Hasan Pulur: Tehlikeli bir gidiş var

Gazetecilikte 50. yılını deviren Hasan Pulur, "Gidilen yol, daha önceden belli olmuştu. 50 yılını dolduran, yürüyemeyen adamın altından üç kuruşluk arabayı alıyorlar" dedi.

Hasan Pulur: Tehlikeli bir gidiş var
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 11.03.2013 - 10:37

Bugünkü Milliyet gazetesi, yaklaşık 63 yıl önce, 3 Mayıs 1950'de, Nuruosmaniye Türbedar Sokak'taki üç katlı ahşap bir binada biraraya gelen 32 kişi ile yayına başladı. Yazı işleri müdürü, gazetenin sahibi Ali Naci Karacan'ın mühendis oğlu Ercüment Karacan'dı. Ancak o Milliyet tutmadı ve Karacanlar, tutkulu bir gazeteci olarak gördükleri Abdi İpekçi'yi transfer ederek gazeteyi 25 yaşındaki bu gence teslim etti.

İpekçi yönetiminde 1 Ekim 1954'te yayına başlayan "yeni" Milliyet, Türk basınında bir dönemeci ifade ediyor. Hem popüler, hem de fikri alanda iddialı bir gazete olarak tasarlanan İpekçi'nin Milliyet'i tuttu. Malum, İpekçi'nin 1 Şubat 1979'da öldürülmesinden sonra Milliyet, Aydın Doğan'a satıldı. Korkmaz Yiğit parantezini saymazsak, Milliyet'in Doğan ailesinden sonraki adresi Demirörenler oldu.

Ve bugün, 63 yıllık Milliyet, Erdoğan ve Yıldırım Demirören'in patronajında büyük bir çalkantı yaşıyor.

O çalkantıyı, Milliyet'i Milliyet yapan Abdi İpekçi'nin yardımcısı olarak gazeteye adımını atan ve bugün hâlâ haftada altı gün yazan Hasan Pulur T24'ten Hazal Özvarış'a anlattı.

Kişisel hikâyesi Milliyet'in yarım yüzyılı aşkın tarihini de içeren Pulur, kitabın ortasından konuştuğu söyleşide önemli görüş, özeleştiri ve eleştiriler dile getirdi. Türk basınının Çetin Altan ve Cüneyt Arcayürek ile birlikte halen yazan üç kıdemli isminden biri olan Pulur ile sohbete geçmeden önce Milliyet krizini kısaca özetleyelim.

28 Şubat Perşembe günü, Namık Durukan imzasıyla, İmralı’da Abdullah Öcalan ve BDP heyeti arasında geçen görüşmenin tutanağı “İmralı zabıtları” başlığıyla Milliyet’te yayımlandı.

Cumartesi günü Başbakan Tayyip Erdoğan, Milliyet’i hedef alarak “Böyle yapacaksan, batsın senin gazeteciliğin” dedi.

Pazartesi günü Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak, “İmralı zabıtlarıyla tarih yazmak” başlıklı yazısında “Haber doğruysa basarız! Sayın Başbakan’ın ‘Batsın böyle gazetecilik’ sözlerini üstümüze almıyoruz!” dedi.

Aynı gün yazarlardan Hasan Pulur’un yazısı yayımlanmazken, Salı günü Hasan Cemal’in köşesi boş kaldı, Can Dündar’ın yazısı yumuşatıldı.

Sazak’ın açıklaması ile sansür arasındaki boşluğu dolduran Milliyet’in sahibi Erdoğan Demirören’in müdahalesi oldu.

Pulur, T24'e verdiği söyleşide şu sözleri kayda düşüyor:

“Gidilen yol, daha önceden belli olmuştu. 50 yılını dolduran, yürüyemeyen adamın altından üç kuruşluk arabayı alıyorlar. Yayın Koordinatörü, yazıyı koymamakta ısrarlı ve yazıyı koyarsa, patronun nasıl müşkül olacağına dair masallar anlatıyor bana. ‘Yukarıda ailece toplantı yapıyorlar, durum parlak değil, belki gazeteyi kapatırlar’ diyor...”

Pulur, “Duyulsun diye söylüyorum” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Beni tedirgin edip arabamı alarak Milliyet'ten ayıramazsınız. Ama yazılarıma müdahale edemezsiniz. Kovacaksanız, kovun.”

Daha fazla uzatmadan, sözü Hasan Pulur’a bırakalım. Buyrun.


‘Demirören, hükümetten İmralı zabıtları ile ilgili yazılmaması için eğilim almış’ 

- Geçtiğimiz Pazartesi, Milliyet’te yazınızı göremedik. Neden?

Geçen hafta, Cumartesi günü Yayın Koordinatörü Tahir Özyurtseven telefon etti. “Yazınızda sakınca var” dedi. “Ne sakıncası var” diye sorunca, anladım ki patron, bu konuda yayın yaptırmak istemiyor; hükümetten İmralı zabıtları ile ilgili yazılmaması için eğilim almış.

Benim yazım da “Barış, ama barışın da şartları vardır” içerikli bir yazıydı. Apo’nun (Öcalan) tavrını anlatıyordum. Adam, “Tayyip Erdoğan’ı ben çıkardım, ben indiririm” diyor; ben de hükümete “Bu adamı muhatap alıyorsunuz” dedim. Adam, Kandil’de Bakanlar Kurulu toplantısı yapacak neredeyse! “Bu yazıda sakıncalı bölüm yok. Tümüyle sakıncalı bulduğunuza göre, bunun çaresi yazıyı koymamak. Sözleşmeye göre, istediğiniz yazıyı koyar, istemediğinizi koymazsınız. Ben yazımı geri alamam, istersen sen koymazsın” dedim. Tahir, “Yedek yazın yok mu? Aile çok perişan, patron çok üzgün” dedi, ben de “Patron üzgünse, benim de kendi üzgünlüğüm var, ne yapalım” dedim. Yedek yazımı verdim, ama o da İmralı’ya ilgiliydi. Onu da koymadılar. Ertesi gün, Hasan Cemal’in yazısını da koymamışlar, Can’ınkini (Dündar) de taramışlar, sakıncalı bölümleri çıkarmışlar. Ama onlar beni ilgilendirmez. Çünkü içlerinden bazıları, Tayyip Erdoğan’ın ne olduğunu bilmeleri gerekirken bilmiyorlardı.

- Hasan Cemal’i mi kast ediyorsunuz?

Evet, hükümetle başlangıçta birbirlerini tuttular, içli dışlılardı. Can için aynı şeyi söyleyemem.


‘Hasan Cemal’in cezalı olması onur kırıcı’ 

- İfade özgürlüğü konuşurken, Cemal’i ilk dönem AKP’yi desteklediği için kenara ayırmanız ne kadar doğru?

Bakın, Hasan Cemal’in bir kitabı çıkmıştı. Hürriyet anket yapmıştı; “Benim için önemli olan bugün yazdığı kitap değil, 10 yıl sonra ne yazacağını merak ediyorum” demiştim. Ama bugün önemli olan bu değil. Patron, internet kanallarında çıktığına göre, ”Yazma” diyormuş. Hasan Cemal şu an cezalıymış. Bu da onur kırıcı. Benim yazım yayımlanmadığında sustum, bekledim. Sonra (pazartesi günü) veto yiyen yazım (çarşamba günü) yayımlandı, fakat bu sefer de yedek yazım yayımlanmadı.


‘Arabalarımızı çekip aldılar; yürüyemeyen adamdan arabası alınmaz’ 

Gidilen bu yol, daha önceden belli olmuştu. Yazarlara işe gidip gelsinler diye birer araba verilmişti. Benim de rahatsızlığım nedeniyle çok elverişli olmuştu. Ama arabaları, Derya Sazak’ın da bilgisi dahilinde olduğunu belirterek, tasarruf gerekçesiyle çekip aldılar.

- Ne zaman aldılar arabanızı?

Sansürden önce. Gazetenin işleri iyi gitmiyormuş. Sözleşmede “Araba verilir” diye bir kural yok, tabii ki gerekiyorsa arabalarını alabilirler. Ama yaptıkları şık değil. Hasta, yürüyemeyen bir adamın arabası yoksa araba verilir, altından arabası alınmaz.


‘Demirören ve Sazak verdikleri davete gitmedi’ 

- Araba size ne zaman tahsis edilmişti?

Demirörenler, Milliyet’i Aydın Doğan’dan aynı şekilde almışlardı. O zaman araba vardı.

- Arabayı sadece sizden mi, yoksa diğer yazarlardan da aldılar mı?

Meral Tamer’in de, Güneri Cıvaoğlu’nunkini de almışlar. Hasan Cemal’i bilmiyorum. Tuhaf olan, bana yazıyla “Gazetemiz zarar ediyor, arabalarınızı almak zorundayız” dedikleri pazartesi günü, Milliyet Yazı İşleri, Beyoğlu’nda gece kulübünde eğlence yaptı. Bu nasıl zararsa...

- Size eğlence davetinin gönderildiği gün tam olarak neydi?

Sanıyorum Cumartesi’nden önceydi, günden emin değilim.

- Sizce bu Demirören’in bilgisi dahilinde yapılan bir eğlence miydi, yoksa mutfak ekibinin kendi kutlaması mı?

Gazete yönetiminin bilgisi vardı. Davet sahipleri Demirören ve Sazak’tı, buna rağmen o davete ikisi de gelmemiş. Komik şeyler oluyor; daveti verenler, davete gelmiyor.


‘Milliyet’te tehlikeli bir gidiş var’ 

- Yazınızın yayımlanmaması hakkında Derya Sazak ile konuştunuz mu?

Sazak’ı aramadım, o da beni aramadı. Ben 20 küsur sene Abdi İpekçi’nin yanında yazı işleri müdürlüğü yaptım. Bu gibi hallerde genel yayın müdürü, yazı sahibini arar ve “Anlaşalım” der, en azından konuşur. 15 gün Milliyet’in yakınındaki bir hastanede yattım, bana uğramadı.

- 1958 yılından itibaren gazetenin mutfağında katkı sunmaya başlamış biri olarak, bugün Milliyet'i elinize aldığınızda ne hissediyorsunuz?

Hayat, diyorum. Derya'nın döneminde kötü gazete çıkarmıyorlar. Ama onlara da söyledim, bir kere ipin ucunu kaçırdın mı, tutamazsınız. Bugün bana, yarın sana. Tehlikeli bir gidiş var.


‘Yayın yönetmeni Sazak gibi davranmamalı’ 

- "İşin ucu Derya Sazak'a dokunabilir" mi diyorsunuz?

Zaten bir kere istifa ettikten veya ihtilaf çıkardıktan sonra, yayın yönetmeni öyle davranmamalı.

- “Hükümetten İmralı zabıtları ile ilgili yazılmaması için eğilim aldığını” söylediğiniz Demirören karşısında Derya Sazak, sizce ne yapabilirdi? Veya şöyle soralım; siz bugün yayın yönetmeni olsanız, ne yapardınız?

"Bu adamın yazısını koymayın” veya “Bu adama 15 gün izin verin" deseler, ben bu tartışmanın içinde olmazdım.

- İstifa mı ederdiniz?

Bakın, belediye başkanlığı seçimlerinde Zülfü Livaneli, adaydı. Livaneli, Saddam'a kızıp Bağdat Caddesi'nin isminin değişmesini öneriyordu. Ben de "Saçmalık, bırakın bunları" diyordum. Bunun üzerine Livaneli, "Hasan Pulur'u Milliyet'te tutmayın, çıkarın gazeteden" demiş. Aydın Doğan da "Bunu söylersem Hasan Pulur'a, şapkasını alır, gider" demiş. Doğan, beni tanımış; bu örnek size bir şey söyleyebilir. Ben bugün hazırım, ama kendim istifa etmem. Yazıyı koymamak, Bab-ı Ali'de olağan bir şeydir. Yazı işleri, kibar bir şekilde yazarın yazısına müdahale edebilir, "Yazıyı istemiyorum" demez veya kalkar kendisi konuşur, Tahir'i konuşturmaz.

- Nasıl müdahale edilmeli sizce yazıya?

Konuşur benimle, anlaşırsak tıraşlayabiliriz. Paragraf çıkarılır, kelime değiştirilir vs. Tüm bunlar kural ve nezaket içerisinde yapılır. Örneğin, ben yazı işleri müdürüyken bir yazarımız, göndermesi gereken saatte göndermemişti yazısını. Biz de birkaç saat bekledikten sonra yazısız hazırladık sayfayı. Odama geri çıktığımda, sayfanın örneği geldiğinde içinde yazı vardı. Yazar, yazısını getirmiş ve bu, ben okumadan basılmış. Çıkarılmasını istedim. Birinci kalıp Abdi İpekçi'ye gittiğinde "Pulur" diye bağırarak çağırdı beni. Durumu anlattığımda, meşhurdur sinirlendiğindeki hali, çenesini sıktı, ama hak verdi ve ses çıkarmadı. Yazı İstanbul dışındaki, Anadolu baskılarına kondu. Gazetecilik an meselesidir. Böyle durumlarda yazılı kural olmaz.


’40 senedir çıkış mektubumu bekleyerek giderim gazeteye’ 

- Metin Münir, patronaj değişikliği ardından Milliyet’ten kovulduktan sonra, T24’e verdiği söyleşide, “Demirören, tutucu ve AKP yanlısı bir iş adamı. Onun esas amacı, Başbakan’ı memnun etmek ve medya dışındaki işleri için hükümeti dost edinmekti. Milliyet’i Başbakan’ın oluru ile aldı. Onun seveceği bir gazete yapmak istiyor” dedi. Münir’in bu görüşlerine katılır mısınız?

Bu çok yaygın bir görüş.

- Katıldığınız bir görüş mü?

Bilmiyorum, bilmediğim şeyleri konuşamam.

- Münir kovulduğunda sıranın size gelebileceğini düşündünüz mü?

Ben her sabah çıkış mektubumu bekleyerek giderim gazeteye. 40 senedir bu hiç şaşmadı. Her an, her şey olabilir.

- Neden?

Bu meslek böyle. 50 yılını dolduran, yürüyemeyen adamın altından üç kuruşluk arabayı alıyor. Yayın Koordinatörü, yazıyı koymamakta ısrarlı ve yazıyı koyarsa, patronun nasıl müşkül olacağına dair masallar anlatıyor bana. “Yukarıda ailece toplantı yapıyorlar, durum parlak değil, belki gazeteyi kapatırlar” diyor... Halbuki, Sazak başta mealen, “Abi ben bu gazeteyi böyle çıkarırım, sen de istediğini yazarsın” dedi. Benim ulusalcı tarafım var ya, bunlar da ona karşılar. Ben bu sözlü anlaşmaya itimat ettim. Ben hala yeni işe başlamış gibi yazımı yazıyorum; şoför ve araba bulmaya çalışacağım ve gazeteye gideceğim. Bu da onların ayıbı olsun.

- Sizce Münir’in tabiriyle "Başbakan'ın seveceği bir gazete" tanımlaması için Milliyet'te hangi yazarlara yol verilmesi gerekli?

Halk TV'den aldık haberi, sırada Melih (Aşık) ile ben varmışız. Duyulsun diye söylüyorum; beni tedirgin edip arabamı alarak Milliyet'ten ayıramazsınız. Ama yazılarıma müdahale edemezsiniz. Kovacaksanız, kovun.


‘Milliyet'e yeni gelen yazarlar hava cıva’

 - Demirören ile Erdoğan ilişkisinde sizce köşe yazarları "mayın" mı?

Bildiğim, yeni yazarlar aradıkları. Fakat buldukları yazarlar, tutmuyor. Bugün Milliyet'e gelen yazarlar, hava cıva.

- Yeni yazar derken, Pelin Batu gibi isimlerden mi bahsediyorsunuz?

Gibilerden. Pelin'i babasından tanırım. Şimdi görüyoruz, yeni yazarlara bir tepki yok; saldıran da yok, "Ne iyi yazdın" diyen de. "Komşu kızına aşk mektubu yazmak" derlerdi, bu durumlar için.

- Hasan Bey, uzun zamandır bu sansürden gayrı gazete içerisinden tebrik veya itiraz gelen yazınız oldu mu?

İtiraz hiç gelmedi. 30 senedir ilk defa böyle bir müdahaleye uğruyorum. Tebrik de gelmedi. Kimse bir şey demedi.

- Yeni yazarlara da olumlu, olumsuz tepki yokken kendi yazılarınızı nerede ayrıştırıyorsunuz?

Herkesin kendi bakışı, bunlar göreceli konular. Bence yeni yazarlar, büyük bir şansı kaçırıyorlar. Bu dönemde patlama yapmaları lazımdı.


‘Kovulursam yasal haklarımı talep eder, şapkamı alır giderim’ 

- Kabalık olarak algılamayacağınızı umarak sorsak; bir köşe yazarı ne zaman "emekli" olur? Yoksa “emekli olmaz” mı dersiniz?

Faal bir gazetecinin emeklilik yaşı olabilir. Ama bir yazar, yazısını yazabiliyorsa, yazısı abuk sabuk değilse, okurlar da onu okuyorsa ki tık sayıları bellidir, neden emekli olsun? Bence bir yaş tatili yoktur.

- Ayşe Arman’ın Ahmet Hakan'a yönelttiği "Ömür boyu Hasan Pulur gibi yazacak mısın" sorusunu eleştirip "Tabii ki de yazacağım, başka türlüsünü mü bekliyorsunuz" demiştiniz. Bugün bilgisayarınıza iş akdinizin feshedildiğine dair bir mail düşse, ne yaparsınız?

Varsa yasal haklarımı talep eder, şapkamı alır giderim.

- Yazmaktan da vaz mı geçersiniz?

Ne yapalım? O da benim sorunum, aç kalmak, işsiz kalmak, yazı yazamamak...

- Aç kalır mısınız?

Kalmam gibi geliyor. Ben her sabah gazeteye giderken kovulma ihtimalini düşündüm. Burada insanları nasıl kovduklarını anlatayım sana; merhum Dinçer Güner, Hürriyet'te çalışırdı. Ataköy'de gazinoda iki çocuğuna sünnet yaparken kapıda bir çalışan belirdi, elinde zarfla. İkramiye derken, zarfın içinden kovulma haberi çıktı. Ankara'da çok popüler bir gazeteci olan Mete Akyol, gazeteye kartla giriş yaparken bir gün giriş yapamadı ve kovulduğunu öyle öğrendi. Benim Güneş'ten ayrılma sebebim de, Mehmet Ali Yılmaz'ın, bayramda Mehmet Barlas‘ı, Barlas Antalya'dayken işine son vermesiydi.

- O kadar acil ne olmuştu, hatırlatır mısınız?

Ben de onu sordum. "Gazeteyi satıyor muydu, başka ticari ilişkilere mi girdi" dedim, yeni gelecek kadronun onu istemediğini söylediler.


‘Yayın yönetmenleri işten çıkarırken yazarlarla konuşmaktan utanıyor’ 

- Köşe yazarı kovmanın raconu nedir?

Nasıl yapılır biliyor musun? Seni çağırırım, "Bak Hazal Hanım, seninle uzun zaman çalıştık, ama fikri veya tatbiki olarak seninle çeşitli nedenlerle anlaşamıyoruz. Yasal hakların saklıdır. Fakat birlikte çalışmaya devam edemeyeceğiz" derim.

- Son dönem yayın yönetmenlerini benzer üslup uygulamaktan alıkoyan ne?

Utanıyorlar. Bir çalışanım 24 saat içinde 28 saat fazla mesai yazmıştı, soygunculuk yapıyordu. Hemen kovmam lazımdı, kovmadım. Çağırdım ve "Bu böyle olmaz. Beni müşkül durumda bırakıyorsun. Bunu görmezlikten gelirsem, ortak olmuş olurum seninle. Onun için ayrıl" dedim, kendisi ayrıldı.

- Milliyet’ten ayrılsanız, örneğin Zaman'da yazar mısınız?

Bak, benim adım Hasan Pulur. 80 yaşındayım. 80 yaşında bir kellem var, Sütlüce Mezbahası’na kesip atmam onu. Başta laiklik olmak üzere ilkelerime, görüşlerime aykırı bir yerde yazmam.

- Bekir Coşkun, HaberTürk'ten kovulduktan sonra Selin Ongun'a T24 için verdiği söyleşide farklı kitlelere ulaşmak amacıyla "Keşke imkan olsa da Zaman'da yazsam" demişti.

Bekir’in o fikrine katılmam.

‘Demirören, Milliyet’i iş hayatında güçlü hissetmek için aldı’ 

- Sizce Demirören, Milliyet’i neden aldı?

İş hayatında kendini güçlü hissetmek için. Etik mi, kurallara uygun mu tartışılır, ama bu meşru bir şey. “Ben gazete de çıkarırım, gaz da satarım” diyor.

- Sadece gaz satan Demirören ile Milliyet sahibi Demirören’in iş adamları protokolündeki farkı sizce ne?

Gazetede yayımlanan resimlere bakın, farkı görürsünüz. Bir gazetenin, hele de iki gazetenin patronu olmak statü değişikliği verir.


‘Demirören, Yozgat’taki Mehmet Ağa değil' 

- Güngör Uras, “Saf ve Bakir Anadolu Çocuğu” adlı kitabında çeşitli gazete patronları ile tanışıklığından yola çıkarak, “Gazete çıkarma, medyaya girme sarhoş eden bir şey” diyor. Sizce Demirören, sarhoşluk içinde mi?

Demirören’in bu mesleğe ilgisi hep vardı. Sabahları Erol Simavi’nin odasına gelirdi. Rahmi Turan son kitabında, Simavi’ye nasıl kafa tuttuğunu anlatır. “O patronsa patron olsun” diyor ve “Benim işime karışmasın” deyip ayrılıyor. Yani, Demirören, Milliyet’i alırken Bab-ı Ali’yi az çok biliyordu, Yozgat’taki Mehmet Ağa değildi.

Ayrıca, bence Demirören, Ercüment Karacan’ın oğlunu tasfiye ederken haklıydı. Hiç para vermeden ortaklık olmaz. Ben bunları yazdığım için, bana da bir Avrupa çikolata yolladı; aracılığı da Güneri Cıvaoğlu yaptı. Fakat sonrasında Erdoğan Demirören'in benimle teması olmadı, temas da şart değil, ancak dostluğu vardı, merhabası kalmadı.

- Ne zaman kesildi selamınız?

Bu olaylar olmadan, Erdoğan beni "Dostum" diyerek gazetede karşılarken, Derya Sazak yayın yönetmeni olduktan sonra birdenbire kesildi. Neden bilmiyorum.

- Erol Simavi'yi ve Hürriyet'i yakından tanımış bir insan olarak Demirören, sizce mazisine ihanet mi ediyor? Demirören’in icrası, vaktiyle Simavi'den öğrenilenleri benimsemediğini mi gösteriyor?

Öyle gösteriyor. Erol Simavi, satışta Aydın Doğan'ı tercih etti, demek ki diğerini tercih etmemiş. Simavi’ye atfedilir, “10 yılda bir gazete devrim yapar” diye. Evet, böyle bir devrim oldu, Nezih Demirkent çıkarıldı, kendisine Dünya gazetesi imtiyazı verildi tazminat olarak. Erol Simavi yıldırım gibi bir kararla Arda Gedik’i gazetenin ikinci ismi, Çetin Emeç’i de yayın yönetmeni yaptı. Biz o günlerde Oktay Ekşi ile beraber CHP’li tanınırdık. Biri Gedik, diğeri Demokrat Partili bilinen Emeç, iki demokrat gelince Oktay’la bu durumu çıkıp Erol Simavi ile konuşalım, dedik. Erol Bey, büyük odasında içecek ikram etti. “Derdiniz ne” diye sorunca “Bizim muhatabımız kim, yazılarımızda kime muhatap olacağız” dedik; Simavi de kolumuzdan tutup Cağaloğlu manzarasını gösterdi, aşağıdaki kalabalığı göstererek “Muhataplarınız bunlar, okurlarınız” dedi. Bu davranışını hiç unutmam.

- Erol Simavi’ye dair basın mensuplarının kötü hatıraları da var. Birkaçını sayabilir misiniz?

O “devrim” dedikleri sık değişimler örneğin. Geçimsizlik, uyumsuzluk kavgası gibi hadiseler oluyordu. Onun dışında özellikle kötü bir özelliğini hatırlamıyorum Erol Simavi’nin.


‘Karacan, İpekçi’nin siyasi tatbikatından memnun değildi, ama asla müdahale etmedi’

 - Ercüment Karacan ile Abdi İpekçi’nin, Aydın Doğan ile örneğin Umur Talu’nun arasındaki gazete sahibi ve yayın yönetmeni ilişkisi nasıldı?

Sadece bildiklerimi anlatabilirim. Abdi İpekçi ile Ercüment Karacan çok iyi gece arkadaşıydılar. Ama iş hayatında Karacan, İpekçi’nin özellikle Bülent Ecevit’ten yana “ortanın solu” ilkesini Milliyet’e uygulamasından çok rahatsızdı.

- Uyuşmazlık çıktığı zaman Karacan, yayına müdahale eder miydi? Rahatsızlığını nasıl belli ederdi?

Ecevit’le alay ederdi, “Mikoyan” derdi. Ecevit’e de sağ kapitalistlerin baktığı gibi bakar, “komünist” görürdü. Ama Karacan, Ecevit’e müthiş karşı olmasına rağmen asla yayına müdahale etmezdi. Ercüment Karacan hiçbir zaman o yayını tasvip etmedi ve İpekçi’nin siyasi tatbikatından hiçbir zaman memnun olmadı.

- Karacan, neden görüşlerini tasvip etmediği bir gazetenin sahipliğini yapıyordu?

Batırsa mıydı gazeteyi? Milliyet, öyle bir dönüş yapsaydı bir hafta, on gün sonra batardı.

- Bugün “Milliyet, böyle giderse bir hafta sonra batar” diyor musunuz?

Günün şartlarına göre konuşacaksın. Ercüment Karacan sadece gazete çıkarıyordu; ihaleleri, inşaatları yoktu. Eski patronlar sadece gazete ile ilgilendikleri için mücadelelerini gazete içinde yaparlardı. Karacan da dışarıya İpekçi’nin politikasını tasvip etmiş gözükmüştür. Doğru mu bilmiyorum, ama Demirören’in “Başbakan emretsin, gazeteyi kapatırım” dediği de söylendi. Milliyet’te böyle şey olmazdı, yakıştırılmazdı.


‘Aydın Doğan, örnek bir gazete patronuydu’

 - Milliyet sahiplerinin farklı iş kollarında çalışmaya başlamasında, kırılma noktası Aydın Doğan mı?

Evet. Karacan’ın da, “Miltur” diye bir turizm şirketi vardı, ama Milliyet’in tüm mahrem detaylarını bilmeme rağmen bu Miltur hiç ön plana çıkan bir şirket değildi.

- Aydın Doğan sahipliğindeki Milliyet’te müdahale veya rahatsızlık belirtisi nasıl yaşanırdı?

O dönem hiç ilgilenmedim. Ama Milliyet, Doğan’ınken baskılara ciddi biçimde dayandı. Tansu Çiller’in, Necmettin Erbakan’ın başbakanlığı sırasında baskılara direndi, andıç sırasında işten çıkarma taleplerine karşı çıktı. Aydın Doğan, örnek bir gazete patronluğu gösteriyordu. Doğan, özel işleriyle gazete işini ayırmıştı. Ama dünyada ender rastlanır bir ceza getirdiler.


‘Oktay Ekşi’nin çıkışı basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez’ 

Şimdi mesela Oktay Ekşi’yi oraya sokamaz. Ama o dönem, Aydın Bey memnun olmasa da, Oktay Ekşi’ye dokunmadı. Ekşi, kendi cümlesi yüzünden gitti; zaten “Bunlar analarını da satarlar” denmez. Dolayısıyla çıkışı, basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez.

- Milliyet'in bugünkü sahibi Doğan olsa, yazınız sizce veto edilir miydi?

Hayır. Tabii bunu geçmişi düşünerek söylüyorum; bugünün Aydın Doğan'ını bilemiyorum.

‘Ahmet Altan’ın Milliyet’ten kovulması doğru karardı’

 - Milliyet, Aydın Doğan sahipliğindeyken, Ahmet Altan "Atakürt" yazısı nedeniyle kovulmuştu. O zaman tepkiniz ne olmuştu?

Altan, Milliyet'e uymayan bir yazardı. Oradaki patron tasarrufu, yönetimin aldığı karar doğruydu.

- Sizce bu dönemle aradaki fark ne?

Gazeteler Hyde Park değildir. Herkes kendi istediğini konuşamaz, Pravda’da, New York Times'ta da yoktur bu. Bir işçi gazetesinde işveren savunusu yapılmaz, kapitalist gazetede de işçi hakları savunusu olmaz.

- Ahmet Altan’ın yazarı olamayacağını söylediğiniz Milliyet sizce nasıl bir gazete?

Milliyet, bir kere milliyetçi bir gazete. Faşist değil, ama milliyetçi. Altan'ın yazısı da, kendisi de Milliyet'e uygun değildi. Zaten Milliyet'in anayasası vardır, ona göre yazarsız. Ben uyum bağlamında yapılanı uygun görüyorum.

- Derya Sazak'a "İpin ucu kaçarsa tutamazsınız" derken, Altan tasarrufu için "Uygundu" diyorsunuz. Aktörler ve konular farklı olmasına rağmen yaptığınız çifte standart değil mi?

Altan'da yazı sansürü yoktu.

- Yazılarının sansürlenmesindense yazarın kovulması daha mı normal size göre?

Gazetenin içeriğine, sözleşmeye aykırı yazılar yazdığınızda işveren buna müdahalede bulanabilir, sözleşmeyi feshedebilir.

- Sizce gazetenin içeriğini belirleyen ne? Nuray Mert ile Hasan Pulur'un aynı gazetede yazmasına olanak sağlamış bir gazeteden bahsediyoruz.

Bilmiyorum. Milliyet’in kendi kuralları içinde bir görüşü var. Herkes, bu görüş içinde özgür yazar.


‘Bugünkü sansürde ben dahil hepimizin suçu var’
 

- Ahmet Altan'ın başına gelen Mehmet Tezkan veya Melih Aşık'ın başına gelse aynı şeyleri söylüyor oluyor muydunuz?

Bazı şeyler görecelidir.

- Siyasi perspektifin yönelttiği bir bakış açısından mı bahsediyorsunuz?

Ben sosyal demokratım, Kemalistim, Atatürkçüyüm. Ama herkesin böyle olmasını isteyemem, hakkım yok.

- Bizim de amacımız basın özgürlüğü alanında bir değerlendirme yapmak. 1995'te Ahmet Altan, yazısı nedeniyle kovulurken, 2013'te Hasan Pulur'un İmralı zabıtlarına ilişkin yazısına sansür konulması, yayımlanmaması benzer bir editoryal bağımsızlık ihlali değil mi sizce?

Dediğiniz özgürlük hiçbir ülkede, gazetede, Le Monde'da, New York Times'ta, dünyada yok. Her görüşün savunulduğu bir gazete var mı?

‘Talu ve Doğan kovulduğunda ‘Bugün yazı yazmıyoruz’ diyemedik’

 - “Örnek bir patron” dediğiniz Aydın Doğan döneminde, Umur Talu ve Yalçın Doğan da Egebank’ı batıran Murat Demirel ile Nail Keçili’yi beraber eğlenirken gösteren, reddettikleri ilişkinin fotoğrafını bastılar Milliyet yönetiminden alınmışlar ve kovulmuşlardı. Habertürk’te “Sansür senin benim de sayemde!” başlıklı yazısında (10 Mart 2013) o dönemde ve sonrasında susanları yazan Talu, gazetecilerin sessizlikleriyle suça ortak olduklarını da yazdı. O zaman suskun kalınmasıydı, sizce bugün farklı olabilir miydi?

Sansürde ben dahil hepimizin suçu var.

- Ne yapabilirdiniz?

“Bugün yazı yazmıyoruz” diyebildik mi? Çetin Altan, 28 Nisan 1960 günü, polis öğrencilere ateş ederken üç satırlık bir yazı yazdı; “Bugün canım yazı yazmak istemiyor.” Böyle bir şey düşündük mü? Yapamadık. Çünkü biz gazeteciliği sağcı, solcu olarak değerlendirdik ve karşımızdakinin yazısını suç olarak gördük.

- Türkiye’de siyaset, gazetecilik ilkelerinin önüne mi geçti sizce?

Tabii, ticaret ve siyaset gazeteciliğin önüne geçti. Bunu, geleceğin nasıl olacağını bilmeden söylüyorum. Gazeteciliği, bunların üstünde tutup uygularsan önü açılır. Elbette diğerlerini de yapabilirsin, ama gazeteciliği bunlara alet etmemek lazım.

- Ticaretten kastınız gazetecilerin aldığı maaşlar mı?

Medya patronların ticari ilişkileri.

- Sizce gazetecilerin aldığı maaşların suskunlukta payı var mı?

Ben hiç öyle bir miktar almadım.


‘Hiçbirimiz ‘Masumum’ diyemez’ 

- O zaman Umur Talu ve Yalçın Doğan, bağımsızlığı savunurken atıldıklarında siz neden susanlar arasında yer aldınız?

Ben o olayı geç öğrendim; ya izindeydim, ya da başka bir yerde. Olayı bittikten sonra duydum. Bilseniz, ne yapardınız diye sorarsan, o şartlar altında ne yapacağımı o gün düşünürdüm, ama bugün bilemem.

- O dönemde de köşeniz vardı, olayı öğrendikten sonra neden bu konuda kalem oynatmadınız?

Bir şey yapmadığımızı söyledim. Yapan var mıydı, bilmiyorum... Bunlar da bizim eksiklerimiz. Sistem öyle kurulmuştu, beklenen tepkiyi gösteremedik.

- Baştaki sorumuzu tekrarlasak; sizce o gün tepki konsa bugün sansürle karşılaşır mıydınız?

Her olayı günün koşulları içinde tartışmak lazım. Şimdi konuşmak için ya kahin ya da kahraman kesilmek lazım. Ben ikisi de değilim, olmak da istemem. Şimdi tek söyleyebileceğim, çok hatamız olduğu. Dediğim gibi, bu bir sistem. Şu anda bile kim var sistemin dışında kalan? Sabah’ta, Hürriyet’te biri var mı? Sistem devam ediyor. Ben gazete sahiplerinin başka işleri olmasına karşı değilim, yeter ki diğer işleri gazeteciliği etkilemesin. Bu mümkün mü? Şimdiye kadar yapılabildiğini görmedik. Hiç kimse, “Masumum” diyemez, ben dahil.

- Amerika'nın en çok okunan gazetelerinden, Newhouse Publications’ın sahibi olduğu The Plain Dealer adlı yerel gazetenin eski sahibi Thomas Vail, sütun yazarlarının her konuda ahkam kesmesinin okuyucu için artık ilgi çekici olmadığına karar verip 30 yazarın yayınlarına son verdiklerini söyledi. Demirören'in ufkunda sizce böyle bir hamle olabilir mi?

Bu da bir görüş. Ama iki şeyi ayırmak lazım; hem yazı yazdırıp, hem görüşlere müdahale etmeye karşıyım. "Ben bu adamlarla çalışmam" dersen, kimse buna bir şey diyemez. Ama "Yazının şurasını çıkar" veya "Şunu yaz" müdahalesi uygun gelmiyor.


‘Ben ancak ihale verilirse gazete çıkarmayı kabul ederdim’ 

- Sizce Doğuş Grubu'nun NTV ve CNBC-e'yi alırken gazete işine girmemesi öngörülü, akıllıca bir adımı mıydı?

Vehbi (Koç) Bey, "Ben gazete almam" derdi. Ayhan (Şahenk) Bey de bir süre hiç gazete almaya meraklı değildi, fakat televizyon işlerine geldi. Bugün kaç kanalı var? Star, NTV, Kral TV, CNBC-e; az kadroyla, daha fazla etki. Karamehmet de SKY Türk'ü aldı.

- Televizyon kanalı, iş adamı için gazeteden daha iyi bir yatırım mı?

Bugün bana "Şu gazeteyi al, ama sadece gazete çıkaracaksın" deseler, "Yok" derim. Ancak, "Sen gazeteyi çıkarırsan, ihale veririm" derlerse kabul ederim.

- Neden? Zararı kardan daha fazla olduğu için mi?

Evet.

- Tarhan Erdem, Demirören ailesine seslenerek "Ya gazeteciliği bırakın ya da diğer işlerden elinizi çekin" dedi. Sizce bu ihtimal artık mümkün değil mi?

Hayır. Böyle bir tercih yaparlarsa, Demirören ailesi itibar kaybeder, bunu da yapmazlar.


‘Aydın Doğan, Milliyet’i satarak ayıp etti’ 

- Peki bugün, diğer işlerde kolları olmayan bir iş adamı sizin için gerçekçi değilse Karacan ve İpekçi'nin Milliyet'i de hayal mi?

Bu trend böyle gittikçe olmaz.

- "Aydın Doğan, keşke Milliyet'i satmasaydı" diyor musunuz?

Tabii, ayıp etti satarak. Aydın Doğan, Milliyet sayesinde bugüne geldi.

- Söyleşiyi sonlandırmadan konudan bağımsız bir soru sorsak; Hrant Dink, 2004’te Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğunu iddia ettikten sonra siz, "Yazar belli ki Türkçeyi iyi biliyor, 'aba altından sopa göstermek' deyimini duymuş mudur hiç" dediniz. 2007'de Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından yazınızdaki bu tehditkâr tondan pişmanlık duydunuz mu?

İyi yaptılar, öldürdüler, diye bir yazı yazmadım. Ama ölümü ardından "Hepimiz Hrant'ız", "Hepimiz Ermeni'yiz" yazılarını eleştirdim. Ben Hasan'ım, neden Hrant olayım? Onlar, bizim elçilerimiz öldürüldüğü zaman örneğin, "Ben Bahadır Demir'im" diye çıktılar mı? Hepimiz Ermeni değiliz, herkesin bir nasyonalitesi var. Öyleyse bayrakları kaldırın, milli futbol takımlarını kaldırın... Böyle saçmalıklarla uğraşmaya gerek yok. Ben cinayete karşıyım.

- Yazınız, Galatarasay Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Yasemin İnceoğlu'nun derlediği "Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları" adlı kitapta, Hrant Dink cinayetinin medya sürecindeki örnekleri arasında yer aldı. Sizin yazınıza dair soru işaretiniz yok mu?

Bu çalışmayı duymadım. Ama benim "Keşke bu yazıyı yazmasaydım" dediğim yazılarım vardır. Mesela TÖS, Ankara'da “sosyalist eğitim” diye bildiri yayımladığında lehlerinde yazdım, fakat sonra yazdığıma pişman oldum ve "Yanlış yazmışım" dedim. Ama bahsettiğiniz yazıyı hatırlamıyorum.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler