'Çoğunlukçu' ve 'Çoğulcu' Demokrasi Ayrımı
Her konunun halkoyuyla çözüme kavuşturulabileceğinin ileri sürülmesi, çağdaş demokraside yeri olmayan bir anlayışı yansıtır. Türkiye’nin de en kıdemli üyelerinden biri olduğu Avrupa Konseyi’nin demokrasi anlayışı, “çoğunlukçuluğa” değil “çoğulculuğa” (plüralizme) dayanır.
Prof. Dr. Fazıl Sağlam’ın öncülüğünde oluşturulan ‘Kamu Hukukçuları Platformu’nun, akademik nitelikteki ilk toplantısı 5-6 Haziran 2010 tarihlerinde Ankara’da yapıldı. Türkiye Barolar Birliği yönetiminin desteği ve TBB İnsan Hakları Merkezi’nin işbirliğiyle, TBB’nin unutulmaz başkanı Av. Özdemir Özok’un anısına düzenlenen toplantıya çok sayıda öğretim üyesi ve hukukçu katıldı. Sunulan nitelikli bildiriler ve yapılan tartışmaların yanında; özellikle, büyük kentler dışındaki üniversitelerden gelen genç öğretim elemanlarının, kıdemli hocalarla buluşabildikleri bir ortam oluşturması bakımından toplantı çok yararlı oldu.
Kamu hukuku - özel hukuk ayrımı
Hukukun, kamu hukuku ve özel hukuk olarak adlandırılan iki ana dala ayrılması, bize Roma hukukçularının bir kalıtıdır.
İmparatorluğun 395 yılında ikiye bölünmesinden sonra, Doğu Roma, başka bir deyişle Bizans, Roma hukuku geleneğini sürdürmüştür. Bizans’ın güçlü döneminin imparatorlarından Justinyanus, çok dağınık bir hale gelmiş olan hukuk kurallarını bir külliyat biçiminde toplatmıştır.
Bugünkü İstanbul kentinde oluşturlumuş ve, Corpus Juris Civilis adı verilmiş olan bu derlemenin bir bölümünü oluşturan Digesta adlı kitap, en başında şu ilkeyi belirtiyordu: “Roma devleti” ile ilgili olan hukuk, kamu hukuku; bireylerin çıkarlarıyla ilgili olan hukuk ise özel hukuktur.
Hukukun bütününü böyle iki ana dala ayırmak, yüzyıllardır süregelen bir gelenek olmuştur. Ancak, bu ayrımın hiç tartışma yaratmadığı da söylenemez. Özel hukuk alanında bireylerin özgür istençlerine üstünlük tanındığı için, özel hukuka öncelik verilmesinin daha “liberal” rejimlere ortam yaratacağı; buna karşılık kamu hukukunu fazla öne çıkaran anlayışların “otoriter” yönetimlerin işine yaradığı ileri sürülmüştür. Ama, devletin ekonomik yaşama müdahalesini zorunlu gören çağdaş sosyal devlet anlayışının kamu hukukuna belli alanlarda öncelik tanınmasını gerektirdiği de bir gerçektir. Ekonomik ve sosyal altyapının dengesizliği sonucunda, özellikle gözetilmesi ve korunması gereken durumda olanların, özel hukukun “özgür istençleriyle” karar verme olanaklarından ne ölçüde yararlanabildikleri sorulabilir.
Kamu hukuku - özel hukuk ayrımı, yorum yöntemleri açısından da değerlendirilebilir. Hukukta yorum yöntemleri, esas bakımından pek farklı olmasa da; örneğin, anayasa yargısı, insan hakları, idare hukuku, iş hukuku gibi alanlardaki yorumlarla, sıradan bir özel hukuk davasında uygulanacak yorumlar teknik bakımdan farklı olabilir.
Kamu hukuku ile özel hukuk arasındaki ayrım çizgisinin pek net çizilemediği durumlar olduğu bir gerçektir. Ayrıca, çağdaş teknolojik gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmış olan kimi hukuk konularının bu dallardan hangisine girdiğinin saptanmasını zorlaştıran durumlarla karşılaşılmaktadır. Bugün, kamu hukuku ile özel hukuk öğelerini birlikte içeren, “karma” nitelikli bazı hukuk dallarının varlığı bilinmektedir.
Ama bütün bunlara karşın, hukukun iki temel dalından biri olarak kamu hukuku varlığını sürdürmektedir.
Toplantının ana konusunun “Çoğulcu Demokrasi - Çoğunlukçu Demokrasi İkilemi ve İnsan Hakları” olarak belirlenmesi, çok yerinde ve zamanında bir seçim olmuştur; çünkü, siyasal iktidarın son zamanlarda dozunu arttıran belli tutumları, “çoğunlukçu” denilen demokrasinin örneklerini ortaya koymaktadır.
Çoğunlukçu demokrasi anlayışının en kaba algılamasıyla uygulanması, sonuç olarak toplumu büyük çalkantılara, sarsıntılara götürebilmektedir. Türkiye’de 1950 yılında yapılmış olan dürüst genel seçimle işbaşına gelen Demokrat Parti iktidarının, Meclis’teki sandalye çoğunluğunu tek demokrasi ölçütü olarak kabul eden, siyasal muhalefeti düşman gibi gören, uzlaşmaz ve dayatmacı tavrının ne kötü sonuçlara yol açtığı unutulmamalıdır. Türkiye’yi 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine götüren bu anlayış olmuştur. Gönül, Demokrat Parti’nin iktidara geldiği gibi yani dürüst ve serbest seçimlerle iktidardan ayrılmasını, askeri darbelerin Türkiye gündemine hiç girmemesini arzu ederdi.
Sonuç:
Her konunun halkoyuyla çözüme kavuşturulabileceğinin ileri sürülmesi, çağdaş demokraside yeri olmayan bir anlayışı yansıtır. Türkiye’nin de en kıdemli üyelerinden biri olduğu Avrupa Konseyi’nin demokrasi anlayışı, “çoğunlukçuluğa” değil “çoğulculuğa” (plüralizme) dayanır. Demokraside elbette çoğunluk önemlidir ama, azınlık oylarını bütünüyle yok sayan bir anlayış da kabul edilemez. Yapılacak seçimlerde, bugün azınlıkta olan görüşlerin ve siyasal partilerin ileride çoğunluğu oluşturabileceklerine inanılmalı ve bu inanç, içtenlikle benimsenmelidir.
Öte yandan, çoğunluğun, elindeki iktidarı sınırsız biçimde kullanamayacağı, başta yargı organları olmak üzere iktidarı sınırlayan çeşitli kurumlar olduğu kabul edilmeli; çağdaş demokrasinin temelini, bu anlayışın oluşturduğu unutulmamalıdır. Örneğin, insan hakları alanında; bırakınız oy çoğunluğunu, oybirliğiyle bile ihlal edilemeyecek ilkeler olduğu gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama