Geleceğe ışık tutan bilgeler

Aydınlanmanın iki çınarı, gazetemiz başyazarı İlhan Selçuk ve gazetemiz çizeri, duayen karikatürist Turhan Selçuk’u 10. ölüm yıldönümlerinde özlem ve saygıyla anıyoruz.

Geleceğe ışık tutan bilgeler
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.06.2020 - 06:00

Gazetemizin başyazarı İlhan Selçuk’un ölümünün 10. yıldönümü olan bugün, İlhan ve Turhan Selçuk’un Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde bulunan Aydınlar Mezarlığı’ndaki gömütleri başında anma töreni düzenlenecek.

Saat 12.00’de başlayacak törene, CHP Nevşehir Milletvekili Faruk Sarıaslan, Hacıbektaş Belediye Başkanı Arif Yoldaş Altıok, gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya, Cumhuriyet Vakfı Genel Saymanı İrfan Hüseyin Yıldız, Yenigün Haber Ajansı Yönetim Kurulu üyesi Adnan Arslan, Cumhuriyet Ankara Temsilcisi Sertaç Eş, gazetemiz yazarı Miyase İlknur ve Turhan Selçuk’un kızı Aslı Selçuk katılacak.

Yazılarıyla topluma ışık tutan, aydınlanmanın pusulası İlhan Selçuk, yaşamı boyunca pek çok öngörüsünün gerçekleşmesine tanıklık etti. Karşı çıktığı küreselleşmenin çatırdayacağını, FETÖ’nün ordu ve yargıyı tasfiye ederek askeri darbeye girişeceğini, Akdeniz ve özellikle Kıbrıs’ın ABD, AB ve özellikle küresel enerji şirketlerinin yeni mücadele sahası olacağını, dinci iktidara açık destek veren kimi aydınların iktidarın hedefi olacağını yıllar öncesinden gören, Cumhuriyet’in ikinci sayfasındaki ‘“pencere”sinde kaleme aldığı yazılarıyla toplumu uyaran İlhan Selçuk’un satırları bugüne ve geleceğe ışık tutmaya devam ediyor. İlhan Selçuk’un 10. ölüm yıldönümü olan bugün, onu yazılarından bir seçkiyle anıyoruz.

PENCERE

Doğrusu Savcıma Bozuldum...

4 Eylül 2008

Savcım kim?..

Savcım Zekeriya Öz değil...

Başbakan ne demişti:

“- Ben Ergenekon davasının savcısıyım...”

Eh, ben de, müsaadenizle, Ergenekon davasının sanığı değil miyim!..

Demek ki savcım Başbakan

RTE...

*

Ne var ki benim savcım her zaman savcı olamıyor...

Bana gelince lo lo lo...

Âleme gelince pısss...

*

Bu tutumun son örneğini meşhur Şaban Dişli olayında gördük...

Şaban Dişli milletvekili...

AKP kurucu üyesi...

Genel Başkan Yardımcısı..

RTE’nin yakını..

Artık cümle âlem biliyor ki ve senetle sepetle de onaylandı ki Şaban Dişli rüşvet almış..

Az buz da değil rüşvet..

1 milyon dolar..

*

CHP olaya el atınca, ortalık karışınca, rüşvet suçu sergilenince, konu AKP Merkez Yönetim Kurulu’na geldi...

Şaban Dişli, kurulda AKP Genel Başkan Yardımcılığı görevinden ayrıldığını söyledi...

Benim savcım ise sustu...

Ergenekon savcısı neden açık seçik bir rüşvet suçu karşısında ağzını açamıyor da suskunlaşıyor...

*

Gündemde yalnız Dişli olayı mı var?..

Neresinden tutsanız elinizde kalır; AKP yolsuzluk dosyalarının batağında çırpınıyor...

İslamcı devlet düzeni diye ortaya çıkanlar Müslümanlığı kullanarak devleti ve ülkeyi kim vurduya getiriyorlar...

Yolsuzluk ve soygun gırla...

Benim savcım ne yapıyor?..

Tııısss...

*

Benim savcım olan RTE’nin bir görevi var; Dişli’ye diyecek ki:

- Dokunulmazlığını kaldıralım, yargılan!..

Peki, ama bu durumda Şaban Dişli Genel Başkanı’na, mukabele-i bilmisil olarak şunu söylerse ne olacak:

- Önce senin dokunulmazlığını kaldıralım...

RTE ne yapacak?..

Doğrusu benim savcım RTE’nin işi zor...


PENCERE

Türkiye’de Sol Ne Yapmalı?..

12 Eylül 1998

Son günlerde gazete sayfalarında çok görülen rakamlardan bir küçük demet:

- Yeryuvarlağındaki mal ve hizmet üretiminin yüzde 80’ini dünya nüfusunun yüzde 20’si tüketiyor. Bu demektir ki geriye kalan yüzde 80 nüfus ancak üretimin yüzde 20’siyle yetiniyor.

- Dünyanın en zengin ilk üç kişisinin serveti, en yoksul 48 ülkenin ulusal gelirini aşıyor.

- Herkese temel eğitim vermek için yılda 6 milyar dolara, temel besin sağlamak için 13 milyar dolara gerek var. Oysa Avrupa’da parfümlere 12 milyar dolar, Avrupa ve ABD’de kedi köpek mamasına 17 milyar dolar harcanıyor.

- Dünyanın en zengin 225 kişisinin toplam serveti 1 trilyon doları aşıyor; bu rakam dünya nüfusunun yaklaşık yarısını (yüzde 47) oluşturan 2.5 milyar insanın yıllık geliridir.

- ABD dünya nüfusunun yüzde 5’ine sahip; ama dünya hammadde kaynaklarının yaklaşık yüzde 40’ını tek başına harcıyor.

- Dünyada üretilen petrolün yüzde 35’ini kullanan otomotiv sektörünün ürettiği 400 milyon dolayındaki otomobilin yaklaşık yüzde 80’i kuzey yarımküresinde bulunuyor.

Yeni Dünya Düzeni çıkalı, yeryüzünde iki hızlı süreç yaşandı:

Kuzey-Güney çelişkisi keskinleşti, yoksul daha yoksul, zengin daha zengin oldu. Zengin ülkelerde de toplumsal çelişki eskisine oranla derinleşti.

*

Nasıl oldu bu?..

Soğuk Savaş”tan yengiyle çıkan

Batı’nın egemeni ABD, 1991’de “Yeni Dünya Düzeni”ni dayattı:

Serbest piyasa her sorunu çözer..

Devlet piyasaya müdahale etmesin..

KİT’ler özelleştirilmeli..

Sosyal devlete paydos..

Ekonomide planlama olamaz..

Dünya tek pazara dönüşecek..

Sermayeye sınırsız özgürlük...

Peki, emek ne olacak?..

Küreselleşme’yle birlikte YDD (Yeni Dünya Düzeni) kapsamında dayatılan kurala göre “sermaye” için ulusal sınırlar açık...

Emek için kapalı.

Yeryüzünde tek süper gücün dayatmasıyla yürürlüğe giren bu modele karşı çıkmak kimin haddineydi?..

Ne var ki tarihsel zamana göre birkaç dakika bile sayılamayacak bir kısa sürede model iflas etti. Asya’da patlak veren bunalım büyüdü, dünyayı silkeledi; 21’inci yüzyıla insanlık bir başka görüş açısıyla giriyor.

*

Sol, 1990’lı yıllarda, “Süper Güç”ün dayatmasıyla yürürlüğe konan model içinde sıkışmıştı.

Ne var ki -kapitalizm değil- ama Yeni Dünya Düzeni iflasın eşiğinde...

YDD’nin iflası, dünyanın solunu da sağını da kökünden etkileyecektir.

İngiltere’deki tuzu kuru Tony Blair bile dönüşümden payını alacak...

Ya Türkiye ne olacak?..

*

Adaletsizliği keskinleştiren, eşitsizliği derinleştiren, halkı yoksullaştıran hiçbir düzen ayakta kalamaz; Tarih Baba’nın bize öğrettiği budur.

Peki, Türkiye solu ne zaman kendine gelecek?..

Öküze özenen kurbağa gibi Avrupa solunu taklit ederek Müslüman mahallesinde salyangoz ya da körler çarşısında ayna satmakla solculuk yürümüyor.

Ülkemizde sol, sağın ardına takılan vagon olmaktan kurtulmalı...


PENCERE

Namussuzluk Düzeninin Miladı...

17 Ekim 1998

Eskiden İstanbul’da içme suyunu sakalar satarlardı. Eşeğin iki yanındaki iki tahta kasaya ikişerden dört su tenekesi yerleştiren satıcı, sokaklarda bağırırdı:

- Sakaaaaa...

Evlerde su küpü bulunurdu. Saka suyu boşaltmadan önce küpün ağzındaki tahta kapak kaldırılır, yerine bir tülbent konurdu. Su tülbentten süzülürdü. Çocuklar bu işlemi seyretmekten hoşlanırlardı. Bir gün sakanın küpe su boşaltmasını izliyordum. Büyüklerden biri:

- Suyun, dedi, en değerli olduğu yer çöldür.

Saka:

- Bey, diye yanıtladı, desene ki çölde sakalık çok para kazandırır.

Değer” konusunda ilk dersi almıştım.

*

Kızdığımız kişiye ne deriz:

- Sen kaç paralık herifsin be!..

Adamı parasal ölçüye vurmak mıdır bu?..

Herkes bilir ki bir milyoner, milyarder, trilyoner de beş para etmeyen bir herif olabilir.

İnsanlık değeri parayla ölçülür mü?..

Sanırım sorunumuz bu noktada başlıyor; her şeyi parayla ölçmeye başladık.

Oysa “değer” ile “fiyat” arasında çoğu zaman bir uyum yoktur; fiyat geçici bir değeri vurgular; üstelik fiyatı olmayan değerler de pek çoktur.

Namusun değeri var...

Fiyatı var mı?..

Biliyorum, bu yazıyı okuyanların içinden kimileri şimdi bıyık altından gülüyorlar; çünkü toplumda namusa on paralık değer vermeyen nice kişi, piyasada namusunu satışa çıkarmış nice kişiye fiyat biçiyor.

Piyasa” her şeyi çözümlüyor...

Ama nasıl?..

Vicdanla cüzdan arasında sandviçteki peynir gibi sıkışan kişi kaşarlanıyor.

O zaman yeme..

Yanında yat.

*

Bir süreden beri toplumda herkesin ağzına sakız olan bir deyiş var:

Yükselen değerler.”

Oysa neler yükseliyor?..

Namussuzluk..

Rüşvetçilik..

Mafyacılık..

Çetecilik..

İşin kötüsü bütün bunlar “köşe dönücülük”le başlayıp boy attı.

Namussuzluk alçaklık değil mi?..

Evet..

Peki, alçaklık nasıl yükseliyor?..

Devletin en yüksek koltuklarında en alçak kişiler oturursa, alçaklık yükselir mi?..

*

Her “değer” parayla ölçülüyor..

Paranın değeri düşüyor..

Türk Lirası’nın değeri düştükçe, elimizde kalan ölçü Amerikan Doları oluyor.

Bir ülke düşünün ki ulusal parasını bir yana itmiş, başka devletin parasıyla alışveriş yapar, ücret saptar, fiyat biçer..

Ne zaman başladı bu?..

İşte bu değer ölçüsünün geçerli olduğu gün, Türkiye’de namusun öldüğü ve köşe dönmeciliğin doğduğu tarih, alçaklığın yükselen değerlere dönüştüğü milattır.


PENCERE

Asimetrik Savaşın Simetrisi?..

16 Ekim 2008

Amerika Irak’ı işgal ettiğinden bu yana

ülkenin kuzeyine de el koydu...

Kim var o kuzeyde?..

PKK...

*

Peki, Amerika’nın kuzeyde üslenmiş, yuvalanmış, örgütlenmiş, ayaklarını toprağa, topluma ve resmi yönetime dayamış PKK ile hali, ahvali, ilişkileri, teması, haberleşmesi, pazarlığı, istihbaratı ne âlemde?..

Bilen var mı?..

Kim bilecek ki?..

Bu gibi işler gizlilik içinde yürütülür...

Kuzey Irak’ta Barzani, Bağdat’ta Talabani Amerika’nın avucunun içindedir...

Ya PKK?..

ABD’nin PKK yönetimiyle ilişkilerini kim biliyor?..

*

Amerika Kuzey Irak’ı işgal edeli beri terör örgütü canlandı, palazlandı,

Türkiye’ye saldırılarını adım adım geliştirdi, yoğunlaştırdı...

Vaktiyle PKK terörü nedeniyle Türkiye Kuzey Irak’ı folluğa çevirmiş, sonuçlarını da derlemişti...

Amerika Kuzey Irak’ı işgal edince Türkiye’ye ne dedi:

- Dur!..

Artık PKK’yi vurmak için ABD’nin “olur”unu almak gerekiyor...

*

Nitekim Türk Hava Kuvvetleri Kuzey Irak’taki PKK hedeflerini vurmak için önce Amerika’nın “olur”unu aldı, sonra da istihbaratını kullandı...

Peki, bu istihbarat doğru muydu?..

Bilinemez...

Bilinen şu ki Türkiye Kuzey Irak’ta PKK hedeflerini ne kadar bombalarsa, terör örgütü o kadar güçleniyor...

*

İstihbarat deyince akla ne gelir?..

Meşhur CIA...

Amerika Kuzey Irak’ta istihbaratın kandillisini gerçekleştiriyor; Türkiye’de, Ankara’da, askerde, sivilde cirit atıyor...

Ancak ortaya bir soru çıkıyor:

Amerika PKK’ye de istihbarat mı veriyor?..

Olmaz olmaz demeyin..

Olmaz olmaz..

Amerika Türkiye’de o biçim medyaya da istihbarat sağlıyor...

*

Türkiye Amerikan bezinden bir çarşafa dolanmış kıvranıyor, çırpınıyor, ne yapacağını bilemiyor...

Hem PKK’yi hem AKP iktidarını elinde tutan Amerika ise artık BOP kapsamında bizim askeri gözüne kestirmiş görünüyor...

Ordu, sivil iktidara uygun bir İslamcı komuta heyetinin eline geçse fena mı olur canım?..

İslamcı demokrasi ancak böyle olur..

*

Evet, ABD bizim askere istihbarat veriyor...

Ya PKK’ye ne veriyor?...

Asimetrik savaşta, koskoca bir orduyla küçücük bir terör örgütünü elinin altında bulunduran Amerika, hedefine doğru adım adım yürüyor...



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler