatının peşinde. Ama onlar kökenlerinden asla kopmadılar; bu da sanatı her zaman egzotik yapan bir durum. Aynı arayış Hindistan ve Türkiye gibi ülkeler için de geçerli olmalı.


Kolombiya özlemi

Çeşitli nedenlerden dolayı, 60 yıldır anavatanım olan Kolombiya’da yaşayamıyorum ne yazık ki. Orada huzurlu bir şekilde yaşamak benim için ancak bir rüya, ama yine de kendimi “Yaşayan en Kolombiyalı sanatçı” olarak tanımlıyorum.

Tablolarımda Kolombiya ve Latin Amerika’nın bu kadar görünür olmasının sebebi, elbette oraya duyduğum özlem. Ama eğer hep orada yaşasaydım bazı bağlantılarım olamazdı. Ya da Luvre’a, Metropolitan’a gidip yeni, yaratıcı ve güzel işleri gördüğümde aldığım ilhamı hiç alamamış olurdum. Ve eğer hep Kolombiya’da yaşamış olsaydım da, yine de orayı resmederdim.

Bu yalnızca bir özlem meselesi değil çünkü. 1955-1960 arasında kısa süre Kolombiya’da yaşadım, yine Kolombiya’yı resmettim. Ya da, New York’ta ve Paris’te yaşadığım sürelerde hiçbir zaman Amerikan veya Fransız resmine özenmedim.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon