Elçin Poyrazlar’dan bir feminist polisiye

Yeni romanı Ecel Çiçekleri’ni okurlarıyla buluşturan Poyrazlar, “Bir çatlak oluşuyor. Çatlaklar iyidir, çünkü ışık oradan girer. O çatlağı yaratan da bizim seslerimiz. Değişimi yaratacak olan kadınlar. Çünkü ezilen biziz. Toplumun yarısı, dört kat fazla çalıştığı halde hak ettiği yerde değil. Kadınlar var. Kabul edecekler. Regl kanına da alışacaklar kusura bakmasınlar” diyor.

Yayınlanma: 03.02.2021 - 20:53
Elçin Poyrazlar’dan bir feminist polisiye
Abone Ol google-news

"Kadının kurban olarak gösterilmesine ters bakıyorum. Kurban olan da bir noktadan sonra kendi gücünü toplayıp kaderini değiştirmek için ipleri eline alabilir diye düşürüyorum. Çok tüyo vermeyelim kitapla ilgili ama üç önemli kadın var. Biri polis, diğerleri de polisin peşinde olduğu kadınlar. Bu kadınlar hem kendi geçmişleriyle hem de onlara yöneltilen suçlarla, yaşadıkları travmalarla hesaplaşıyorlar. Bir intikam romanı..."

Fotoğraflar: Vedat Arık

Gazeteci yazar Elçin Poyrazlar’ın ‘domestic noir’ türündeki dördüncü polisiyesi Ecel Çiçekleri, Doğan Kitap’tan çıktı. Poyrazlar, kurguyla gerçeğin iç içe geçtiği, soluk soluğa bir maceraya ortak ediyor okurlarını. Arka planda Türkiye’de her geçen gün artan, ‘cins kırımı’na dönüşen kadına yönelik şiddeti işliyor. Hikâye hızlı bir tempoda akarken Emine Bulut’un kızının “Anne lütfen ölme” çığlığı ile sarsılıyorsunuz, cinayeti çözmeye çalışan polislerden Suat Zamir’in kadınlığı ile yüzleşmesine, travmalarıyla hesaplaşmasına tanık oluyorsunuz. Aslında tam tamına bir feminist polisiye kaleme almış Poyrazlar. Kadının çoğu hikâyede hep kurban olarak işlenmesine itiraz ediyor.  

Poyrazlar, Madrid’de yaşıyor. Bir ayağı hep Türkiye’de. ODTÜ'de İşletme okudu. Üniversite sonrası gittiği Avrupa’da 24 yılı devirdi. Akademiye devam edecekken, Brüksel’de ekonomi-politika doktorasını yaparken gazeteciliğe başladı. Cumhuriyet’in Brüksel ve Washington DC temsilciliğini yaptı. İki çocuk annesi. İngiltere’deki Polisiye Yazarlar Birliği üyesi. Geçen yılın son ayına damgasını vuran #metoo hareketine katılıp, yıllar önce yaşadığı cinsel tacizi açıklayan edebiyatçı kadınlardan biri aynı zamanda. Sisli bir İstanbul akşamüstünde buluştuk. Hem yeni kitabını, hem ifşayı, biraz da ülkeden uzak olmayı konuştuk.

Yeni kitabın Ecel Çiçekleri’yle başlayalım mı? Yolu açık olsun...

Ecel Çiçekleri, kadını merkeze alan domestic noir dediğimiz bir polisiye türü. Klasik polisiyelere baktığında genellikle kadınların hep vahşet nesnesi, zavallı, kurban, erkekler tarafından kurtarılması gereken varlıklar olduğu mesajı verilir ya da ‘femme fatale’dir, yani fettan, kötü, erkekleri cinayete teşvik eden, aklını çelen kadınlar olarak resmedilir. Bu uzun süredir kadın yazarları rahatsız eden bir şeydi. Aslına bakarsan, kadın karakterleri çoğunlukla erkekler yazmıştır, onlar da büyük oranda hatalıdır. Ben de bir kadın olarak okurken bunu hissederim, ‘Kadın böyle yapmaz, böyle düşünmez’ diye... Özetle polisiyede sürekli erkek karakterlerin başat olmasından, kahramanların hep erkek olmasından rahatsızdım. Erkeğin kafası karışıktır ama iyidir, dayakçıdır ama bir tarafı da yumuşaktır, bıçkındır kaba saba konuşur gibi önermelerden, bıyıklı karakterlerden... O yüzden de ben yazarken kadın karakterleri öne çıkarmayı seviyorum.

