‘Doğaya ilişkin yaptıklarımın en cüretlisi’ (19.12.2020)
Faruk Duman imzalı Sus Barbatus!, doğanın tahrip edilmediği, ütopyaların diriliğini koruduğu, emeğin ve adaletin saygınlığını yitirmediği, masumiyetin egemen olduğu zamanların romanı. 2018’de yayımlanan roman aynı yıl Orhan Kemal Roman Armağanı ile Cevdet Kudret Roman Ödülü’nü alarak geniş bir yankı uyandırmıştı. Üçlemenin ilk kitabı olan Sus Barbatus!, çetin kış koşullarında geçen ürkünç olaylarla ilerliyordu. Üçlemenin kısa süre önce yayımlanan ikinci kitabı Sus Barbatus! 2’de ise bahar mevsimi bütün görkemiyle gözler önüne seriliyor. Arka planı oluşturan siyasal olaylar iyice belirginleşerek hız kazanıyor. Duman’ın yazmaya başladığı son kertede ise mevsim yaza dönecek ve üçleme 12 Eylül darbesiyle sona erecek.
‘ÖZ BAKIMINDAN MODERN BİR ROMAN’
- Halk hikayelerinden ve söylencelerden istemli ya da içselleşmiş olması bağlamında istemsizce alınan öz, konuşma dilinle yazmak tutkunla giderek daha da bileşiyor yapıtlarında. Sus Barbatus! 2’de bu nasıl sürüyor?
Modern edebiyatın kaynaklarından biri, geleneksel hikâyeler ve onların yorumlarıyla ilgili çalışmalar. Ben hikâye okumayı ve anlatmayı seviyorum, bu bir yana; ancak yazım modern. Burada bir denge oluşturabilmek için çok çabaladım elbette. Bu belki Cemal Süreya’nın “folklor şiire düşman” dediği şeydir, yazı tekniğinden ve üsluptan uzaklaştığınız zaman, işte bu bir tehlikedir.
Sus Barbatus! bu alanda yapmak istediğim her şeyi yapmama olanak tanıyan bir roman. Bana esneklik kazandırıyor, Civan Yusuf köyünden çıkmamış bir genç, ama Faruk sayesinde Marksizm’den söz edebiliyor.
Aslına bakılırsa, Sus Barbatus!’un gövdesi halk hikâyelerine ve söylencelere gönderme yapan kısa hikâyelerle dolu, bunlarla bir bakıma, bizim hikâye geleneğimize, menkıbe geleneğine de işaret etmiş oluyoruz, bana öyle geliyor. Yine de şunu unutmamak gerekir, öz bakımından modern bir roman yazıyorum ben.
‘DOĞAYA İLİŞKİN YAPTIKLARIMIN EN CÜRETLİSİ’
- Dil hasadına gidenlerden değilsin, denemeler yapacağım diye dili büsbütün ‘yenilemek’ taraftarı olmadığını biliyorum. Dil üzerine geliştirmeler ne bağlamda sürdü bu romanda?
Sus Barbatus!’un içinde, dil anlamında süren bir çalışmam var, romanı mevsimlere ayırdım ve her bir ciltte bu mevsimlerin dilini oluşturmak istedim. Burada yalnız mevsim görüntüsü yok, ona özgü ses zenginliği ve dil biçimi de var. Benim doğaya ilişkin yaptıklarımın en cüretlileri diyebiliriz.
Amaç kuşkusuz yalnızca dil bakımından böyleydi, hikâyenin asıl odaklandığı şey, biliyorsunuz, 12 Eylül’ün insanlara yaşattığı acılar, sözgelimi, Orhan’ı ayaklarından ağaca asıyorlar, sonra yoksulluk, Kenan’ın ilk kitapta, tereğe uzanıp da küçük tarhana kavanozunda bir şey kalmamış olduğunu gördüğü sahne… Sus Barbatus!’un asıl hikâyesi bunlar.
Dile dönersek, halk dilini, konuşma dilini nasıl yansıtabiliriz? Ben öteden beri bunu cümleleri keserek vermeyi denedim, bana öyle geliyordu çünkü. Bu romanda bunun yanına kahramanların dili de karıştı, atı öpüyor çocuk, çünkü onun da kendisiyle kendi yöntemiyle konuştuğunu biliyor.
‘İNSANI ANLAMAK İÇİN DOĞAYA BAKMALIYIZ’
- Doğanın insanı kış aylarında dış dünyaya karşı adeta kapsüllediği Artvin - Macahel Vadisi’ne dayanıyor köklerim. Şimdilerde küresel ısınma pek çok şeyi değiştirdiğiyse de, kışın uygarlıkla bağın koptuğu bir coğrafyanın zorluğunu aile büyüklerimden hep dinledim. Artvin ile her iki Sus Barbatus!’un bağıntısına ilişkin neler söylersin?
Tabii, Artvin’e yanılmıyorsam 2014 yılıydı, bir yaz köyde kalmak için gittim. Eşimin köyünde, onun yakınlarıyla, çevreyi de gezerek bir süre kaldım. Tabii oradaki yakınlarımızın 12 Eylül döneminde yaşadıklarını epey bir zamandır dinliyordum, ancak doğanın içinde, bütün bu olaylar sanki benim için birleşiyordu. Ağaçları, hayvanları yakından görünce, insanları da daha iyi anlıyordum.
Bence insan hakkında daha çok şey öğrenmek için doğaya bakmalıyız. 12 Eylül öncesi, o dik ormanlarda bazı devrimci gençlerin saklandığı mağaralar vardı, bunları oralı dostlarla birlikte ziyaret ettik, bölgede yetişen yenebilir otları, bizim Ardahan’dan iyi bildiğimiz atları, ağaçları, pınarları dolaştık, hikâyeler dinledik.
‘DİYEBİLİRİM Kİ, DEDE KORKUT BİZİ ORALIDIR!’
Ancak, özellikle karda mahsur kalındığı yılları ben daha çok Ardahan’dan bilirim. Fındık’ın, Gülşen’in evi, yani benim romanda anlatmaya çalıştığım köy bir Ardahan köyüdür, ama dışarıdaki doğa Artvin doğasıdır, buraları birleştirmek zorunda kaldım. Tabii ilk cildin Kenan’ı da Ardahanlıdır. Ç.’de yaşadığı akıl almaz yaşam mücadelesi o kardan kapanmış yolların bir esinidir.
Şimdi, diyebilirim ki, Dede Korkut bizim oralıdır, hemşehriliğimiz var. Bu bölgenin bunca hikâye yatağı olmasının nedeni işte bu çaresizlik ve kapanmışlıktır. Çaresiz insan hikâye anlatır. Canı sıkılan insan hikâye anlatır. Tabii sizin hemşeriler de bazı özel sözcükleri bulacaklardır romanda. Örneğin kalacoş’u bilirsin o halde, yemişsindir.
- Bilmez olur muyum hiç! Doğaya dönersek bir ana kucağı ve bir inziva mı senin için?
Bence doğanın inzivayla da ana kucağıyla da ilgisi yok. Bana yaşamı öğretiyor. Bir yaşam mücadelesi var, bir vahşet var. Benim bakışım biraz Jack London hikâyelerindeki gibidir; kararsızlığa ya da duygusallığa yer yoktur, karnınızı doyurmak zorundasınızdır. Beni etkileyen şey, el değmemişlik. Bunun içinde Jules Verne’e özgü keşif ruhu da vardır, Jack London’a özgü maceralar da. Ama her geçen gün daha fazla duyduğum bir istek var, çıkıp tek başıma ormanların içinde dolaşmak istiyorum.
‘ÇOK AYRINTI VERMEYE ÇALIŞTIM’
- Doğanın renkleri ve mevsimleri romanın gidişatında duygulara yetkince eşlik ediyor yine. Seslerle, renklerle, hayvanlarla ve tasvirlerle nasıl bir halay içinde bu kerte?
Evet, burada ilk satırdan sonuncuya kadar, elimden geldiğince daha çok ayrıntı vermeye çalıştım, yinelemeye düşmeden, en çok ne kadar derine inebilirim? Bir anlatıcı olarak en çok nerede bulunabilirim? Kendi kendime de meydan okumuş oluyorum: Kaç değişik dil kullanabilirim? Doğa anlatımını bir peyzaj olmaktan çıkarıp geçişken, yorumlu bir dil yaratabilir miyim?
Elbette bunun ayrıntılarını sergilemek benim işim değildir. Ama otuz yıldır edebiyatla uğraşan biri olarak diyebilirim ki, herhalde doğayı bu kadar çok anlatan son kişi olacağım. Şimdilik, tamamlandığında, doğaya ilişkin yazdıklarım bakımından Sus Barbatus!’un bir doruk noktası oluşturacağını söyleyebilirim.
DEVRİMCİ COŞKU HALİ…
- Gürültülü gürültülü akan nehirler bir akışa işaret ediyor, hayatın, doğanın, zamanın... Rüzgarlar kokular taşıyor, bellekleri harekete geçiriyor.. Ormanın kanı imlediğin gibi su... Doğa silkiniyor, hareketleniyor bu kertede. Bereketleniyor da... Buzdan dolayı adeta kör olan kırmızı kartalın buzları çözülüyor, kendine geliyor kral soylu. Hayvanlar da insanlar da payını alıyor bu durumdan.
Burada yaratmak istediğim etki şu; okurlar da anımsayacaktır, Sus Barbatus! 1’de, toplumsal sistem tam bir umutsuzluk içindedir. Elbette, romanın zamanı, tıpkı coğrafyası gibi, bazı kısıtlamalar içermek zorundadır. Dolayısıyla toplumsal durum bazı pratik evrelere ayrılır. Denizlerin idamı, SOSYAL BİLİMLER ANSİKLOPEDİSİ’nin incelenmesi, ölüm haberleri vs, bunlar üst üste gelir.
Ancak aynı anda, Kenan kendisini Mustafa Kemal’in bir askeri gibi bir rüyada görür, ama o rüyayı gördüğü zaman da yerin altındadır, yani tam bir gömülme durumudur bu. Ama orada iyileşir.
Dolayısıyla, eski kuşaklar hep anlatır, 12 Eylül’den bir gün önce, devrimin eli kulağındadır. Bu durumda, coşkunun giderek artması ve manzaranın yeşermesi gerekir. Benim romanı mevsimlere ayırma nedenim budur. Böylece roman “çağşak suyla” başlar. Suyun sıçraması, su dantellerinin içinden uçan balıkların geçmesi, bana göre tam bir devrimci coşku halidir.
Bu anlamda, romanı dilin çerçevesinde incelemek kuşkusuz eleştirmenin görevi, benim söyleyebileceğim bu kadar: Soğuktan sıcağa doğru hareket ediyoruz. Bu doğa bakımından da, toplumsal durum açısından da böyle. Romanın görsel tasarımını da böyle düşündük.
- Sus Barbatus! 2’nin insanlarında katılaşma değil, daha bir iyimserlik, yumuşaklık gözlemleniyor.
Çok uzun sürecektir bu. Ama iyimserlik ve yumuşama, baharla birlikte geliyor. Devrimin yaklaştığını düşünüyorlar. Dolayısıyla devrimcinin tezlerinin doğrulanmaya yüz tuttuğu bir dönemdir. Sona yaklaşılmaktadır. Bunu coşkuyla ve biraz da gururla karşılıyorlar. Bir yerde Halil, edebiyatçılara yönelik eleştiriler getiriyor hatta. Ama bunların hepsi kurgusal konular tabii; yorumlamak okura kalıyor.
Sus Barbatus! 2 / Faruk Duman / Yapı Kredi Yayınları / 592 s. / 2020.
En Çok Okunan Haberler
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- 'Seküler müdür kalmadı'
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Bir acayip Türkiye hikâyesi
- Jose Mourinho'dan genç futbolcuya övgü!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- Kılıçdaroğlu'ndan Özel'e 'Suriye' yanıtı
- Başkan Özarslan’dan açıklama