Diğerkâmlık çilesi
Çoğu insan için kendini yüzde yüz adamak söz konusu olmasa da, kimse diğerkâmlığın değer ve önemini yadsıyamaz.
Alper Hasanoğlu, Cumhuriyet Cumartesi eki için yazdı.
Dr. Elisabeth Kübler-Ross fedakârca başkalarına yardım etmeye hayatını adamış bir psikiyatr ve ölüm üzerine sayısız araştırma yapmış bir bilim insanı. Bütün meslek hayatını yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide duran insanlarla geçirmiş. İnsanların ölüm korkuları ve ‘var-olma’larının son evrelerinde ne tür deneyimler yaşadıkları hakkındaki bilgi birikimini çok sayıda yayın ve kitapla bizimle paylaşmış ve böylece ölmek üzere olanlar hakkındaki bilgimizi genişletmiştir. 23 fahri doktorluk ve sayısız ödülle kendisini yok edercesine adanmışlığının karşılığını da bir ölçüde almıştır.
Kübler-Ross gibi insanlar herkes için önemli bir örnek teşkil ederler. Kendini başkalarının hizmetine adamak, egoizm ve bencillikten azade olmak, hayatını yoksullara ve yardıma muhtaç olanlara vakfetmek saygıyı hak eden bir duruş. Çoğu insan için kendini yüzde yüz adamak söz konusu olmasa da, kimse diğerkâmlığın değer ve önemini yadsıyamaz. Kim gücünü ve zamanını başkalarının hizmetine sunarsa, kendi iyilik halini de korumuş olur. Birine yardım ettiğimizde iyi hissederiz kendimizi. Başkaları için bir şey yaptığımızda hayatımıza bir anlam da katmış oluruz. Yardım kuruluşlarında çalışanlardan sık sık duyarız: “Anlamlı bir şeyler yapmak istedim.” dediklerini.
Toronto Üniversitesi’nden Madeline Li ve Gary Rodin, Kübler-Ross’un ölen insanlarla çalışmasında onun hayatın anlamını bulma çabasını görürler. Her iki akademisyen de Kübler-Ross’un her an yardıma hazır oluşu ve toplumsal angajmanında, adanmışlığın kişinin hayatını nasıl raydan çıkartabildiğini de görürler. İyi olmanın da gereğinden fazla olduğu durumlar vardır çünkü. Yardım edenin kendisine zarar verecek kadar çok iyi olma halinin yani.
Kübler-Ross kendini başkalarının hizmetine öylesine vakfetmiştir ki, kendisi ortadan kalkmıştır adeta. Meslektaşları onu, ölçüsüzce ve kendini suiistimal ettirircesine hastalarına adanmış olmakla eleştirirler. Finansal olarak kendini tamamen bitirmiş, akademik kariyerini ihmal etmiş, mesleki itibarını ve bireysel mutluluğunu yok etmiştir. Eşi “Ya ailen ya da ölenlerin için yaptığın çalışmalar,” dediğinde eşini ve iki kızını terk etmiştir. Kübler-Ross hayran olunası adanmışlığını patolojik bir diğerkâmlığa dönüştürmüştür maalesef.
Çizen: Özge Ekmekçioğlu
Kübler-Ross’un aşırı bir örnek olduğu kesin. Ama çok daha az dikkat çekecek kadar yardıma hazır olanların iyi bir şeyler yapma niyetlerinin de, onları ‘çaresiz bir fedakâr’a dönüşme tehlikesi vardır.
Daha önceleri yalnızca doktorlar, hemşireler, hasta bakıcılar ve öğretmenler için geçerli olduğu düşünülen bu durumun aslında, eşinin, dostunun, ailesinin istek ve ihtiyaçlarını, kendi istek ve ihtiyaçlarının önüne koyan herkes için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Eğer kişi yaptığı yardım ve fedakârlığın istenip istenmediğini sorgulamadan işe koyuluyor ve kendi özel hayatını da bir kenara bırakıyorsa tehlike çanları çalmaya başlamış demektir. En tipik örnek aşırı koruyucu annedir. Çocuk kendi başına yemek yiyebildiği halde, hâlâ onu besleyen aşırı iyi anne...
Peki anlamlı bir diğerkâmlıkla zararlı bir fedakârlık arasındaki sınır nerededir? Ötekinin ihtiyaçlarını saygı ve empatiyle karşılayanla, kibar ve özenli olmak zorunda olduğuna inanan kişi arasındaki farktır bu sınır. Dışarıdan gözlendiğinde her iki birey arasında bir değişiklik fark edilmez. Ama gerçek bir diğerkâmınkiler, çaresiz ve patolojik bir fedakârın niyet, duygu ve güdülerinden farklıdır. Biri yardım etmesi gerektiğini fark ettiği için yardım ederken, diğeri, bunu kendisinden beklendiğine inandığı ve böyle davranırsa diğerleri tarafından kabul edileceğini ve beğenileceğini umduğu için yapar.
Bu iki farklı kişinin etik duruşları birbirinden oldukça farklıdır. Kibar, özenli yardımsever, fedakâr olmak zorunda olduğuna inanan kişinin geleneksel bir moral anlayışı vardır. Toplumsal normlar, başkalarının, özellikle en yakınlarının beklenti ve inançları doğrultusunda belirler davranış ve tutumlarını. ‘Good-boy’, ‘good-girl’ olmaktır tek amacı. Hiç sorgulamadan, başkalarının değer yargılarına uygun hareket eder bu yüzden. Davranışını kısmen, cezalandırılma korkusu ve suçluluk duygusundan kaçınma isteği yönetir. “Kibar, özenli, yardımsever ve fedakâr olursam, diğerleri de bana öyle davranır ve kabul görürüm.”
Oysa diğer, gerçekten empatik olan kişiyi geleneksel moral değerler yönlendirmez. Hiçbir değeri ya da toplumsal normu sorgulamadan, olduğu gibi kabul etmez. Doğru bulursa ve kendi etik değerleri çerçevesinde uygun görürse harekete geçer. İnsanların çaresiz bir fedakâr, patolojik bir diğerkâm mı olacakları moral gelişimleriyle yakından ilişkilidir yani. Peki geleneksel etik düzlemden geleneksel olmayan bir etik düzleme geçmeyi sağlayan şey nedir? Neden bazı insanlar geleneksel etik düzlemde kalıp hiç sorgulamadan ötekilerin beklenti ve ihtiyaçlarını doyurmaya ve ‘uslu’, iyi bir çocuk olmaya hazırdırlar?
Evet neden?
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama