Değişmeden kendini yenileme sanatı
Geçmişine sadık, geleceğine güvenen bir festival izlemeye hazırlanıyoruz. Ana seçkideki dördü kadın, 21 Altın Palmiye adayı içinde, Ken Loach ve Dardenne kardeşler ücüncü Palmiyelerini alabilmek için yarışacaklar.
‘Tarih tekrar etmez, kekeler’ sözü, herhalde istediğiniz anlama çekilebilecek esneklikte olduğu için çok kullanılır. Cannes Festivali tarihi de tekrar etmez ama dönem dönem, geçen yıl olduğu gibi, ciddi bir belirsizlik içine giriverir. Bu yıl, kekelemeyen, temelde değişmeden kendine çeki düzen vermiş gözüken, özgüveni tazelenmiş bir etkinlik izlemeye hazırlanıyoruz.
Tam elli yıl önce ciddi bir devrim yaşayan Cannes, artık sürekli evrim aşamasına girmiş durumda. Küreselleşen liberalizmin kendi alanına getirdiği köktenci değişimlere uyum sağlamak zorunda. Bunu, ana prensiplerinden taviz vermek yerine, kararlı küçük adımlarla, öz kimliğine sadık kalarak yapmaya çabalıyor. Sonuç bugün için başarılı...
‘Yönetmenlerin On Beş Günü’
Elli yıl önce, eski yapısının temelden çatırdığını gören tedirgin bir festivale hazırlanıyordu Cannes. İlk kez 1968’de, filmleri yarışan yönetmenlerin bizzat katıldıkları sert tepkiler üzerine perdelerini kapamak zorunda kalan etkinlik, Fransız yönetmenlerin kurduğu dernek tarafından düzenlenen “Yönetmenlerin On Beş Günü’’ adlı alternatif bir girişimle karşı karşıya kalıyordu. 25 ülkeden 65 film sunan bu ilk seçki, alabildiğine politik içerikliydi. Farklı ülkelerin, farklı duyarlıkların, farklı türlerin sözcüsü olmak adına büyük bir adım atılıyordu. On beş yıl sonra, eski festival sarayının yerine inşa edilen otelin sinema salonuna yerleşen bu devrimci yan bölüm, bugün, 25 filmlik seçkisiyle, artık sistemin bir parçası konumunda ve kendi kimliğini genel erozyondan koruma çabası içinde... Bu gece izleyeceğimiz açılış filmi “The Dead Don’t Die” ile yeniden Altın Palmiye adayı olan Jim Jarmusch’un, 1984 yılında Altın Kamera kazanan ilk filmi « Stranger Than Paradise’ın, ‘’Yönetmenlerin On Beş Günü’’ seçkisinde sunulduğunu anımsamak gerekiyor. Jarmush, hemen ardından, 1986’da, ikinci filmi « Dawn by Law” ile ana seçkiye girerek, ilk kez Altın Palmiye adayı oluyordu...
Festivalin, bu ana devrimden önce, 1960’lardaki evrim sürecinde gündeme gelen, ilk ya da ikinci filmlerini gerçekleştiren yönetmenlere ayrılan “Eleştirmenlerin Haftası” yan bölümüyse, artık Croisette Bulvarı’nın öte yanındaki uzak mekânda, geleceğin ünlülerini keşfetmeye çağırıyor zamanı olan meraklıları... Altın Kamera adayı ilk filmlerin en büyük avcısı, yıllardır özel bir jüri oluşturarak ödüller dağıtan resmi seçki damgalı “Belirli Bir Bakış’’ bölümü, bu yıl 6 ilk film programlarken, Altın Kamera’ya verdiği önemin altını çiziyor.
Devrimci havaya ayak uydurmak
Tarihe dönelim: Elli yıl önce, General de Gaulle, festivalden birkaç hafta önce kaybettiği referandumun ardından hemen istifa ediyordu. Bugün, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, altı aydır eylemleri kesintisiz süregelen Sarı Yeleklilerin, Vatandaş Girişimi Referandum isteğine yanaşmadığı gibi, istifa etmeyi falan da düşünmüyor. Önümüzdeki cumartesi günleri, polisin Sarı Yeleklileri festival çevresinden uzak tutmak için elinden geleni sertçe yapacağından hiç kuşkumuz yok...
1969’da Jüri Ödülü’nü Costa Gavras’ın “Z’’ filmine veren jürinin başkanı, İtalyan Komünist Partisi üyesi Luchino Visconti’ydi. Festival yönetimi, devrimci havaya ayak uydurmak için özellikle Visconti’yi seçmiş; “sistem devrimi evcilleştirerek yutuyor” eleştirilerine kimse pek kulak asmamıştı... Bugün, sanat sineması çevreleri kadar Hollywood sinemasına da adı hoş gelen Alejandro Inarritu’nun başkanlığındaki jüri oluşturulurken, kadın/erkek üye dengesini sağlamak ve yıldız adlar bulmak ön plana çıkıyorsa, bu durumdan festival yöneticilerini sorumlu tutmak haksızlık olur. Küresel formatları göz önüne alarak denge kurmak onların işi ve bu iş ciddi bir cambazlık becerisi gerektiriyor!
Küresel devinimin hızı içinde dudakları uçan tarihin kekelemesinden daha doğal ne olabilir ki? 1969’da, faksın adı bile yokken teleksle geçilen haberler, bugün anında görüntülü ve sesli olarak herkesin cep telefonlarına yansırken, temel olana sarılmak gerekiyor : Sanatın, toplumsal duyarlığın, sorumluluğun, hümanist değerlerin, insan haklarının üzerine daha da bilenmiş bir bilinçle titremek gerekiyor.
Cannes’da işte bu ana damar, geçmişe ve geleneklere bağlılık duygusu eşliğinde korunmuş. Ken Loach, Dardenne kardeşler, Marco Bellocchio, Elia Suleiman ve başkaları, yine toplumsal, siyasi gerçeklere farklı yaklaşımlarla ayna tutacaklar. Pedro Almodovar, Terrence Malick, Abdellatif Kechiche ve Xavier Dolan insan gerçeğinden duyarlı kesitler sunacaklar. Genç yaşlı, iyi ya da az tanınan yönetmenler, yine dünyamızın geleceğinden farklı düzeylerde duydukları endişeleri görüntüleyecek, hepinizi küresel tehlikelere karşı uyaracaklar. Son yirmi yıl içinde giderek yükselen bu tür alarm zillerine kulak verenler artacak mı acaba?
Bu çok renkli ve çoksesli sinema şöleninin seçkilerinde bu kez Türkiye’den bir film yer almıyor. Tek temsilcimiz,15. yaşını kutlayan “Cinéfondation” proje destek atölyesine seçilen 15 genç yönetmen arasında bulunan Gürcan Keltek...
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu