Çok yaşa Vedat Türkali
Mustafa Kemal Erdemol
Yaşasaydı 100 yaşında olacaktı. Güven’i yazıp, noktayı koyduğunda “benden bu kadar” dediğini anımsıyorum. Güven’den sonra da (dört tane hem de) kitap yazacağına inananlardan biri de bendim, beni yanıltmamıştı. “Benden bu kadar” demiş oluşunu, milenyuma girdiğimiz yıl “bugünü de gördüm, hiç bu kadar yaşayacağımı tahmin etmezdim” deyişiyle birlikte düşünüyorum da pes etmenin ya da yorgunluğun ifadesi değilmiş o sözü. Hep inandığı bir ruh halinin yansımasıymış meğer. Kadir ağabeyin, yani Vedat Türkali’nin kuşağı, çok uzun yaşayacaklarına inanan bir kuşak değildi. 'Rıfat Ilgaz' demişti, “gençliğimizde hasta olanımız oydu, uzun yaşamaz diye korkardık, ama ne mutlu ki iyi yaşadı” dediğini anımsarım. Onların kuşak, Türkiye’nin, fakirlikten, yoksunluktan ötürü hastalıkların kol gezdiği bir Türkiye’nin kuşağıydı.
TEK BAŞINA NE ANLAMI VAR?
Hem iyi hem uzun yaşadı Kadir ağabey. “İyi”ye, o bilindik, hali vakti yerinde anlamı verilmesin, mücadelesinin gereklerini yerine getirmiş olmayı “iyi” sayarlardı bu adamlar/kadınlar. Uzun yaşamak da doğanın onlara bir armağanıydı kuşkusuz. “Bana annelik yaptılar” dediği ablaları için “şimdi onların ağabeyleri yaşındayım” diyerek yaşlılığından söz etmişti, 85’ine girdiğinde. “İnsan ömrü uzatılacakmış Kadir ağabey, çoook uzun yaşayacakmışız” diyecek oldum, “kaybettiğimiz sevdiklerimiz bizimle olmayacaksa tek başına uzun yaşamın ne anlamı var” demişti karşılık olarak. “İyi ama yeni sevdiklerimiz olur” dedim, “kaybedilen sevginin yerini başka bir sevgi kolay doldurmaz” deyiverdi.
Doğum günü 13 Mayıs 1919’dur. Altı gün sonra, 19 Mayıs’ta Atatürk’ün ayak basacağı Samsun’da doğmuştur. Biz dostları, yakınları Londra’da bulunduğu yıllarda, 13 Mayıs’ta kutlardık doğum gününü. Onun böyle bir talebi olmazdı ama tüm sevdiklerinin bir arada olduğu bir gün olarak değer verirdi doğum gününe. Kadim dostu, gençlik arkadaşı, yoldaşı Hayk Açıkgöz’ün armağan ettiği Nâzım’ın o ünlü mü ünlü gömleğini geçirirdi sırtına (bir de her kitap bitiminde giyerdi o gömleği), o günü sohbetle, şakayla, keyifle geçirirdik. Seveni çoktu. 13 Mayıs 2014’te, İstanbul’da dostlarıyla (ben yoktum ne yazık ki) doğum gününü kutlarken duyar, yüzlerce maden işçisinin öldüğü Soma Faciası’nı. Gün, iptal edilir hemen, o günden sonra yaşadığı sürece doğum gününü 13 Mayıs’ta değil, 14 Mayıs’ta kutlar. 13 Mayıs Soma emekçilerini andığı gündür artık. İncelikler adamıydı. Öfkeli, huysuz, geçimsiz sanılan (ne büyük yanılgı) yılmayan komünist için elbette doğal bir tutumdu bu.
Neler geliyor aklıma. Milyonuncu kez yaptığım perhizlerimden birinde, mecburen öğle yemeklerinde yanında olurdum. Bilen bilir, yemekte konuşmaz, ağzını şapırdatmazdı. Ama bana inat her ne yiyorsa o an, sanki dünyanın en lezzetli taamıını yermişçesine gözlerimin içine bakar, sahte bir zevk gösterisine dönüştürürdü sofrayı. “Neden yardımcı olmuyorsunuz perhizime Kadir ağabey” dedim bir gün, yanıtı “ben ekmeği zor bulduğum günlerden geliyorum git perhizini başka yerde yap” deyiverdi gülerek. Utandım haliyle. O sofralarda abartısız söylüyorum, yemeklerimizin çoğunu bitiremezdik, ya gülmekten ya da kavga etmekten. Çok kavga ederdik, evinden kovmuşluğu da vardır beni.
ÇOK ÖZLÜYORUM...
Bilmem kaçıncı kez işimden kovulduğum sıralardı, deyim yerindeyse gaza gelmiş, Kadir ağabeye “artık gazetecilik yapmayacağım” diye başlayıp gazetecilik dışında neler yapacağımı anlatıyorum ha bire. Sabrı tükendi, lafımı kesti “bana bak, sana bir şey söyleyeyim mi? Senden yazardan başka bir b.k olmaz” dedi. Sadece eli kalem tutan biri olarak elbette hâlâ yazar da değilim ama aldığım en güzel küfür ya da iltifattı bu. Havalimanına götürüyorum, İstanbul’a uğurlayacağım. Yine işsizim tabii. Bir zarf uzattı elime, “dönünce aç” diyerek. “Ne bu şimdi, vasiyet falan mıdır” diye endişelendim, hüzünle karışık. Uçağa bindirir bindirmez açtım zarfı. İçinde bir miktar para, bir de not: “Ders kitaplarını alırsın. Bu borç değil, sen de ders kitabı alsın diye başkasını verirsin sonra”. Gözümün yaşardığı andır. Asla almayacağımı bildiği içindir bu zarf meselesi. Aynı miktar parayı, biraz durumum düzelince onu tanıyan bir başka öğrenci arkadaşıma verdim “Vedat ağabeyin sana hediyesi” diyerek. “47’de yazdınız ama günümüzü anlatıyor, ne güzel şiirdir. Şiiri neden bıraktınız ağabey” dedim. “Benim şiirimize en büyük katkım nedir bilir misin?” diye sordu. “Nedir?” diye sordum. “Zamanında yazmayı bırakmak” dedi. Kimseye haksızlık etmedi, kendisine ettiği kadar. Örneği bu sözüdür. Canım Kadir ağabey. Çok ama çoook özlüyorum seni. Sen çok çok yaşa Abdülkadir Pirhasan, 100. yaşın kutlu olsun.
Cumhuriyet Pazar
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi