Erdal Yılmaz ve ailesi bir yıkım daha yaşıyor...
Enkazdan fırlayan eşyalar arasında küçük bir çerçevede genç bir kızın resmi. Diploma töreninde çekilmiş belli ki; başında kepi var. Enkazın başında bekleyen ailelere sordum, kimse tanımadı...
Erdal Yılmaz adını geçen hafta gazetemizin manşet haberinden belki anımsarsınız. Hani sosyal medyada “Maske” rumuzlu hesabından yaptığı paylaşımlarda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Sivas Valisi Salih Ayhan’ı eleştirince evi PÖH timlerince basılarak gözaltına alınan ve akabinde de kanser hastası babasına bakan polis kardeşi Ardahan’a atanan, devlet nezdinde “terör örgütü mensubu olmakla” suçlanan şüpheli şahıs.
Dört gün önce babası, kendisine bakan polis oğlu Ardahan’a sürülünce hastanede tedavisini kesip köyüne dönmüş ve yaşamını yitirmişti. Devletin neden olduğu bu mağduriyet yetmezmiş gibi bir de afetin mağduru oldu Yılmaz ailesi.
Bayraklı’da yıkılan ve en fazla can kaybının yaşandığı Rıza Bey Apartmanı’nda bu kez de Erdal Yılmaz’ın yengesi enkaz altında kaldı.
HEPSİ BİZİ BULDU...
Sabaha karşı 03.30 sularında önüne geldiğimiz Rıza Bey Apartmanı’nın tost görünümüne dönmüş enkazında yapılan çalışmaları izlerken karşılaştık Erdal Yılmaz’la. “Babamın cenazesi için gelmiştim İzmir’e, onu defnettik, şimdi de yengemin sağ salim çıkarılmasını bekliyoruz” diyor.
Kuzenine sarılıp destek vermeye çalışırken “Doğal olanı olmayanı, bütün afetler de bu yıl gelip bizi buldu be abla” diyor.
AFAD, AKUT, JAK ve diğer gönüllü kuruluşların cansiparane şekilde sürdürdüğü kurtarma çalışmalarını ailelerle birlikte izlerken sabaha kadar onlarla aynı duyguları yaşadık.
Artık adlarını ezberlediğimiz enkaz altındaki yurttaşlarımızı sağ salim alabilmek için kendi kendimize mırıldanır olmuştuk.
- Hadi İnci, hadi Zarife bir ses ver.
- Ah Baran çocuk, bizi bekletme ne olur.
Anneannenle birlikte el ele çıktık şu zıkkım enkazdan.
BİR ACI TANIKLIK...
Sabah İnci’yi alkışlarımızla aldık o beton yığının altından. Kurtarma ekipleri bir anda yorgunluklarını unutmuş birbirlerine sarılarak umut tazelemişti. İnci ambulansa bindirilirken birçok aile kendi yakını olduğunu düşünerek koşturdu sedyenin başına.
Kendi yakınları olmadığını gördüklerinde önce üzülseler de yine umut olmuştu 17 yaşındaki genç kızın sağ salim kurtarılması. Hem sadece İnci değil, köpeği Fıstık da yara bere almadan çıkarılmıştı enkazdan. Bilseniz nasıl bir umut oluyor o beton yığınından birinin salimen çıkması.
Arkamda birbirine yaslanarak Kürtçe ağıt yakan biri genç biri yaşlı iki kadının yanına çömeliyorum. Enkaz altında anneannesiyle birlikte kalan 6 yaşındaki küçük Baran’ın babaannesi ile halasıymış. Dişçiye gelmiş Baran, babası ve anneannesiyle birlikte. Dişçi muayene odasına sadece bir kişinin gireceğini söyleyince dün Urfa’dan gelen anneannesi kalmış onunla.
Babası da yan binanın zemin katındaki kafede beklemiş onları. Binanın yıkılışına şahit oluş anını hıçkırarak anlatıyor.
Halası, “Baran bir sülalenin bir tanesiydi ablası. İki tarafın da tek torunu. Kardeşimin tek çocuğu. Anasına o kadar söyledim bu çocuğa nazar değecek bir nazar boncuğu asması için” diyor.
BİR OYUNCAK BEBEK...
Biraz ötede 45 yaşlarında bir kadın kucağında bir oyuncak bebeğe sarılıp ağlıyor. Belli ki çocuğunun oyuncağı. İşe giderken kızını bu binadaki görümcesine bırakmış.
Görümcesinin üç çocuğu ile birlikte dört çocuğun sağ çıkması için dua ediyor. Lavabo kuyruğundaki kadına öncelik sırası tanındığında öğreniyoruz acısını. Gelini ve torunu enkaz altındaymış. Ama bizi en etkileyeni dört çocuğunun kurtarılmasını bekleyen kadının durumuydu.
BİR FOTOĞRAF KARESİ...
Enkazdan fırlayan eşyalar arasında küçük bir çerçevede genç bir kızın resmi. Diploma töreninde çekilmiş belli ki; başında kepi var. Yakasındaki amblemden İzmir Özel Türk Koleji’nden mezun olduğu anlaşılıyor.
Enkazın başında bekleyen ailelere sordum, kimse tanımadı. Belki de yakınları, caddenin iki tarafına dizili kafe ya da lokantalardan birinde olabilir. Kurtarma ekibi, içeridekilere ulaşabilmek için yukarıdaki molozları kaldırırken eşyaları da bir bir aşağı atıyor.
Ankastre fırın, çamaşır makinesi, bambu koltuklar, sehpalar, çamaşır sepetleri, vestiyerler... Bu eşyaları görünce daha bir hüzün basıyor insanı. Filmi geri sarıp o günü düşünüyoruz. O fırında o gün evin hanımı yemek yapmış mıydı mesela? Balkondaki o bambu koltuklarda öğlen kahvelerini mi içti ev sahipleri? Ya şu önümüzde duran elektrik süpürgesi. Üstünde tozlar olsa da yeni olduğu belli.
Ödenecek kim bilir daha kaç taksiti vardır diye.
ÇORBACI DEVLET İŞBAŞINDA
İster sel baskını, ister deprem, isterse heyelan kaynaklı bir afet yaşadığımızda iktidarda kim olursa olsun devlet erkânı kameraların karşısına geçerek şu bilindik açıklamayı yapar: “Devletimiz yaraları sarmaya hazır. Afet bölgesine şu kadar çadır gönderdik, Kızılayımız an itibarıyla sıcak yemek servisine başlamıştır. Kızılayımız battaniye ve çadırları ihtiyacı olan herkese ulaştırmıştır. Sigorta ve kredi borçları ertelenecektir.”
Bu kez de öyle oldu. Sabaha kadar çay ve çorba servisi eksiksiz sürdü. İstemediğimiz kadar çok “Battaniye verelim mi?” teklifi ile karşılaştık. Evi hasar görenler için de yeteri kadar çadır kurulmuştu.
Anlayacağınız devlet-i âliyemiz yine yaraları sarmak için kolları sıvamıştı. Yaraları sarmak yerine yara açılmaması için önlem almayı düşünmeyen devletimiz bu gidişle daha çok çay ve çorba servisi yapar, çadır kurar. Biz vatandaşlar olarak da “Çorbacı değil, korumacı devlet isteriz” diye haykırmadığımız sürece de bu filmi çok izleriz.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama