'Çözüme karşı Hakan Fidan’a gözaltı girişimi'
Cemaat kadrolarının AKP iktidarıyla birlikte yürüttüğü Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, KCK, gibi soruşturmalarda askerler, polisler, akademisyenler, gazeteciler cezaevine atıldı.
Çözüme karşı Hakan Fidan’a gözaltı girişimi
AKP ile cemaat arasındaki ilişkilerin bozulması 2010’lu yıllara ve belki de daha öncesine gitse de Mavi Marmara krizinde Gülen’in “bu yolculuk için İsrail’den izin alınması gerektiğini” söylemesiyle su yüzüne çıktı. Bunu, sınav sorularının çalındığının ortaya çıkmasının ardından ÖSYM’ye yönelik hükümet müdahalesi izledi.
Kürt sorununda çözüm sürecine karşı olan cemaatin MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı Oslo görüşmeleri gerekçesiyle gözaltına alınması girişimleri hükümetin kararlı tutumuyla başarısız oldu. Hükümetin cemaatin en önemli örgütlenme alanlarından olan dershaneleri kapatmaya karar vermesiyle geri dönülmez bir noktaya gelen gerilim, cemaatçi polis ve yargı mensuplarının başlattığı 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarıyla açık bir savaşa dönüştü.
AKP, 2002 yılı Kasım ayında iktidara geldiğinde, askerin müdahalesinden büyük bir çekince duyuyordu. 28 Şubat’ın üzerinden kısa bir süre geçmişti ve AKP’nin laiklikle ilgili birtakım uygulamaları yargı ve asker tarafından tepkiyle karşılanıyordu. AKP iktidara geldiğinde bürokraside hemen hiçbir varlığı yoktu ve iktidarı tamamen kullanabilmek için güçlü bir partnere ihtiyaç duyuyordu. Cemaat kadroları ile iktidarın paylaşılması bu dönemde başladı. Cemaatin asker, polis ve yargı içindeki kadroları bu dönemde hükümete sürekli bilgi taşıyordu. Hükümete, askerin müdahale hazırlıkları konusunda “inandırıcı” belgeler sunan cemaat, 27 Nisan muhtırasının etkisizleştirilmesi ve AKP kapatma davasının sonuçsuz kalmasında da önemli roller üstleniyordu.
Orduya operasyon
Ankara Başsavcılığı’nın iddianamesine göre, cemaat, muhtemel bir askeri müdahalede kadrolarının ezilmemesi için tedbirli hareket etti ve 2003 - 2007 arasında pasif kaldı. 2007 yılından sonra ise örgütlenmesini tamamlayarak güç dengesini lehine çevirdi ve operasyonlara başladı. 2007 yılında cemaatçi özel yetkili savcılar, “darbelerle ve derin devletle hesaplaşma” adı altında soruşturmalar başlattı. Soruşturmalar liberal kesimlerden hatta bazı sol gruplardan da destek gördü. Cemaat kadrolarının AKP iktidarıyla birlikte yürüttüğü Ergenekon, Balyoz, KCK, Poyrazköy gibi soruşturmalarda asker, polis, akademisyen, gazeteci, öğrenci, sivil toplum örgütü yöneticisi sanıklar cezaevine atıldı.
Kozmik odada arama
Cemaat askerin hükümet yetkililerine karşı suikast yapacağı iddiasını yayarak kozmik odada arama yaptı, başbakana, bakanlara suikast yapacağı iddiasıyla operasyonlar yaptı. Başsavcılık, “bu yolla hükümet cemaatin söylediklerine inanmaya mecbur edilmiştir” dese de bu operasyonların yürütücüsü cemaatle birlikte hükümetti. “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” algısıyla başlatılan soruşturmaların kısa sürede “muhalifleri tasfiye” operasyonları olduğu, faili meçhuller gibi derin devletin en önemli suçlarına dokunmadığı anlaşıldı. Bu soruşturmalarda tutuklananlar ancak cemaatle hükümetin kavgaya tutuştuğu 17-25 Aralık sürecinden sonra özgür kalabildi.
Tek hâkim cemaat Cemaat bütün bu süreçlerde kamuda |
Tamamen duygusal bir rekabet
Siyasi alana çok sonra yansısa da cemaat-AKP ilişkilerinde gerginlikler ve rekabet, ortaklığın kurulmasıyla birlikte başlamıştı. Cemaat şirketleri başta MÜSİAD içinde yer alırken 2005’te ayrılarak TUSKON’u kurdular. Ekonomik alandaki rekabet, cemaatin egemenliğindeki bürokratik kadroların TUSKON’u kayıran politikalarıyla karşılıklı restleşmeye vardı. MÜSİAD, 2007’den sonra cemaat şirketlerinin daha çok kayırıldığı şikâyetlerini dile getirmeye başlamıştı. MÜSİAD -TUSKON rekabetinin en görünür olduğu İstanbul Ticaret Odası 2012 seçimlerinde, MÜSİAD ve AKP’nin kurucu üyelerinden İbrahim Çağlar ile TUSKON’un adayı Murat Sungurlu yarıştı. Seçimi Çağlar kazansa da TUSKON üyesi şirketlerin MÜSİAD’ın 2.5 katı kadar fazla ihracat yapması tabloda cemaatin üstünlüğünü ortaya koyuyordu.
Cemaat ve Kürt sorunu: Askeriyede savaşla güçlendi İddianameye göre cemaatçi polisler, çözüm sürecinin bitirilmesi Gülen, Said-i Nursi’yle (Said-i Kurdi) o hayattayken neden görüşmediğini şöyle açıklar: “O zaman çevrem Turancı. Menfi milliyetçilik hissi ağır basıyor. Ara sıra keşke içimden Üstat Anadolu’da neşet etseyi de ekrad (Osmanlıca Kürtler) içinde doğmasaydı diye geçerdi. Belki diyorum bu his olmasaydı Kafdağı bile olsa yarar geçer, Isparta’ya ulaşır, Üstadı ziyaret ederdim. Belki de bu his mani oldu.” (Şeytanın Gülen Yüzü) Cemaatin yayınevlerinden çıkan Said-i Nursi’nin kitaplarındaki Kürt, Kürdistan ifadeleri de “Doğulu” ve “Şark” gibi kelimelerle değiştirilmiştir. Sorunun çözümünde “İslam kardeşliği” vurgusu yaparken “Meselenin üzerine bağırıp çağırarak, yakıp yıkarak ve öldürerek değil, akıl, feraset ve şefkatle gidilmelidir” diyen Gülen devamında bedduadan da kaçınmaz: “Allahım birliğimizi sağla. Lütfeyle, aramızı telif buyur, bizi ittifaka muvaffak kıl. O hakkı kötektir olan bunlar. Allahım onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, feryatlarını figan sar, köklerini kes, kurut ve işlerini bitir.” KCK soruşturmaları Gülen’in, sorunun arkasında Nusayri düşüncesinde olan Dersimli Alevilerin yer aldığını ağır ifadelerle savunması da dikkat çekicidir. Milliyetçi ve devletçi bir ideoloji olarak Gülen cemaatinin Kürt sorunu konusundaki tavrı da “şahin” ve çözüm karşıtı oldu. Gülen’in anadilde eğitimi savunduğu çıkışları olsa da bu asla “teröristle pazarlığı” içermez ve hatta devleti, sahip olduğu askeri güce rağmen “şakiyi” temizleyemediği için suçlar. AKP’nin ilk yıllarında PKK’ye karşı güvenlik ve yargı bürokrasisindeki kadrolarıyla etkin bir rol oynayan cemaat, KCK soruşturmalarının da planlayıcısı ve AKP hükümeti ile birlikte uygulayıcısı idi. Çatı iddianamesinde, cemaatin bu dönemde siyasal eylemlere katılan birçok muhalifi PKK üyeliği ile suçlayarak tutukladığı belirtildi. İddianamede cemaatin “Özellikle PKK karşısında, polis, yargı, eğitim, istihbarat gibi unsurları kullanarak savaş aracılığıyla devlet kurumları içerisinde derinlik elde etmek istediği, PKK’ye karşı mücadele görünümü altında, uzun yıllardan beri sızmak ve ele geçirmek istediği TSK’yi örgütün (cemaatin) emri altına aldığı” ifade edildi. İddianamenin mahkemeye tesliminden birkaç gün sonra yaşanan darbe girişimine katılan birçok general ve subayın Güneydoğu’da kentlerin yıkıldığı operasyonların başındaki isimler olması da dikkat çekiciydi. Kobane olayları İddianamede, Emniyet’teki cemaatçilerin, hükümetle kavganın başladığı 2014’ten itibaren bölgede “PKK’nin işini kolaylaştıran işlemler gerçekleştirdiği” iddia edildi: “Hakkâri’de polis aracından yola torpil atılıp patlaması sağlanarak halkın olaylara karışması amaçlanmıştır. Barış sürecini bitirmek için Cizre’de olaylar başlamış, 2015 yılının Ocak ayının ikinci yarısında günlerce müdahale edilmeyip ölümlerin artması beklenerek örgüt için fayda sağlanılmaya çalışılmıştır. Diyarbakır’da 6-7 Ekim 2014 Kobane olayları sırasında bir apartmanda dövülüp atılarak öldürülen Yasin Börü’nün cesedine ve olay yerine müdahalede Emniyet kasten ihmalkâr ve geç davranarak olayların büyümesini beklemiştir. |
Yazı dizisinin birinci bölümü: Paradaki simge
Yazı dizisinin ikinci bölümü: 70’li yıllar devlete ‘Sızıntı’
Yazı dizisinin üçüncü bölümü: İşte 'FETÖ' sözlüğü
YARIN: Tayfun Atay : Hısımlıktan Hasımlığa
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 35 milyon TL değerinde altın sikke ele geçirildi
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 21 kişinin daha hastanelik olduğu ortaya çıktı
- Kayıp Amerikalı Suriye'de bulundu: 'Hacıyım' dedi...