KURBAN GÜCÜNÜ TOPLAYABİLİR

Kadınları kurban olmaktan çıkarıyorsun... Bu kitabın fikri ne zaman doğmuştu peki?

Kadının kurban olarak gösterilmesine ters bakıyorum. Kurban olan da bir noktadan sonra kendi gücünü toplayıp kaderini değiştirmek için ipleri eline alabilir diye düşürüyorum. Çok tüyo vermeyelim kitapla ilgili ama üç önemli kadın var. Biri polis, diğerleri de polisin peşinde olduğu kadınlar. Bu kadınlar hem kendi geçmişleriyle hem de onlara yöneltilen suçlarla, yaşadıkları travmalarla hesaplaşıyorlar. Bir intikam romanı. Fikir aslına bakarsan Türkiye’den doğdu. Ben polisiyede bugünün romanını yazmaya çalışıyorum. Bugünün dertleri bir kadın olarak beni çok rahatsız ediyor, bir taraftan da cinayet kurgusu hastalığım var. Polisiyeyi çok seviyorum.  

Romandan gerçek hayata çok fazla fırlatıyorsun okuru. ‘Bu roman değil’ dediğim çok an oldu, sonra ustaca kurguya geri döndürüyorsun. 

Kitabın bir kısmında gerçekle kurguyu birleştirdim. Baş kahraman Suat Zamir adında bir kadın polis. Onun da kendisini kadınlığı üzerinden sorgulamalarını okuyoruz. Geçmişinde travmaları var, kadın polis olmanın zorlukları, sınırları var, ayrımcılık ve bir nevi sözlü taciz var….Gazeteciliğin verdiği refkleksle, kadınlara yönelik şiddetin arka planıyla bir cinayet kurgusunu birleştirmiş oldum.

"Bütün taciz ve tecavüz vakalarında kadınların ihbar etmemesinin en önemli nedeni sistemi çok iyi bilmeleri, çocukluklarından itibaren hep kendilerinin suçlanması. ‘Ben mağdurum ama aynı zamanda suçluyum’ duygusu. Erkeğin taşıması gereken yükü kadınlara yüklediğiniz zaman kadınlar yıllarca bu travmalarıyla yaşıyorlar." 

GERÇEK HAYAT DAHA VAHŞİ

Suat Zamir çok başarılı bir polis ama diken üstünde.

Teşkilat içindeki kadın erkek ayrımını ve bir kadın olarak var olma kaygısını izliyoruz Suat’ın. Bazı bölümleri de kadın cinayetleri için hazırlanan anıt sayaçtan aldım. Suat Zamir’in kadın cinayetleriyle ilgili olayları araştırdığı bölümler de gerçek olaylar. Tabii kurgu gerçek dışı ama kadınların başına gelen pek çok olay aslında o kadar vahşi ki ben otursaydım, öyle kuramazdım mesela. İnsanın eli gitmez.

Yaşadığımız hayat kurgulardan çok daha vahşi…

Evet maalesef... Mesela Pınar Gültekin davası, insanın tüyleri diken diken oluyor. Önce öldürüyor sonra yakıyor, sonra üstüne beton döküyor… Bu inanılmaz büyük bir nefretin, kendine hak görmenin, tanrılığa soyunmanın sonucu. Polisiye yazmamın en önemli nedenlerinden biri de bu. Neden insanlar birbirini öldürür sorusu. Bu aslında tanrıyı oynamaktır. “Ben senin hayatına son veriyorum.” demektir. Bizimki gibi ülkelerde kadınla erkek arasındaki iktidar ilişkisi, kadının erkeğe ait olduğu ya da onun emrinde olduğu algısı bu cinayetleri besliyor. Bu bende isyan, öfke, kavrayış zorluğu yaratıyor. Ama bir şeyler değişeçek Hilal. Mutlaka. Bir isyan beklemiyorum ama bazı şeyleri sürekli bağırarak, ses çıkararak, dürtükleyerek değiştireceğiz, en azından çoçuklar için.

20 yıl önce böyle değildi kadınlar, değişiyorlar. Sorgulamayan kadın kalmadı gibi ama harekete geçmek çok zor.

Evet onu ifşa dalgasında da gördük. Yaşadığı saldırıyı yıllarca açıklayamayan kadınlar konuştu. 

Neden kadınlar yaşadıkları cinsel saldırıyı açıklayamıyorlar?

En önce ‘hata bende‘ diye düşünüyorsun. ‘Ben yanlış mesaj verdim.’ Öyle programlanmışız çocukluktan itibaren, ‘eğer kuyruk sallamazsan kimse sana bir şey yapmaz.’ Bu baştan yanlış bir önerme. Sen ne yaparsan yap o erkek kendi iktidarını pekiştirmek için sana yine saldıracak. Başka şekillerde belki… Bu yanlış önerme kadınları duvarların içine hapsediyor. Oğlan çocuklarına ‘bu saatte çıkma, dar kot giyersen tişörtünü üstüne çıkar, gece orada ne işin vardı’ gibi şeyler söylenmiyor.

FİL DİŞİ KULELER YIKILDI

Şu da var tabii. Şikayetçi olsalar bile yargıdan sonuç alabilecekler mi?

Bütün taciz ve tecavüz vakalarında kadınların ihbar etmemesinin en önemli nedeni sistemi çok iyi bilmeleri, çocukluklarından itibaren hep kendilerinin suçlanması. ‘Ben mağdurum ama aynı zamanda suçluyum’ duygusu. Erkeğin taşıması gereken yükü kadınlara yüklediğiniz zaman kadınlar yıllarca bu travmalarıyla yaşıyorlar. Hayatları mahvoluyor, belki yapmak istedikleri şeyi yapamıyorlar. Sürekli korkuyorlar. Bize sürekli ‘erkekten korkun’ denmiyor mu? Bir kadın açık konuştuğu zaman da önce kendisi sorgulanıyor. Leyla Salinger, çok sevilen, yere göğe sığdırılamayan efendiliğinden övgüler alan bir adamın fil dişi kulesini yıktı. Onlarca kadın ‘evet bize de yapıldı’ diyor ve inanılmaz bir ifşa dalgası başlıyor. Saldırılar yine ilk başta kadınlara yapılıyor o adama değil. Benim o adamla alakam yoktu ama o dönem bana gelen özel mesajlarda da ‘kadının o adamla ilişkisi olmadığına emin miyiz’ diye soranlar çok olmuştu.

Yine kadının ispatlaması gerekiyor o suçu... İfşaya katılan kadınlara ‘linç’ tepkisi de gelmişti.

Linç nedir biliyor musunuz? Linç Sivas Madımak’ta yaşanandır. Onlarca kişinin yakılarak öldürülmesidir. Kavramları karıştırmayalım.

Linçten söz edildiğinde şunu düşünmüştüm, tacizci olduğu bilinseydi o yazar bugünkü gibi sevilen bir yazar olabilir miydi?

Bence zaten erkekler kadınların üstüne basarak yükseliyor. 20. yüzyılın tümüne baktığınızda, -21. yüzyıl biz kadınlara daha yeni şeyler verecek bence çünkü ses çıkarıyoruz- sadece erkek olduğu için başarı sağlayan milyonlarca erkek var. Sadece kadın olduğu için ne kadar başarılı olursa olsun işe alınmayan önü tıkanan... Biz de bunu yaşadık medyada.  Evlenmeyi düşünüyor musun? Çocuk yapacak mısın? Bu sorular bize de sorulmadı mı?

KENDİNİ TANRI ZANNEDEN ERKEKLERE UYARI FİŞEĞİ

Doğru...

Başarının önemi yok, cinsiyet rollerinin verdiği sınırlar var. Sen diyorsun ya o yazarın tacizci olduğu bilinseydi itibarı çok önceden yerle bir olurdu, ben ondan emin değilim. 20 yıl 30 yıl önce bu adamların taciz ediyor olması bilinseydi, ‘aman canım çapkın işte’ diye hafife alınırdı. Şu an sinema, medya, akademi, tıp dünyası ya da özel sektörde yüzbinlerce taciz vakası var ve kadınlar hayatları mahvolmasın diye açıklamıyorlar. İfşa dalgası bir fişek atışı gibi oldu. Kendini Tanrı zanneden erkeklere bir uyarı fişeğiydi.

Kadınlara 'neden şimdi açıklıyorsunuz' diye soruldu…

Onlarca yıldır zaten acısını çekiyor. ‘Niye’ demek aslında bir itham. İfşayı şiddetin bu türüyle ilgili farkındalık yarattığı için önemsiyorum. Bize şiddetin her türüne karşı olmamız gerektiğini hatırlatıyor. 

‘Flört olmasın o’ diyenler de çoktu.

Flört ile taciz arasındaki farkın ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Taciz, istemediğin anda durmuyorsa başlar. Flört etsen bile...

Sönümlendi mi şu an ifşa dalgası?

Hiçbir şey başladığı ateşle devam edemez. Sosyal medya duyurmak için, örgütlenmek için, ilk atış için önemli ama bunun bir yapıya dönüştürülmesi lazım. Kadın sivil toplum kuruluşlarının rol alması önemli destek adına. Bu yapı hangi düzeyde olur bilmiyorum ama çalışmalar olduğunu görüyorum. [email protected] adlı adres var. Bir alan açıldı, o alanı nasıl değerlendireceğimizi kadınlar olarak konuşup çözmemiz lazım. Söndüğünü düşünmüyorum. Başka bir sektörde ortaya çıktığında o el ele tutuşmuş kadınlar tekrar bir araya gelecek ve destek verecek.

"Başka kadınların konuşması bana büyük güç verdi. Benim başıma 2015 yılında geldi, o sırada yurtdışına çıkmaya hazırlanıyordum. Ama Türkiye’deki adalet sistemine güvenmediğim için suç duyurusunda bulunmadım. Çünkü silahın namlusunun bana döneceğini adım gibi biliyordum. O zamanın ruhu da böyle değildi. Artık kadınlar sinsin, kol kırılsın yen içinde kalsın felsefesi geçerli değil."

HAYATINI KURTARMAYA ODAKLANIYORSUN

Sen de ifşaya katıldın. Yaşadığın saldırıyı açıklamaya nasıl karar verdin?

Başka kadınların konuşması bana büyük güç verdi. Benim başıma 2015 yılında geldi, o sırada yurtdışına çıkmaya hazırlanıyordum. Ama Türkiye’deki adalet sistemine güvenmediğim için suç duyurusunda bulunmadım. Çünkü silahın namlusunun bana döneceğini adım gibi biliyordum. O zamanın ruhu da böyle değildi. Artık kadınlar sinsin, kol kırılsın yen içinde kalsın felsefesi geçerli değil. Amerika’da başlayan #metoo hareketinin dalgalarından biri bu. Ben hep travmamı bastırıyormuşum. Gece sokağa çıktığımda arkama bakıyorum. Yalnız taksiye bindiğimde gece tedirgin olabiliyorum. ‘Taksiye bindim’, ‘indim’, ‘eve geldim’ diye yakınlarıma haber verdiğimi fark ettim. Hareketlerimizi o kadar sınırlıyoruz ki. Tekrar başımıza bir şey gelir mi korkusu bu. 

Tam olarak ne yaşadın?

İş görüşmesi bahanesiyle beni ofise çağırdı, ortamı hazırlamak için ofisi boşaltmış. Kapıyı da kilitledi. Birden bire saçma sapan imalarda bulunmaya başladı, gitmeye kalktığım an beni fiziksel olarak engellemeye çalıştı, taciz etti. Bağırış çağırış kapıyı açtırdım, çıktım... İnsan şoka giriyor ve o anda ne yapması gerektiğini bilemiyor. Panikle camdan kaçabilir miyim diye düşündüğümü hatırlıyorum. Hayatını kurtarma moduna giriyorsun.

İfşadan sonra kendini iyi hissettin mi?

Önce çok tuhaf hissediyor insan, yıllardır sakladığın bir şeyi açıklıyorsun. Bir de şunu istemiyorsun, ‘vah vah başına ne gelmiş bu kadının’ denmesini. Çünkü bir yönüyle seni korunmasız hale getiriyor, toplumun dayattığı kalıpların doğruluğunu kabul etmeye zorlayan da bir şey. “Bak gördün mü başına ne gelmiş…”deniyor.  Suçlu olan ben değilim dediğim anda rahatladım.  

ANLAYANA KADAR ANLATACAĞIZ

Regl tartışması da yaşandı geçen hafta ülkede... Kitabında da var Suat Zamir regl olamıyor....

Başka gezegenlerde hayat var mı diye araştırıyoruz ama diğer yandan Ortaçağ’ı yaşıyoruz gibi hissediyorum. Bir yandan da kendimi rahatlatmaya çalışıyorum. Bir çatlak oluşuyor. Çatlaklar iyidir, çünkü ışık oradan girer. O çatlağı yaratan da bizim seslerimiz. Değişimi yaratacak olan kadınlar. Çünkü ezilen biziz. Toplumun yarısı, dört kat fazla çalıştığı halde hak ettiği yerde değil. Kadınlar var. Kabul edecekler. Regl kanına da alışacaklar kusura bakmasınlar. Eğer bedenimizi sorgulamayı bırakmazsanız, dönüp dolaşıp size reglimizi, gebeliğimizi, doğum yapmamızı, menapozumuzu anlatacağız, eğer sıkıldıysanız kabul edin geçin. Biz siz anlayana kadar anlatmaya hazırız. Çocukları yetiştirirken, erkek çocuk, kız çocuk diye ayırdığında bunlar oluyor. Bir ülkenin yarısını eve kapatıp, sadece aile kurumu ayakta kalsın diye uğraşıyorsun. Çok yetenekli kız çocukları var. Türkiye şu anda kadın meselesi yüzünden topal. Biz sürekli dönüp dolaşıp kadın bedenini anlatmaya çalışıyoruz, kadınların aslında insan olduğunu, hakları olduğunu... 

İfşaya başörtülü kadınlar da çok katıldı.

Onların durumu daha da zor. Onların mücadele ettiği inanılmaz bir dini yapı da var. Erkeği sorgulamak Allah’ı sorgulamakla bir tutuluyor. Erkeklikle Allahlığı eşit gören bir kafa yapısı var. O kadının kendine orada bir alan yaratması daha da zor. Kadın hareketinin bu yüzden bütüncül olması çok önemli. 

"Vatanını uzaktan görmek sağlıklı bir perspektif sağlıyor, bazen içerideyken bir körleşme yaşıyorsun. Belli öfkelere kapılıyorsun, belli gruplara yapışıyorsun. Onu da anlıyorum. Türkiye çok politik bir ülke bu yüzden de dışarı çıkıp biraz nefes almak iyi geliyor. Ama ben bir yazar olarak Türkiye’den besleniyorum. Türkiye Avrupa içinde İspanya gibi bir başarı öyküsü olabilirdi. Çok daha iyi bir yerde olmalıydı bugün"

BENİMKİ ARAFTA BİR YAŞAM

24 yıldır yurtdışındasın. Hiç sorguluyor musun bu kararı bugünlerde?

Çok sorguluyorum, pandeminin de etkisi var. İnsanın belli bir yaştan sonra köklerine dönme gibi bir dürtüsü oluyor. İki kimlikli gibi hep arafta yaşıyorsun. Ya o araf benim memleketim olacak ya da bir zaman sonra ‘artık dönüyorum’ diyeceğim. Ama fırsatı olana yurtdışında eğitim, kariyer kesinlikle öneririm. Vatanını uzaktan görmek sağlıklı bir perspektif sağlıyor, bazen içerideyken bir körleşme yaşıyorsun. Belli öfkelere kapılıyorsun, belli gruplara yapışıyorsun. Onu da anlıyorum. Türkiye çok politik bir ülke bu yüzden de dışarı çıkıp biraz nefes almak iyi geliyor. Ama ben bir yazar olarak Türkiye’den besleniyorum. Türkiye Avrupa içinde İspanya gibi bir başarı öyküsü olabilirdi. Çok daha iyi bir yerde olmalıydı bugün. 

Bir İngilizle evli olmak nasıl bir duygu?

O çok soğukkanlı, ben de fevri bir insanım, Akdenizliyim. Çatışma çıkınca o soğutuyor, çatışmada iki Akdenizli olmasından daha iyi. (gülüyor.) Öyle bir denge oluştu. Yıllardır yurtdışında yaşadıkça değişiyorsun, biraz daha esnek bakıyorsun meselelere. Biliyorsun evlilikte mantık da çok önemli... (gülüyor) Dostluk da gerekli tabii. Mantık, dostluk, kişilik... Ama çok zor. Şöyle zor, mesela çocuklarımla Türkçe konuşuyorum ama bana İngilizce yanıt veriyorlar. Bazen İngiliz çocuklar yetiştirdiğim hissine kapılıyorum.  İkisi de Türkiye’yi çok seviyor, ileride benim soyadımı almayı istiyorlar... (gülüyor.) Dünya vatandaşı yetiştirmek isterim, insana değer veren, çevresine, doğaya faydaları olan... 18 yaşına kadar onlar bana emanet.

Rahat bir anne misin peki?

Pislik konusunda rahat değilim ama diğer konularda rahatım...

"Adalet yok. Adaleti sağlamada sistem nasıl davranıyor? O zaman da insanlar ben kendi adaletimi sağlarım diyebilir bu daha da büyük bir kaosa neden olabilir. Belki de benim romanımın en can alıcı tarafı, ana sorusu bu; devlet yoluyla adalet sağlanmıyorsa o zaman kurban ne yapmalı?"

ADALET YOKSA KURBAN NE YAPMALI?

Kitaba dönecek olursak, yazarken en çok nerede zorlandın?

Özellikle kadın cinayetlerinin detaylarını, fail erkeklerin ifadelerini okurken, araştırırken çok zorlandım. İnsanın kanı donuyor vahşetin derecesini gördükçe. Diyorsun ki bu hakikaten bir cins kırımı. Sistematik bir katliam. Adalet yok. Adaleti sağlamada sistem nasıl davranıyor? O zaman da insanlar ben kendi adaletimi sağlarım diyebilir bu daha da büyük bir kaosa neden olabilir. Belki de benim romanımın en can alıcı tarafı, ana sorusu bu; devlet yoluyla adalet sağlanmıyorsa o zaman kurban ne yapmalı?

En sevdiğin polisiye yazarları kimler?

Patricia Highsmith, George Simenon, Gillian Flynn. Highsmith, okuru inanılmaz bir ahlaki karmaşaya sürükler. Öyle ki katile bile üzülürsün, kurtulmasını falan istersin. Muhteşem kurgusu vardır. Mükemmel bir dil ve hikâye sunar okura.

 İlk okuduğun polisiye..

Agatha Christie ama hangi kitabı hatırlamıyorum, çok etkilenmiştim, 10 yaşındaydım. Onunla başlarsın genelde, şefkatli polisiye diyebiliriz, vahşet yoktur, gizemi çözmek istersin. Bir aile dostunun evinde tanışmıştım polisiye ile hastalık oldu sonra... 

Kitaptaki otopsiler, kesikler, yaralar bereler yani tıbbi bulgular gerçek değil mi?

Evet gerçek. Ali tıp uzmanı, polis ve doktorlara danıştım. Hatta pandemi olmasaydı İstanbul’a gelip otopsiye girecektim zevkle!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler