Büyük utancın yirminci yılı
'90 kuşağının temsilcileri Sivas kıyımının iktidardaki uzantılarından da hesap sorulmasını istiyor.
Sivas cankırımının üzerinden yirmi yıl geçti. Salt yargı süreci açısından bakıldığında bile, durumun ne denli içler acısı olduğu görülüyor. Bu uzun zaman diliminde “adalet” adına gelebildiğimiz son nokta, “Sivas Davası”nın zamanaşımına uğratılarak gündemden düşürülmesidir. Yurtdışına kaçan birkaç sanık yönünden dava hâlâ sürüyor görünse de, genel olarak dosyanın kapandığını söyleyebiliriz. Zaten yargı kurumları bu gerici kalkışmanın amacını ve niteliğini değerlendirmede baştan beri aymazlık içinde olduklarından, sanıklara hak ettikleri cezaları verme konusunda son derece isteksiz davranmışlardır.
Dava, daha işin başında, devletin adli mercilerince “adi bir olay” olarak ele alınmış; 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan topluöldürüm, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası ya da “bireysel adam öldürme” çerçevesinde değerlendirilerek, ısrarla TCY’nin 146. maddesi dışında tutulmaya çalışılmıştır. Bu amaca ulaşmak için de, Sivas olayı, bütünlüğünden koparılıp parçalara bölünerek birkaç yargı yerinde ayrı ayrı davaların konusu yapılmak istenmiştir. Yargılamanın her aşamasında kurbanların avukatları büyük engellerle karşılaşmış, zaman zaman da sanıkların küfür ve tehditleriyle sindirilmeye çalışılmışlardır. Mahkemeler ise katliam sanıklarına gösterdikleri anlayışı savunmadan esirgemiştir.
Bitmemiş bir dava
“Sivas Davası”; yargı süreci sona ermiş olsa da, toplumsal açıdan “bitmemiş bir dava”dır. 2 Temmuz 1993’teki kanlı kıyımın gerçek sorumluları ve saldırının ardındaki örgütler, aradan geçen yirmi yıl içinde ortaya çıkarılamamıştır. Olaydaki “derin devlet” parmağı araştırılmamış, cezalandırılanlar ise maşalar ve piyonlar olmuştur.
Gerçekte “insanlık suçu” kapsamında ele alınması gereken bu topluöldürümün siyasal boyutunun inatla göz ardı edilmek istenmesi; sanıklara olabildiğince alt sınırdan ceza kesilmesi; ceza alanların da daha sonra çeşitli düzenlemelerle salıverilmesi vicdanları yaralamış; Madımak yangınının yüreklerde açtığı büyük yarayı daha da derinleştirmiştir.
Son yirmi yıl içinde yaşananlar açıkça göstermiştir ki, başta Alevi yurttaşlarımız olmak üzere, vicdan sahibi tüm halkımız bu davanın takipçisidir. Toplumumuzda bu yönde yükselen duyarlılık, Sivas Davası’nın “Divan’a kalmasına” kesinlikle izin vermeyecektir. Nitekim Madımak katliamından hemen sonra doğan çocuklar, bugün “90 kuşağı”nın temsilcileri olarak alanlarda, sokaklarda, barikatlardadır. Haziran Direnişi’nde ön saflarda yer alan bu gençler, AKP hükümetinin ülkeyi karanlığa sürüklemesine karşı çıkarken aynı zamanda Sivas kıyımının iktidardaki uzantılarından da hesap sorulmasını istiyor. Çünkü Sivas kıyımının temelinde; köktendincilerin, İslamcı politikacıların hiç vazgeçmedikleri “dindar ve kindar nesiller yetiştirme” tasarımının yattığını biliyorlar.
Sınıfta kalan aydınlar’!
Sivas’ta yaşanan kanlı olayın ardından, hemen Aziz Nesin hedef tahtasına oturtuldu. “Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalktığı” söylenerek “başkışkırtıcı” ilan edildi. Günümüzün “demokrat” geçinen birçok kalemi de saldırganları bırakıp Nesin’i suçladı. O süreçte yazılıp söylenenleri merak edenler, 1994 yılında yayımlanan Sivas Kitabı’na (*) bakabilirler. Kıyımdan sonra kim ne demiş, ne yazmışsa hepsi orada yer alıyor.
Kimler yok ki o seçkide?
Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den Başbakan Tansu Çiller’e, İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu’ndan Refah Partisi Milletvekili Abdüllatif Şener’e tüm siyasetçiler adeta “geçit resmi” yapıyorlar. Bir de “gazeteci-yazar-sanatçı” öbeği var. Oktay Ekşi’den Metin Toker’e, Ertuğrul Özkök’ten Cengiz Çandar’a, Altemur Kılıç’tan Sabahatin Önkibar’a, Nurseli İdiz’den İsmet Özel’e uzayan hayli kalabalık bir kesim... Okuyunca çok şaşıracaksınız!
Türkiye’de basının sicili oldubitti temiz sayılmaz. Her kritik dönemde hiç duraksamadan egemenlerin yanında yer almıştır burjuva basını. Bu yaklaşımın günümüzdeki çarpıcı örneklerini Gezi Direnişi’nde de gördük. Dünyanın gündeminden düşmeyen eylemler karşısında “üç maymun”u oynamaları bir yana, gerçekleri çarpıtmak için de az çaba harcamadılar. Bu konudaki en taze örnek, polisin katlettiği (ne tesadüfse o da bir Aleviydi) Ethem Sarısülük için art arda ürettikleri yalan haberlerdir…
AKP, hedef saptırıyor!
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Sivas davasında “zamanaşımı” kararının verilmesinden sonra yaptığı açıklamada, üstüne basa basa, 1993 yılındaki olaylar nedeniyle dönemin Sivas Valisi’ni suçladı. Ayrıca, SHP’li hükümet üyelerini de “olayın sorumluları” gibi göstermeye çalıştı. Bu arada, soruşturmanın özel yetkili savcılarca yeni baştan ele alınarak, “kamu görevlileri” yönünden “derinleştirilmesini” istedi. Ancak, Sivas kıyımı sırasında başrolü oynayanlardan -dönemin Belediye Başkanı, sonrasında RP milletvekili- Temel Karamollaoğlu’nun sorumluluğundan hiç söz etmedi! Onun, saldırganlara “Gazanız mübarek olsun!” diye seslenişini görmezden geldi. Bu basit bir unutkanlık mı?
Dahası var. Karamollaoğlu, ortada hiçbir kanıt yokken Aziz Nesin’i hedef göstererek şöyle demişti: “Ne olursa olsun, Türk milletini itham eden, tahkir eden, ‘yüzde 60’ı aptal, yüzde 30’u korkaktır’ diyen bir insan… Partili partisiz, herkes bir infialin içine girdi. Bu bir grup meselesi değil. Görünürde, neredeyse doğal bir tepki…”
Aynı Karamollaoğlu, olaydan 19 yıl sonra bile, Madımak kurbanları için televizyon ekranlarında, “Onlar yanarak değil dumandan boğularak öldüler” diyebilen biri. Bülent Arınç bıraksın yeni komplo teorileri üretmeyi de, önce “dava arkadaşı ve eski partidaşı” Karamollaoğlu’nun bu sözlerini sorgulasın!
Bir dönem Refah Partisi’nde politika yapan kadroların çoğu, daha sonra AKP içinde önemli yerlere geldiler. Sivas Davası sanıklarının savunmanlığını üstlenen avukatlardan yedisi, son seçimde AKP’den milletvekili yapıldı. Partinin çeşitli kademelerinde, yerel yönetimlerde ve yargı organlarında görev verilerek ödüllendirilen aynı konumdaki avukat sayısı da az değildir. Bütün bunları rastlantı kabul edebilir miyiz?
* Sivas Kitabı: Bir Topluöldürümün Öyküsü. Yayına Hazırlayan: Attila Aşut, Edebiyatçılar Derneği, Ankara, Haziran 1994, 583 sayfa. (İkinci Basım: Eylül 1994).
En Çok Okunan Haberler
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- ABD basınından Esad iddiası