Bütün sorumluluk bana aittir
Büyük Taarruz öncesi yapılan komutanlar toplantısında saldırı kararı alındı ve son sözü Mustafa Kemal Paşa söyledi:
Batı Cephesi’nde Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Cephe Komutanı İsmet Paşa’ya talimat yazdırırken.
26 Ağustos 1922’de başlayan “Büyük Taarruz”, Milli Mücadele’yi zafere ulaştıran savaştır. Bu büyük savaşı özümseyip anlayabilmek için, Sakarya Savaşı’nı kısaca incelemek gerekir.
Sakarya’nın yarattığı umut
Sakarya Savaşı’nın kazanılması herkesi umutlandırmıştı. Ordu mademki güçlüydü, hemen saldırıya geçilmeli, vatan düşmanlardan temizlenmeliydi. Meclis içinde böyle bir eğilim vardı. Ama hazırlıksız bir savaş, bütün kazanımları tersyüz de edebilirdi. Başkomutan Atatürk, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Cephe Komutanı İsmet Paşa bu konuda görüş birliğine vardılar. Zaman kazandılar. Orduyu hazırladılar. Ama Meclis, bu zaman kazanma konusunu anlamıyordu. Acele hareket ve sonuç istiyordu.
Sakarya Savaşı başarısından bir ay kadar sonra Mustafa Kemal, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya bir talimat gönderdi. 15 Ekim 1921 tarihli bu talimatta, “Kış başlamadan düşmana kesin bir darbe indirmek gerekir. Bu nedenle bir savaş planı hazırlanmalıdır” deniliyordu. Batı Cephesi Komutanlığı, bu talimata uyarak bir çalışma yaptı ve gizli adı “SAD” olan bir plan hazırladı.
SAD planının esası
SAD planı, temelde saldırı (taarruz) ilkesine dayanıyordu. Savunma düzenine geçmiş olan Yunan işgal güçlerine güneyden saldırı yapılacak, kuzeye doğru iteklenecek, cephe yarılacak ve hemen ardından süvari birlikleri devreye girecek, işgal ordusunu çevreleyecek, çember içine alacak; böylece işgal güçleri “imha” edilecekti.
Plan, aslında “sürpriz”, “beklenmeyen bir hareket” ilkesine dayanıyordu. O günkü askeri durumda, Türk ordusunun büyük gücü kuzeyde, Eskişehir bölgesinde toplanmıştı. Türkler, savaşa ancak en güçlü oldukları Eskişehir bölgesinden başlayabilirler düşüncesi, bu konuyla yakından ilgilenen Batı dünyasının askeri yetkilileri ve Yunan işgal kuvvetleri komuta kademesinde yerleşmişti. Bu nedenle, Yunan kuvvetleri de cephenin ağırlık merkezi olan kuzeydeki Eskişehir bölgesinde mevzilenmişlerdi.
SAD planı ise saldırıyı güneyden başlatarak beklenmedik bir hareketi öngörüyordu.
Ancak TBMM orduları tam anlamıyla hazır olmadıkları için büyük savaş sürekli erteleniyordu. Meclis’teki ikinci gruba bağlı milletvekilleri, bu konuyu gündeme getiriyor, ne yazık ki Türk ordusunun bir saldırı savaşı yapamayacağını dillendiriyordu.
Atatürk’e verilen Başkomutanlık yetkileri de tartışma konusu yapılıyordu. Başkomutanlık yetkileri her 3 ayda Meclis tarafından uzatılıyordu. Ancak 5 Mayıs 1922’de Atatürk’e verilen Başkomutanlık yetkileri uzatılmadı. Atatürk, bu geniş yetkilerle diktatöre benzetiliyordu. Tarih, 5 Mayıs 1919 ve büyük saldırı sadece 3.5 ay sonra yapılacaktır. Böylesi bir tarihte Başkomutanın yetkileri elinden alınmak isteniyordu.
Ertesi gün Meclis’e gelen Mustafa Kemal, gizli oturumda yaptığı konuşmada şunları söyledi:
‘Adama diktatör denir’
“Efendiler! Bir adam Başkomutanlığı ele geçirir ve yasaya dayanmayan yetkiler kullanırsa, o adama diktatör denir. Ben, yüce kurulunuzun kabul buyurduğu yasayla bu göreve geldim. O yasaya dayanarak çalıştım. Yasa yapma hakkınızı da bütünüyle bana devretmiş değilsiniz. Bana verdiğiniz yetki, sadece ordu ile ilgili ve sınırlıdır. Yüce Meclis dilediği anda onu da geri alabilir.”
Mustafa Kemal, özellikle Sivas milletvekili Albay Kara Vasıf Bey’in Meclis’teki konuşması sırasında, “Ordu yerinden kıpırdayamaz, taarruz savaşı yapamaz” sözlerine çok içerlemişti. O noktada konuşmasının tonunu da yükselterek ve Kara Vasıf Bey’e dönerek şöyle hitap etti:
“Ama Vasıf Bey demiş ki, ‘yerimizden kıpırdayamadık ve kıpırdayamayacağız!’ Bazı arkadaşlarımız ordunun kıpırdayamayacağını ileri süren bu sözleri alkışlamışlar. Efendiler! Buna yalnız üzülmekle kalmadım, çok da utandım. Rica ederim, bu olayı buraya gömelim, kimse işitmesin.”
‘Bırakmadım, bırakamam, bırakmayacağım’
Meclis tutanaklarına giren uzun konuşmasını Mustafa Kemal şöyle bağladı:
“Efendiler, iddiaları ve cevaplarımı dinlediniz. Karar yüce Meclis’indir. Ama bir gerçeği belirtmeliyim. Dünkü duruma göre bu dakikada ordu komutansızdır. Eğer ben bu orduya komuta etmekte devam ediyorsam, yasaya aykırı olarak komuta ediyorum.”
“Meclis’te beliren duruma göre derhal komutanlıktan el çekmek isterdim ve Başkomutanlığımın sona erdiğini hükümete bildirirdim. Fakat giderilemez ve önlenemez bir kötü duruma meydan vermemek zorunluluğunu duydum. Düşman karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamazdı. Bu nedenle bırakmadım, bırakamam, bırakmayacağım!”
Bu sözlerden sonra kürsüden inen Mustafa Kemal, milletvekillerinin arasına girerek yerine oturdu. Bu noktada Meclis açık birleşime geçti.
Başkomutanlık Yasası’nın uzatılması için yapılan oylamada, 11 ret, 15 çekimser oya karşı 177 oyla, Başkomutanlığın üç ay daha uzatılması kabul edildi. Komutanlık konusu böylece çözümlendi.
Tekrar cepheye dönüş
Mustafa Kemal, cephede denetlemeler yaptı. 20 Temmuz 1922’de Başkomutanlık konusu yeniden Meclis gündemine geldi. Mustafa Kemal, ordunun hazır olduğunu Başkomutanlık yetkilerine gerek kalmadığını bu nedenle Başkomutanlık Yasası’nın kaldırılmasını istedi. Ancak Meclis, Mustafa Kemal’e olan güvenini göstermek yönünde Başkomutanlık Yasası’nın süresiz uzatılmasına karar verdi. Atatürk’ün artık Ankara’da yapacak bir işi kalmamıştı. Hemen ertesi gün, 21 Temmuz 1922 akşamı, cepheye hareket etti ve cephe karargâhı Akşehir’e taşındı.
Akşehir toplantısı
Bir futbol maçı vesile edilerek, 1. ve 2. Ordu Komutanları Akşehir’e çağırıldı. 28 Temmuz Cuma günü sonrası, komutanlarla son durum değerlendirme toplantısı yapıldı.
Bu toplantıya Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Cephe Komutanı İsmet İnönü, 1. Ordu Komutanı (Sakallı) Nurettin Paşa, 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa ve Batı Cephesi Kurmay Başkanı Albay Asım Gündüz ve kimi kolordu komutanları katıldılar.
Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, haritanın başına geçti, Batı Cephesi tarafından hazırlanmış ve üzerinde uzun süredir çalışılmış olan planı bir kez daha anlattı. Sözlerinin sonunu şöyle bağladı:
3 kat daha fazla kuvvet kaydıracağız
“Aylardır üzerinde çalışılan planın esası, silahça ve sayıca bizden üstün olduğunu bildiğimiz düşmanı, bir darbe ile çökertmektir. Bunu ancak bir baskınla sağlayabiliriz. Bunun için kuvvetimizin büyük kısmını, tam bir gizlilik içinde, Afyon’un güneyinde toplayacağız.”
Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak şöyle devam etti: “Afyon ile 40 kilometre. batısındaki Çiğiltepe arası asıl taarruz cephesidir. Bu cepheye düşmandan üç kat daha fazla kuvvet kaydıracağız. 2. Ordu, karşısındaki düşman kuvvetlerini oyalarken, 1. ve 4. Kolordularımız düşman cephesini yararak, Süvari Kolordusu ile birlikte Sincanlı Ovası’na inecekler. Böylece düşmanın İzmir’le her türlü bağlantısını kesmiş olacağız. Düşmanın bu birliklerini çevirip imha ettikten sonra kalan parçaları kolayca yakalar ve yeneriz.” Bu plan sade, çok etkili, ama o derecede de riskliydi.
BİZ DE CEPHANE İKMALİNİ DÜŞMANDAN YAPARIZ
2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa’nın bu plana karşı olduğu biliniyordu. Yakup Şevki Paşa, Harbiye’de strateji öğretmenliği yapmıştı. Bu yüzden hoca diye anılır, düşüncelerine saygı gösterilirdi. Hatta Yakup Şevki Paşa Atatürk’ün de hocasıydı.
Yakup Şevki Paşa, “Ben düşüncelerimi Cephe Komutanı İsmet Paşa’ya hem yazılı olarak bildirdim hem de söyledim” dedi ve şöyle devam etti: “Şimdi, izin verirseniz kısaca tekrarlamak istiyorum. Yüz bine yakın insanı, Afyon’un kuzeyinden güneyine kaydıracaksınız ve düşman bunu sezmeyecek. Buna imkân yok! Baskın niteliği kaybolduğu zaman da, bu planın anlamı ve değeri kalmaz. Ben bir taburun yerini oynatıyorum, düşman uçağı ertesi sabah bu değişikliği saptıyor.”
Cephe Komutanı İsmet Paşa, buna karşı, “Düşmanın anlamaması için her önlemi alacağız, merak etmeyin” dedi.
Yakup Şevki Paşa devam etti: “Ulaşım kollarımız da yetersiz, yürüyen orduya cephane yetiştirebilmeleri mümkün değil.”
Mustafa Kemal Paşa gülerek, “Biz de cephane ikmalini düşmandan yaparız Paşam,” dedi. Yakup Şevki Paşa’nın yumuşamaya hiç niyeti yoktu:
‘Siperleri yaramayız’
“Siperleri yaramayız. Afyon siperlerini de incelettim. Biz burayı öyle bir günde, iki günde yaramayız. Hayal görmeyelim. Ayağı çarıklı askerle, o sarp, vahşi arazide, düşman mevzilerinin ve direnç merkezlerinin karşısında çakılıp kalırız. O zaman ne olacak? Düşmanın ihtiyat kolordusu yetişip savaşa katılacak. Böyle olunca cepheyi yarmaya gücümüz yetmez. Ayrıca düşman savaş sanatı gereği, Afyon’un kuzeyinden Akşehir yönüne doğru saldırıya geçerse bizi iyice güneye atar. Konya yönü açık kalır. Ordu, dava, belki de memleket elden çıkar.”
Mustafa Kemal Paşa ciddiyetle, “Peki, ne yapmamızı tavsiye edersiniz” diye sordu. Yakup Şevki Paşa’nın yanıtı şöyleydi: “Uygun bir yerde cepheden taarruz ederiz. Çekilmeye zorlayamadığımız yerde durur, tekrar hazırlanır, yeniden taarruz ederiz. Böylece tek dayanağımız olan orduyu tehlikeye atmamış oluruz.”
Atatürk’ün “Bu tarz bir savaşla kesin sonuç alınabilir mi” sorusuna ise Yakup Şevki Paşa şu yanıtı verdi: “Alınamaz, ama yenilsek bile ordu elde kalır.”
Cephe Komutanı söz alıyor
Toplantının bu kritik noktasında İsmet Paşa söz aldı: “Uğraşa uğraşa, ancak bir yılda, düşmanla az çok denk bir hale gelebildik. Bunu memleketin imkânlarını sonuna kadar zorlayarak elde edebildik. Bir daha bu gücü yaratamayız. Bu yüzden bu defa kesin sonuç almak, savaşı bitirmek zorundayız. Bunun için de, tehlikesine rağmen, bu planın uygulanmasından başka çare göremiyorum.”
Başkomutan bu sözlere “Ben de” diyerek katıldı. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da “Ben de başka çare göremiyorum” dedi.
Yakup Şevki Paşa geri çekilmedi, memleket söz konusuydu, samimi konuşuyordu, bir kez daha itiraz etti: “Yapmayın. Türk milletinin bütün varı bundan ibaret. Askeri, topu, tüfeği cephanesi işte bu kadar... Şimdi siz onu bir noktaya yığarak tehlikeye atıyorsunuz. Buna razı gelemem.”
Mustafa Kemal’in sesi keskinleşti: “Varımız bundan ibaretse, kesin sonucu bununla almak zorundayız.”
‘Bütün sorumluluk bana aittir’
Yakup Şevki Paşa, inandığı görüşü tarih önünde savunuyordu:
“Buna karar verenler tarihe karşı, büyük vebal (günah) altında kalırlar. Adama vatan haini derler. Hepimizi Meclis’in önünde asarlar.”
Mustafa Kemal, “Korkmayın Paşam. Tarihe ve millete karşı bütün sorumluluk bana aittir” dedi.
Yadırganmamalı
Yakup Şevki Paşa’nın görüşü ve ağır sözleri yadırganmamalıdır. Milletin varını yoğunu ortaya koyarak oluşturduğu TBMM ordusunun kaderi söz konusuydu. Kolordu komutanlarından birkaçı da Yakup Şevki Paşa’nın görüşü doğrultusunda düşünce aktardılar. Tam zafer sağlayacak bir saldırı yapılamayacağını belirttiler.
Bu noktada Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, saldırı planının kabul edilmediğini düşünerek “Güvensizlik doğmuştur.” dedi ve Genelkurmay Başkanlığı’ndan istifa etmek istedi.
İsmet Paşa’nın müdahalesi
Hava çok gerilmişti. Cephe Komutanı İsmet Paşa ayağa kalktı. Atatürk’e döndü: “Paşam! Arkadaşımız, izniniz üzerine düşüncelerini serbestçe arz etti. Yoksa Başkomutanımız olarak vereceğiniz her emri tıpkı kendi düşünce ve inancımız gibi canla başla yerine getireceğimizden emin olabilirsiniz.”
Gözler Yakup Şevki Paşa’ya çevrildi. Paşa, önüne bakarak, ağır ağır “Kaygılarımı korumakla birlikte Başkomutanın vereceği emirlere tereddütsüz uyacağımız tabiidir” dedi.
Gerginlik atlatılmıştı. İsmet Paşa yerine oturdu. Mustafa Kemal Paşa, “Teşekkür ederim” dedi. En yaşamsal, en kritik konu çözüme kavuşmuştu.
Bu noktada bu önemli toplantıyı bir kez de İsmet İnönü’nün Hatıralar’ından izleyelim:
“Taarruzdan önce Başkomutan ve Fevzi Paşa cepheye geldiler. Bütün komutanlar toplandık ve taarruz planını gözden geçirdik.
Yakup Şevki Paşa, bana söylediği ve yazılı olarak bildirdiği itirazlarını tekrarladı. Diyordu ki, ‘Bu düzenlemeyi yapanlar ileride çok sorumlu olurlar. Söktüremezsek her şey kaybolur gider. Bu tehlikeli plandan vazgeçelim.’ Fakat ben sonuç alacağımıza güveniyorum. Görüşmeler oldu, tartışmalar yapıldı, itirazlar üzerinde duruldu, fakat plan kabul edildi. Cephe Komutanı olarak da ordulara bu planın uygulanmasını emrettim.”
25 AĞUSTOS
Büyük Taarruz’a bir gün kala karargâhlar, Kocatepe’nin güneyinde, alanda kurulan çadırlı ordugâha geçtiler. Son emirler bir kez daha denetlendi. Komutanı ikircikli olan 2. Ordu’nun uyumlu ve süratle hareket etmesini sağlamak için, Batı Cephesi Komutanlığı’nın emirleri doğrudan bu ordunun kolordularına da verildi.
Akşam, Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa, çadırlı ordugâh önünde portatif bir masa etrafında toplanarak, sabaha karşı başlayacak saldırı için birliklerden gelen askeri raporları incelediler. Başkomutan, Kocatepe’ye çıkarak birlikleri gözden geçirdi. Başkomutanlığın emriyle, İstanbul ve dış dünya ile her türlü haberleşme kesildi.
Ertesi gün, 26 Ağustos 1922 günü başlayacak büyük saldırı savaşında iki tarafın kuvvet durumları şöyleydi:
Bunlardan ayrı olarak Türklerde 2 bin 318 kağnı, 3 bin 141 at arabası ve 1970 öküz arabası vardı.
VE 26 AĞUSTOS...
Cumartesi sabah saat 03.00’te Başkomutan Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa 1. Ordu’nun gözetleme yeri olan Kocatepe’ye geldiler. Gün ağrırken sabah saat 05.30’da top atışlarıyla saldırı savaşı başladı.
Bu noktadaki destansı durumu anlatmaya yeteneğimiz yeterli değil. Burada büyük şair Nâzım Hikmet’e başvurmak en doğrusudur. İşte o destansı anı ve onun önderi Mustafa Kemal’i anlatan dizeler:
“Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
Şayak kalpaklı adam
Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu.
Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar
O, saati sordu
Paşalar: “Üç” dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.
...
Yüzbaşı sordu:
-Saat kaç?
-Beş
-Yarım saat sonra demek...
...
Alacakaranlıkta, bir çınar dibinde, beygirin yanında duran sarkık, siyah bıyıklı süvari kısa çizmeleriyle atladı atına.
Nurettin Eşfak baktı saatına:
-Beş otuz...
Ve başladı topçu ateşiyle ve fecirle birlikte büyük taarruz...”
NOT: Bu yazı Alev Coşkun’un Asker İnönü (Kırmızı Kedi Yayınevi) kitabında, s.487-545’ten özetlenmiştir.
<haber-dikey:1556376>
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 21 kişinin daha hastanelik olduğu ortaya çıktı
- Kayıp Amerikalı Suriye'de bulundu: 'Hacıyım' dedi...