Faydalı bilgiler... Şeriat-Tarikat kavgası
Faydalı bilgiler... Şeriat-Tarikat kavgası
“Ehl-i şeriat zahire bakar ve sadece onunla meşgul olur. Ehl-i tarikat, ‘Saray’ın içine girer ve oradan konuşur. Ehl-i şeriat der ki görebileceğiniz her şey bu ‘Saray’ın yüzünden ibaret; işte sütunlar, pencereler, kapılar; bunun dışında bir şey kabul etmeyiz... Ehl-i tarikat der ki sizin söylediklerinizi reddetmiyoruz, lâkin biz binanın içine girdik ve içeride olanlar hakkında konuşuyoruz. Ehl-i şeriat, hayır, yok böyle bir şey der. Biz diyoruz ki var; ne içine giriyor, ne de girmek istiyorsunuz. Dal ve gör, bak neler neler var içinde! Kur’an denizinin derinliklerine daldığın zaman boş mu çıkacaksın!.. Ehl-i şeriat dinin zahirine bakar, onun içine dalmaya cesaret edenlerin içeriden verdikleri haberi de kabul etmez...”
İslâm’ı kitabî açıdan değerlendirip “fıkıh” üzerinde odaklaşan âlimler (ulema) ile kalbî-tecrübî bilgiye ağırlık veren sûfi-veliler (evliya) arasında tarihten bugüne mevcut gerilimin hem sade, hem de ilginç bir ifadesi bu... Sözler, yakın dönem Nakşibendiliğin dünyaca tanınmış ismi Şeyh Nazım Kıbrısî’ye (ö. 2014) ait.
Şeriat-tarikat ikiliği İslâm’da tasavvufun ortaya çıkmasından hemen sonra baş gösterdi. Kendilerini “doğru İslâm” için yegâne otorite gören ulema, başlangıcından itibaren tasavvufa sıcak bakmamıştır. Mistikmanevi deneyimle Allah’ın bilgisine erişme demek olan “marifet”, ulema için kabul edilemezdi. Onlar, Allah’ın bilgisine ulaşma yolunun ciddi uzmanlaşma çerçevesinde Kur’an ve hadisler üzerinde yoğunlaşan bir çalışmayla mümkün olacağında ısrarlıydı.
Burada da esas mesele, “iktidar”dır. Ulema, sûfilerin konum ve etkinliklerinde kendilerinin Müslümanlar üzerindeki rakipsiz otoritesine tehdit görmüştür. Tarikat pratiğinde karizmatik liderlik için mevcut potansiyel de yöneticilerin gözünden kaçmadı. O yüzden tarikat-siyaset ilişkileri de dünden bugüne hep netameli şekilde geldi.
Elbette iki anlayışın arasını bulma çabalarıda olmuştur. İmam Gazali (ö. 1111) bu bakımdan zikredilmesi gereken en önemli isim. Âlimlikle şeyhliği bir arada yürüten, her iki geleneği “füzyon”a uğratan isim de çoktur. Ama aradaki çatlak da hiç kaybolmamıştır.
En iyi bilinen ve “kanlı” çatışma, Hallac-ı Mansur olayı. O, “Ene’l-Hak” dediği için ulama ölümüne fetva verdi. Hâlbuki Hallac aslında kendi ilahlığını ilan etmiyor, fakat Allah’la bir araya gelmek olarak nitelenebilecek bir mistik deneyimi anlatmak istiyordu. “Kendimden çıktım (fenafillah), Allah’la varım (bekabillah)” feryadı idi bu.
Bunlar Allah sevgisine bağlı bir “manevi sarhoşluk” içinde söylenmiş sözlerdir (şathiye) ve en çok “zikir”de açığa çıkarlar.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması