Byron Ayanoğlu İstanbul'da
Moda'da doğan, ailesiyle küçük yaşta Kanada’ya göç eden Byron Ayanoğlu, kendi yaşamından da esinlenerek yazıp, Umut Uğur’un çevirdiği İstanbul'dan Montréal'e kitabını bugün İş Bankası Yayınları'nda tanıtacak.
Moda’da doğan, ailesiyle küçük yaşta Kanada’ya göç eden Byron Ayanoğlu, kendi yaşamından da esinlenerek yazıp, Umut Uğur’un çevirdiği İstanbul’dan Montréal’e kitabını bugün İş Bankası Yayınları'nda tanıtacak.
Kitap, Marmara kıyılarından soğuk ve karlı Kanada’ya göçen bir ergenin ruh hallerini ve büyüme öyküsünü anlatıyor. Onun yolculuğu, göçmeyipte şehrinin altından çektirildiği İstanbulluların da belleğini canlandıracaktır.
Daha önce Gourmand Cookbook ödüllü İstiridye Üstü Girit kitabıyla Türk okuyucusuyla buluşan Ayanoğlu, bu kitabına da küçük bütçelerle kurulmuş muhteşem sofralarla ayrı bir lezzet katıyor. İstanbul Rum mutfak kültürüyle içli dışlı yetişen, arkadaşlarıyla en büyük eğlencelerinden biri taze gelen balıkları görmek için balıkçıya koşmak olan bu küçük İstanbullu’nun Kanada’da nasıl ünlü bir aşçı haline geldiği, bu kitaptaki öykülerden yalnızca biri.
Binlerce yıllık köklü bir kültüre sahip, ılıman iklimiyle, mehtabıyla, manolyalarıyla, doğa güzellikleriyle örülü bir şehirden kalkıp karın aylarca kalkmadığı ve İstanbul’a kıyasala daha dün kurulduğu söylenebilecek bir ülkeye giden genç göçmenin ve ailesinin ruh halleri ve yeni bir yaşam kurma yolundaki çabaları ise kitabın ana ekseni: Matbaacı babanın kendine uygun bir iş bulma çabası, İstanbul’dayken çalışması düşünülemeyecek annenin iş hayatına girişi, anneannenin kiliseye gidebilmek için havaların düzelmesini beklemeye mahkûmluğu… Ve genç göçmenin başka bir İstanbullu olan Leo’yu keşfi… McGill Üniversitesi’nin en doludizgin yıllarında süren bir öğrencilik… 1970’lerin serbest hayat tarzını tutucu bir aileyle uzlaştırma çabaları… Ve mutfak becerileri sayesinde gelen bir kariyer…
Bu kariyer sayesinde yazılan İstanbul Rum mutfağına dair bir yemek kitabının Türkçeye çevrilme süreci, roman kahramanının zihnindeki çocukluk anılarını ve ilk aşkı Leyla’yı hatırlatmaya başlar. Kitabın Türkçe baskısı yazarın hayatını mı değiştirecektir?
Pek çok yönüyle yabancısı olunmayan bu hikâye, daha pek çok meraklı ayrıntısıyla İstanbul’dan Montréal’e kitabında…
Kitaptan alıntılar
İstanbul’u son görüşüm, 1958 yılı yazında buharlı bir geminin kıç güvertesinden oldu. On iki yaşındaydım ve Şehir, uzayıp giden köpük kurdelesinin diğer ucundaki ışıltılı bir serap gibi yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Bütün anılar giderek bulanıklaşan, seçilmez hale gelen, bir gölgeye dönüşen ve nihayet tamamen gözden kaybolan minyatür görüntünün içerisinde yitip gitmişti. Sadece deniz ve gökyüzünün olduğu ufukta artık ne oynaşan görüntüleriyle bir şehir, ne annemle gezindiğimiz Moda rıhtımı, ne de Moda’ya dair herhangi bir şey bulunuyordu.…
Sonra hızla ilerleyip, karlı Montréal’e beş parasız ilk geldikleri yıllarda hayatta kalmanın kendisi için ne denli zor olduğundan bahsetmişti. Ve İstanbul hakkında da konuşmuş ve oradan ayrılmak zorunda kalmalarını gerektiren sebeplerin hiç olmamasını ne kadar dilediğini ve İstanbul’dan uzaklarda yaşamaya nasıl asla tam olarak alışamadığını anlatmıştı. İstanbul’u hep özlemiş ve şehrin her şeyini, ister iyi olsun ister kötü, daima saygıyla anmıştı.…
Aspasia, Montréal’e geldiklerinden beri ilk defa tam anlamıyla bir kutlama sevinci yaşıyordu. Yeni işinden ilk kazandığı paranın büyük bölümünü Kanada’daki evinde bir kutlama partisi düzenlemeye harcamıştı... Aspasia, kış boyunca onu ve ailesini evlerinde ağırlayan bütün Politis’leri partiye davet etmişti... Pazar akşamı evini tıklım tıklım dolduran kalabalığı ağırlamak için bütün hafta sonunu yemek yapmakla geçirmişti. Partiye gelen herkesin hemfikir olduğu düşünce, böylesi bir şölenin sadece Moda’da gerçekleştirilebileceği ve eğer Aspasia becerip manolya ağaçlarını ve Boğaz manzarasını da bir şekilde buraya getirmiş olabilseydi, bu partinin Moda’dakinden hiçbir farkının kalmayacağı yönündeydi.…
Kalın karla kaplı, karanlık, ıssız sokaklardaki hayalet gibi evlerin arasından tamamen kaybolmuş olarak, gözlerinde yaşlar, elindeki sardalyeleri sıkı sıkı kavramış, hemen her adımında düşecek gibi kaya kaya, hiç bitmeyecekmiş görüntüsü veren bu yolu büyük bir gayretle yürüyüp geçerek, korkunç bir yorgunluk içinde ve her tarafından buz sarkıtları sallanır vaziyette... Kendisini bekleyen Anastasia ve Dimitri’ye kavuşmuştu.
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- 21 kişinin daha hastanelik olduğu ortaya çıktı